Ekoloji Kolektifi’nden “okuyun, çoğaltın, dağıtın” diye Paris Anlaşması çevirisi

02 Şubat 2016
“Herkes için iklim adaleti” diyen Ekoloji Kolektifi Derneği, 21. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı sonucunda (COP21) 12 Aralık 2015 tarihinde kabul edilen Paris Anlaşması’nın çevirisini, kendilerinin hazırladığı bir önsöz metniyle birlikte yayımladı. Çalışma, hem anlaşmayı değerlendiriyor hem de Türkçe çevirisinin tam metnini içeriyor. Gaia Dergi’de yayınlanan konuyla ilgili yazı şöyle: Anlaşma çevirisini Yunus Bakihan Çamurdan, […]

“Herkes için iklim adaleti” diyen Ekoloji Kolektifi Derneği, 21. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı sonucunda (COP21) 12 Aralık 2015 tarihinde kabul edilen Paris Anlaşması’nın çevirisini, kendilerinin hazırladığı bir önsöz metniyle birlikte yayımladı. Çalışma, hem anlaşmayı değerlendiriyor hem de Türkçe çevirisinin tam metnini içeriyor.

Gaia Dergi’de yayınlanan konuyla ilgili yazı şöyle:

Anlaşma çevirisini Yunus Bakihan Çamurdan, yayının editörlüğünü de Ilgın Özkaya Özlüer, Ethemcan Turhan ve Fevzi Özlüer yaptı. Ilgın Özkaya Özlüer’in önsözünde Paris Anlaşması’nın öncesi ve sonrasının ne olacağı genel hatlarıyla ele alınıp etkileri tartışılıyor. Çevre sorunlarının küreselleşmesi devletleri ne ölçüde, hangi koşullarda bağlıyor ve hukuki bağlayıcılığı ne?

Bu doğrultuda, Ekoloji Kolektifi’nin çalışmasından beslenerek çevre için devletler düzeyinde yapılanları inceleyebiliriz.

İlk olarak, 1972 yılında 113 ülkenin katıldığı BM Stockholm Konferansı ile her insanın iyi bir çevreye ulaşma hakkının sağlanmasına yönelik devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri olduğu kararlaştırıldı. 20 yıl sonra Rio de Janerio’da da çevre ve kalkınma arasında bir denge oluşturma çabasıyla bazı sözleşmeler oluşturuldu. Bunlardan ilki, BM Biyoçeşitlilik Sözleşmesi’ydi. Bu sözleşme ile biyolojik çeşitliliğin devletler tarafından korunacağı kabul edildi. Diğer sözleşme ise, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ydi. Bu sözleşme ile de insanlığın ortak mirası olan doğanın korunmasına yönelik azaltım ve uyum alanında özel olarak çalışma yapılacağı kararlaştırıldı. Son sözleşme olan BM Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi kapsamınada çölleşme, iklim değişikliği ve biyoçeşitliliğin kesişimindeki gıda sorunu da ele alındı. Kısacası, bu anlaşmalarla çevre sorunlarının küreselleştiği, devletler tarafından kabul edilmişti.

Fakat sorun şu ki, 1990 yılından beri yürürlüğe giren birçok uluslararası anlaşma olmasına ve farkındalığın da artmış olmasına karşın çevre sorunlarının kökünden çözümüne yönelik adımlar atıldığını göremiyoruz. Aynı zamanda çevre sorunların küreselleşmesinde devletlerin farklı derecede katkılarının olması sebebiyle ortak fakat farklı sorumluluklar almaları gerektiği de tartışılan bir düşünce olarak karşımıza çıkıyor.

2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’nün de etkisiz kalmasıyla 2015 yılı Aralık ayında düzenlenen COP21’de oluşturulan Paris Anlaşması, 2020 sonrası yeni iklim rejimini şekillendirecek. Ancak bu anlaşmanın bağlayıcılığı ve yaptırım gücü çok zayıf. Çünkü her devlet artık ortak alınan kararlarla değil, kendi istediği ölçüde ve gönüllü olarak sürece katkıda bulunacak.

Peki, Ekoloji Kolektifi’nin küresel bağlamda çevreye yönelik tedbirlerde eksik buldukları ve önerileri neler?

Devletlerin küresel iklim değişikliğini 2100 yılına kadar 2 derecenin altında ve mümkünse 1,5 derece tutmaya yönelik bir kararlık içinde olmaları, bu konuda etkin bir anlaşma yapıldığı sonucu çıkartmamaktadır. Gelişmiş ülkelerin, gelişmekte ve az gelişmiş ülkeler karşı Sanayi Devrimi’nden bu yana ürettikleri atmosferik kirlilik nedeniyle bir tazminat (iklim borcu) ödeme yükümlülüğü vardır.

Yeşil İklim Fonu gibi kurulan finansman mekanizmaları da yetersizdir. Küresel çevre sorunlarının engellenmesi ve azaltılması için toplumların gıdaya, suya, havaya, toprağa, enerjiye adil ve eşit erişimi sağlanmalıdır. Bunun için de bölgesel ölçekte çalışmalar yapılmalıdır.

İklim değişikliğinin göç ve toplumsal çatışmalarla ilgisi yadsınamaz. Bu değişiklikten etkilenen sosyal kesimlerin temel hak ve özgürlüklerini de sağlayacak katılım mekanizmasıyla bölgesel ölçekte de ekolojik değerlerin planlanması ve akılcı olarak kullanılması sağlanmalıdır.

Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası korunmalıdır.

Türkiye’nin bu süreçte yapması gerekenler neler?

Devlet, tüm kamu yatırım politikalarını iklim değişikliğine uygun yeniden tasarlamalı ve bunun için bölgesel ve ulusal kalkınma planları hazırlamalıdır.

Çevre düzeni planları ve her ölçekteki kent planları revize edilmelidir. Karbon vergisi gibi yeşil bir vergi reformu günde gelmelidir. Teknolojide yenilikçi adımlara yönelmelidir. Yaşanan iklim afetlerinin hukuki sorumluluklarının alt yapısı oluşturulmalıdır. Kömür gibi fosil yakıtlara dayalı enerji üretim sistemlerinden uzaklaşılmalıdır.

Ekoloji Kolektifi’nin çalışmasının tamamına buradan ulaşabilirsiniz