Fatma Şahin: Hakların bir lütuf gibi gösterilmesinden rahatsızız

Sadece rehabilitasyon merkeziyle yetinmeyip Engelliler Meclisi’ni kuran, daha sonra da Engelliler Sarayı’nı açan İstanbul Bağcılar Belediyesi’nin Engelliler Spor Kulübü Başkanı ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Fatma Şahin’le engelli hayat üzerine bir söyleşi yaptık. Şahin, kendi hikayesinden başlayarak Türkiye’de engellilerin yaşadığı zorluklar, toplumun yaklaşımı ve yapılması gerekenler üzerine düşüncelerini paylaştı. Dünya Engelliler Günü’nde engellilere de bir tavsiyesi […]

Sadece rehabilitasyon merkeziyle yetinmeyip Engelliler Meclisi’ni kuran, daha sonra da Engelliler Sarayı’nı açan İstanbul Bağcılar Belediyesi’nin Engelliler Spor Kulübü Başkanı ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Fatma Şahin’le engelli hayat üzerine bir söyleşi yaptık. Şahin, kendi hikayesinden başlayarak Türkiye’de engellilerin yaşadığı zorluklar, toplumun yaklaşımı ve yapılması gerekenler üzerine düşüncelerini paylaştı. Dünya Engelliler Günü’nde engellilere de bir tavsiyesi vardı: “Eğer hiçbir şey yapamıyorsanız, insanlara bir şey anlatamıyorsanız, sadece sandalyenize binin ve sokakta gezin. İnsanlar sizin varlığınızdan haberdar olsunlar, sizin bu toplumun bir parçası olduğunuzu, sokakta yaşadığınız zorlukları görsünler, kendilerince bunların çözüm yollarını araştırsınlar. Sadece sokakta gezmek bile toplumsal bir rehabilitasyondur.”

İlk olarak sizin hikayenizi dinleyebilir miyiz?

Şimdi benim hikayem şu yönden ilginç. Bende engellilik ilk olarak bir rahatsızlık olarak başladı. Yürürken zorlanmaya, düşmeye, çabuk yorulmaya başladım. Dolayısıyla bir hastalık araştırmasına girdik. Sürekli doktorlara gittik, hocalara gittik, çıkıkçılara gittik, biyoenerji, aklınıza gelebilecek bir sürü yöntem denedik. Bu tabii çok ciddi bir zaman kaybına sebep oldu. Bu süreçte biz zannediyorduk ki bende tedavi edilebilecek bir hastalık var ama iyi bir doktora denk gelemedik. Hatta gereksiz, bana zarar veren çok fazla ameliyat da oldum. Dolayısıyla engellilik aklımıza bile gelmeyen bir şeydi. Hastalık olarak görüyorduk bunu. Sonrasında hiç istemeyerek gittiğim bir fizik tedavi doktoru beni Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne nörolojiye sevk etti. Oraya genelde kısmi felç geçiren hastalar geliyor, bir süre sonra iyileşip gidiyorlardı. Ben dedim tamam ben de iyileşebileceğim artık. Yine o süreçte yürüyebiliyordum. 15 gün kaldım hastanede. Tetkiklerin hepsi yapıldıktan sonra kas hastası olduğumu ve bundan sonra hiçbir doktora gitmemem gerektiğini, bu hastalığın böyle olduğunu, beni giderek sandalyeye, yatağa bağlayacağını; ilerde solunum problemi de çekebileceğimi söylediler. İşte ben ve ailem o zaman engellilikle tanıştık.

Kaç yaşındaydınız?

21 yaşındaydım. Tabii iyileşmeyi umut ederken birden hiç iyileşemeyeceğimi, hatta daha kötüye gideceğimi, yani engelli olacağımı öğrendiğimde bunu çok zor atlattım. Uzun yıllar “engelli bir işe yaramaz”, “evde oturması gerekir” diye düşündüm. Çevremde de model alabileceğim bir engelli yoktu tabii. Bu aslında genetik bir rahatsızlık ama ailemde yalnızca bende var. Açıkçası buna da seviniyorum. Bana denk gelse bile ailemden kimsenin bu hastalıktan mustarip olmamasına seviniyorum.

Sonra ne oldu?

Tabii engelli olacağını öğrendikten sonra o süreç kötü işliyor. Engelli kavramı hayatımda olmadığı için ne yapacağımı da bilmiyordum. İşe yaramaz olduğumu düşündüm. Yaklaşık 6-7 yıl evden hiç dışarı çıkmadım.

Hiç mi çıkmadınız?

Hiç. Bir yerim ağrıyordu, kulağımda sesler oluyordu. Tabii bunların hepsi tamamen psikolojikmiş. “Beynimde bir şey var herhalde, ben öleceğim, oh çok şükür” diyordum. Doktora gittiğimde ve bana bir sıkıntım olmadığını söylediğinde çok sinirleniyordum. Kısacası ölümcül bir şeyler bekliyordum. Çünkü başka türlü bir kaçış yolu bulamıyorsun. Tek kurtuluşun ölüm olduğunu zannediyorsun.

Sonra o süreçte ateistlik de yaşadım kısmen belki. Allah’a isyan ettim. Hiçbir şekilde beni sevmediğini, sevmediği kullarına bela olarak bunu verdiğini, bu şekilde beni cezalandırdığını ya da ailemin yaptığı bir şey yüzünden bunun cezasının bana verildiğini düşünüp neden ben diye çok uzun süre sorguladım. Sonra toparlamaya başladım. Tabii bu toparlama aşamasında okuduğum şeyler de çok etkili oldu. İslam’ın engelliye yaklaşımı, Kur’an’daki engelliyi, Peygamber Efendimiz’in yaklaşımını, bu konudaki ayetleri ve ahiretteki mükafatları öğrenince toparladım.

BİLİNÇSİZLİKTEN BU HALE GELMİŞTİM

Ne yaptınız?

Neler yapabilirim diye düşünmeye başladım. O aşamada da oturduğum yerden çalışamıyordum o yüzden yapabileceğim tek şeyin yazmak olduğunu düşündüm. Çünkü ben bilinçsizlikten dolayı bu hale gelmiştim. Önümde rol model olmadığı ve engelli başarılı insanlarla tanışmadığım için engellilerin işe yaramaz insanlar olduklarını zannediyordum. Yazmak istediğimde benim hedefim ulusal bir gazeteydi ama yerelden başlamam gerektiğini söylediler. Çünkü hiç yazma tecrübem yoktu. Yerel gazetelerde muhatap bulamadım. Konuşabileceğim insana da ulaşamadım. Sonra hala yayında olan ulusal bir gazeteye yazı göndermeye başladım, bir ablanın yönlendirmesiyle. Yazımı gönderdim ama yaklaşık 2-3 ay bekledim. Genel Yayın Yönetmeni’ni yazımı çekeyim demek için aradığımda yazımın onaylandığını söyledi. Haftada bir gün olarak verdiler köşeyi, ben de üç yıl orada yazdım.

Ama sonra yazmanın yetmediğini, insanlara başka yollardan da ulaşmam gerektiğini fark edip radyoculuk yapmaya başladım. Yine yerel radyolarda muhatap bulamadım. Reklam parası istediler, sponsor bul dediler. Ben tabii zaten kendine zor yeten bir kişiyim, bunu yapamam dedim. O dönem belediyenin engelli programlarında sunuculuk yapmaya başladım. Sonra bir vesileyle 6 yıl da başka bir ulusal radyo kanalında radyoculuk yaptım.

Şu ince noktayı herkese, engelli arkadaşlara da anlatıyorum. Bir olumsuzlukla karşılaştığınızda sakın yılıp yaa işte olmadı diye üzülmeyin, belki Allah size daha güzelini saklıyordur. Bekleyin ve daha güzelinin karşınıza çıkması için dua edin isyan edeceğinize. Radyoda da, gazetede de onu söyledim. Çevremden çok olumsuz tepkiler de aldım, seni niye kabul etsinler sen sonuçta engellisin diye.

Bilgiye engellinin ulaşması eskiden daha zordu, bundan 10 yıl öncesinden bahsediyoruz. İnsanlara ulaşmak için çok fazla konferans verdik o dönemde, engellilerle birlikte bilinçlendirme çalışmaları yaptık. Toplumun ve engellinin bilinçsiz olması sıkıntılara sebep oluyordu.

Şimdi de burada devam ediyorum. Hem bir rol model olayım, hem de yalnız olmadıklarını, aslında işin bildikleri gibi olmadığını anlatmak için bu yola çıktım ve hala da devam ediyorum bir şekilde.

EN ZOR OLAN, ÖNYARGI

Engelli olduktan sonra yaşadığınız ilk zorluklar nelerdi?

Benim için en zor şey önyargıydı. Toplumun bakış açısı beni dışarı çıkmaktan alıkoyuyordu. O süreçte çok iyi hatırlıyorum, 6 yıl sonra ilk defa tekerlekli sandalyeyle dışarı çıkmaya karar verdiğimde gece çıkmıştım. İnsanların beni görüp acıyarak bakmalarından korkuyordum. Ya da tanıdık birine rastlarsam ay ne oldu demesinden. Yani 6 yıl dışarı çıkmama sebeplerimden birisi buydu.

Tabii istediğin şeyleri yapamayacağını da anlıyorsun. Farklı hayallerin varken bu sefer hayallerin şeklini, türünü değiştiriyorsun. Hayatının akışını değiştiriyorsun. Evin bile sana uygun değil. Evinin hiçbir şeyi sana uygun değil. Onları dönüştürmeye çalışıyorsun. Tabii aile de bir yanda. Sen üzülüyorsun, onlar senden daha çok üzülüyor. Sen aşmışsın, ama onlar hala üzülmeye devam ediyor.

Sonra ulaşımda vardı problemler. İstediğin yere gidememek çok büyük sıkıntıydı. Ama şimdi teknoloji ilerleyince bu alandaki çalışmalar da çok güzel bir düzeye geldi. Onları aştıktan sonra da şu anda hiçbiri benim için sıkıntı değil.

HAKLARIN LÜTUF GİBİ GÖSTERİLMESİ YANLIŞ

Engellilere verilen destek hangi sınıfta olmalı?

Tabii ki hak sınıfında olmalı. Biz fiziki görünüş itibariyle diğerlerinden farklı olabiliriz. Ulaşımımız, erişimimiz daha farklı olabilir ama biz aklımızla yol alıyoruz, onlar bedeniyle. Dolayısıyla bize sunulan hakkın bir lütuf gibi gösterilmesinden hepimiz rahatsızız. Yani bu sosyal politika uygulamalarında da, hükümetin çıkarttığı uygulamalarda da, toplumun yaklaşımında da bu şekilde. Bize uygun yapılan bir bina, bir ev, bir yol sadece bizim için yapılmıyor. O binayı, yolu yapan yarın bir gün yaşlandığı zaman o yoldan gidecek. Çocuğu olduğu zaman o yoldan götürecek. Dolayısıyla biz o noktada farklı görmüyoruz kendimizi.

Şöyle bir durum da var toplumun yaklaşımında: Bize yardım etmeye çalışırken zarar da verebiliyorlar. Fiziksel yardımda da bilinçsiz bir şekilde yaklaşılıyor. Bizim bir arkadaşımız mesela otobüs durağında düşmüş, birisi “Yardıma ihtiyacınız var mı?” diye sormadan, -biz sorulmasını bekleriz- direkt paldır küldür müdahale etmiş, daha fazla düşürüp çamura bulamış. Arkadaş da “Ben sizden yardım istemedim niye böyle yapıyorsunuz?” deyince karşısındaki de “Allah sizi bilmiş de böyle yaratmış” demiş! Böyle yaklaşımlar da var.

Biz merhametli bir toplumuz. Mesela tekerlekli sandalye koşusunda güya hız kazandırmak için bilinçsizce arkadaşın sandalyesini itiyor birisi ve arkadaş düşüp kolunu kırıyor. Vatandaş yardım etmek için yapıyor ama sorulmadan ve bilinçsizce yapıldığı için bazen zarar da verebiliyor.

SANDALYEDE OLUNCA HANIMEFENDİ YERİNE BACIM

Engellinin sınırları tanınmıyor mu yani?

Kesinlikle. Bizim de sınırlarımız var. Mesela, engelli olduğun zaman insanlar sana bir kardeş gibi bacı gibi böyle bir merhametli yaklaşıyor. Mesela ben sandalyede olmasam bana hanımefendi diyecek ama sandalyede olduğum için bacım diyor.

Nazmiye Güçlü’nün “Araba Aldım Kadın Oldum” kitabı geldi aklıma…

Evet o yazarı tanıyorum. Engelliysen kadın olarak görülmüyorsun. Gülüp geçiyorum artık bunlar bizim için basit şeyler ama bu konuda da yol alınması gerekiyor.

Toplumdaki bu bakış açısının aşılması için ne yapılabilir peki?

Burada birinci iş engelliye düşüyor. Engellinin özgüvenini sağlaması gerekiyor. Biz belki 2-0 geriden başlıyoruz. Dolayısıyla aradaki o farkı kendini geliştirerek kapatmalı. Özgüveni olan birine insanlar ilk bir kaç dakikada yargılı yaklaşabiliyor ama sonrasında kendini toparlıyor. Sen kendine güvenirsen, sen kendini seversen toplumun da seni sevmesi daha kolay oluyor. Aciz bir şekilde, ihtiyaçlı bir şekilde yaklaşmazsan insanlara, onların seni kabullenmesi daha kolay oluyor. Ki senin yaptığın başarılar diğer insanlara göre daha fazla gözlerinde büyüyor.  Ya nasıl yapmış diyebiliyorlar.

Tabii bu alanda eğitimlerin çok düzenli verilmesi ve hatta okul döneminde başlaması gerekiyor. Biz bu anlamda ilkokulları ve liseleri, onlarla kaynaştırma programları yapmayı çok önemsiyoruz. Çünkü onlar geleceğin mimarları, mühendisleri olacaklar. Engelliyi tanıyarak yetişen gencin bizi mutlaka düşünerek bir şeyler yapacağına inanıyorum. Bu yüzden ben yeğenlerimin hep bir engelli arkadaşı olmasını istemişimdir.

ENGELLİLERE AYRI MEKAN OLMAMALI

Bir arada olmak önemli yani…

Çok çok önemli. Mesela ben engellilere özel parkları, engellilere özel kafeleri, engellilere özel mekanları vs. hiç sevmem.  Ben bunları tasvip etmiyorum. Ellerinden gelse neredeyse engelli mezarı yapacaklar yakında… Mesela şu anda uygulamada olan kaynaştırma programları çok güzel bence. Her ne kadar bazı okullarda bu konularda sıkıntılar olsa da uygulanmak istenen güzel. En azından niyet belli.

Bazen bizim velilerden şöyle teklif geliyor: “Biz engelli aileleri bir arada olarak başvursak, TOKİ bize ev yapsa.”  Ama sen diğer insanlarla birlikte ol ki, diğer insanların engelliye karşı yaklaşımı değişsin. Mesela bu yurtdışında Almanya’da yapıldı ama olumsuz neticelendi.

Söylemsel farklılık hakkında ne düşünüyorsunuz? Görme engelli mi, kör mü? Duyma engelli mi, sağır mı?

O farklılık neden kaynaklanıyor biliyor musunuz? Sağırlar kendi aralarında sağır derler kendilerine. Biz kendi aramızda sakat deriz. Körler kendi aralarında kör derler. Aslında toplumun o şekilde bize hitap etmesi de zorumuza gitmez. Ama tabii özürlü lafı bazı arkadaşların ağırına gidiyordu. Onu kaldırdılar şimdi engelli diyorlar. Hani engelliye merhamet eden, onu kırmaktan korkan insanlar “engelli” sözünü kullanıyorlar. Ben hiç unutmuyorum engelli arkadaşlarımızla bir ormana toplu bir geziye gitmiştik. Bir grup kadın bizi gördü merhametle yaklaştılar “Canım gezmeye mi çıktınız?” diye. Ben de dedim ki “Sakatları çıkarmışlar, gezdiriyorlar.” “Ay lütfen kendinize sakat demeyin!” deyince ben de “Bozulduk, tamire ihtiyacımız var. Yapacak bir şey yok, bu bizim gerçeğimiz” diye yanıtladım. Yani kendimize sakat dememiz de insanların zoruna gidiyor. Böyle bir kitle de var.

Halbuki sakattan kasıt o değil.

Değil tabii. Evet var bir problem ve onu tanımlıyoruz. Dünya Sağlık Örgütü’nün literatüründe de sakat diye geçer, engelli diye geçmez. Engelli kelimesi kullanılınca daha kibar, kırmadan, daha ince bir şekilde yaklaşıldığı zannediliyor.  Biz aslında kızmıyoruz. Sakat derken ki niyet önemli aslında.  “Ya sakata bak!” derse birisi zorumuza gider.  “Ya özürlü müsün oğlum, bi git” derler mesela. Yani birisine hakaret etmek için ya da aptal olduğunu belirtmek için özürlü kelimesi kullanılıyor. Bu konuda da bir şeyler yapılması lazım.

İŞVERENLER ENGELSİZ ENGELLİ ARIYOR

Engellilerin çalışma imkanları ne durumda?

Benim psikoloji okuyup da santral memurluğu yapan tanıdıklarım var. İşverenler cezai yaptırım olmasına rağmen engelli çalıştırmak istemiyorlar. Diğer personelin psikolojisinin bozulacağını, engelliden yeterli verim alamayacaklarını veya gerek olmadığını düşünüyorlar. Ve cezasını ödüyorlar.

Kimisi de ki benim çok karşı çıktığım bir uygulama, engelliyi çalıştırıyor görünüyor. Engelliye “Ben senin sigortanı ödeyeyim, ama sen evde otur” diyor. Böyle yapıp maaşını veren de var, vermeyen de var. Ama her hâlükârda evde otur diyor. Şimdi bunu bizim engelli arkadaşlar da başka seçenekleri olmadığı için, bir an önce emekli olmak için, ekonomik durumu iyi olmadığı için kabul ediyorlar.

Sosyal devletin bu alandaki politikalarında çok ciddi bir değişim var. 12-13 sene önce Türkiye’de engelli personel sayısı 5000’di. Hep bu mantıktan dolayı. Görme engelli adam psikolojiyi bitirmiş, hukuku bitirmiş, eğitim fakültesini bitirmiş. Ama bir dönem mesela engelliler öğretmenlik yapamaz diye bir şey çıktı. Epey bir süre atanmadılar. Dolayısıyla onlar mecbur kaldılar ve en basit işlerde çalıştırıldılar ve iyi makamlara da getirilmediler. Şimdi o politikaların değişiminden dolayı kamuda çalışan 40.000 engelli var. Ve hala açık var. Şimdi İŞKUR’a gidin, çalıştıracak engelli arıyor işverenler. Ama şöyle bir sıkıntı da var: engelsiz engelli arıyorlar. Yok diyor sandalyede olmasın, bir ayağında problem olsun, bir gözü görmesin vs.

Engelli bir kadın olmak?

Zor. Engelli bir kadınsan ailen senin her şeyden soyutlanman gerektiğini düşünüyor. Senin evlenmene izin vermiyor. Bugün engelli evliliklerinin yüzde sekseni kaçarak olmuştur. Benim hiç normal yoldan evlenen engelli kadın arkadaşım yok. Kaç tanedir yani? Elli tane arkadaşım varsa üç ya da dört tanesi normal şekilde “Allah’ın emri Peygamber’in kavliyle” evlenmiştir. Yoksa hepsi kaçarak evlenmiştir.  Şimdi eğer çocuk erkek engelliyse, aile biraz da gurur yapıp o çocuğu mutlaka evlendirmenin peşinde. Erkek çocuk evlenirse aile rahat edecek, oğlumuzun yuvası kuruldu diyecek, çoluğu çocuğu olacak, çocuğunun hayatı kurtulacak. Ama engelli bir kadın evlenmeyi düşünüyorsa mutlaka karşıdaki adamın bir çıkarı vardır diye düşünülür. Ya senin paranı kullanacaktır, ya seni üzecektir, sana zarar verecektir vs. “Zaten sağlıklı insanların bile evlilikleri yürümezken engelli bir insanla evlilik yürümez.” “O gelip geçici bir sevgidir.” Erkek ve kadın engellilere baktığımızda ailelerin yaklaşımları arasında böyle bir farklılık görüyoruz. Ben engelli erkek çocuğunun evlenmesine karşı çıkan hiçbir anne-baba görmedim. Ama diğer taraftan engelli kızının evlenmesini onaylayana da pek rastlamadım.

Peki engelli-engelsiz evlilikleri?

Benim görme engelli bir abim var. Belediye otobüsüne biniyorlar eşiyle beraber. Eşine yanındaki kadın soruyor “Abin mi?” diye. “Yok hayır, eşim” diyor. Kadın “Seni zorla mı verdiler?” diye sorunca “Yok, ben onu zorla ikna ettim” diyor. Ve kadın şaşırarak bakıyor.

Engelli birisi nişanlansın, ya da evlendiğini duyalım, eşi de engelli miymiş diye soruyoruz hemen. Engelli bir kadın arkadaşım var. İkinci evliliğini engelsiz, hiç evlenmemiş birisiyle yaptı. Tabii erkek tarafı duruma tepkili. Bu konuda ailelerin ve toplumun yaklaşımı çok sıkıntılı. Bu evliliklerin altında iyi bir niyet aramıyorlar maalesef…

Toplumun farklıya yaklaşımı böyle. Sokakta çıplak koşana nasıl bakacaksa engelliye de öyle bakıyor. Ama artık zamanla alışıyor toplum. Engellilerin hayata katılımı arttıkça normalleşecek bunlar. Ben hep diyorum ki eğer hiçbir şey yapamıyorsanız, insanlara bir şey anlatamıyorsanız, sadece sandalyenize binin ve sokakta gezin. İnsanlar sizin varlığınızdan haberdar olsunlar, sizin bu toplumun bir parçası olduğunuzu görsünler. Sokakta yaşadığınız zorlukları görsünler, kendilerince bunların çözüm yollarını araştırsınlar. Sadece sokakta gezmek bile toplumsal bir rehabilitasyondur.