Siyasetin Krizi; Sivil Toplumun Krizi…

Siyasetin sürekliliği sağlamak üzere ürettiği ve sürdürdüğü bu kriz; toplumun ekonomik ve moral olarak etkilendiği bir toplumsal krize, sivil toplumun darbe aldığı bir insan hakları krizine dönüşüyor.

Mart ayı ile ilgili Türkçe’de, yazıya epigraf olarak alınabilecek, hatta mutlaka alınması gereken, hepinizin bildiği bir atasözü var: Mart ayı dert ayı. Ne kıştan vazgeçmeye ne baharı geciktirmeye eli varmaz Mart’ın. O kararsızlıkla bizi aynı günün içinde kıştan yaza götürüp getirir, mevsim geçişleriyle baş döndürür, nihayetinde hasta ettikten sonra bırakır gider. Bu yüzden dert ayıdır.

Türkiye’nin siyaset ve sivil toplum kurumu, bu sene Mart ayını tam manasıyla yaşadı diyebiliriz. Hükümetin reform paketini müjdelemesiyle başlayan Mart rüzgarı, ‘acaba bahar mı geliyor?’ şaşkınlığıyla yüzlerimizi yaladıktan sonra bulutlar kararmaya, siyaset gürlemeye, sivil toplum kış ile bahar arasında gidip gelmeye, memleket ayın adına yaraşır bir çalkantıyla çalkalanmaya başladı. 

Yaşayanlar için unutması pek mümkün olmasa da dert ayında hatırlamaya çalışalım: Yargıtay, insan hakları ihlalleri ile ilgili meclisteki en etkili mücadeleyi yürüten HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun yargılandığı davada kendisine verilen 2 yıl 6 ay hapis cezasını onadı. Gergerlioğlu’na bu ceza, bir haberi retweet ettiği için verilmişti. Haberde yer alan bazı ifade ve görseller savcılık tarafından “örgüt propagandası” olarak değerlendirilmiş ve bu ceza verilmişti. Gergerlioğlu’nun devlet hastanesinde doktor iken ihraç edilmesine de söz konusu cezanın verilmesine de gerekçe yapılan paylaşımlara bakıldığında Gergerlioğlu’nun şiddet karşıtı olduğu, barış istediği açıkça görülürken savcılık ve mahkemenin, AK Parti ile aynı havzadan beslenen bir insan hakları örgütünün eski genel başkanı olan Gergerlioğlu’nun bu paylaşımından şiddet propagandası çıkarması yargı kurumlarının siyasi pozisyon alma gayesiyle normalin ne kadar uzağına düştüklerini de çarpıcı bir biçimde gösteriyor. 

Mart ayının başında Gergerlioğlu bu kararı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşıdı. Gergerlioğlu’nun yukarıda zikrettiğim vasıfları ve Türkiye’deki sistematik insan hakları ihlallerine karşı mecliste ayrım gözetmeden mücadele etmesi, onun toplumun farklı kesimlerince sahiplenmesine de neden oluyor. Bu sebeple onun cezasının onanması büyük tepki topladı. Gergerlioğlu’nun hak mücadelesini beğensin beğenmesin, onun hakkında objektif değerlendirme yapan herkes bu sürecin adaletsiz olduğunda hemfikirdir. Her şey bir yana Anayasaya göre Gergerlioğlu milletvekili seçildiğinde durması gereken yargılama durdurulmamıştır.

Gergerlioğlu’nun kesinleşen cezasına ilişkin karar 13 Mart’ta TBMM’ye gönderildi. Sivil toplum, siyasi partiler ve kamuoyundan TBMM başkanına yapılan bütün itiraz ve çağrılar boşluğa sesleniyormuş gibi, hakkındaki karar 17 Mart günü TBMM’de okundu ve Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşürüldü. Bu görüntü 94’ün Mart ayında milletvekillikleri düşürülen Kürt siyasetçileri ve “Dışarı! Dışarı!” nidaları ile meclisten kovulan Merve Kavakçı’yı akla getirdi. 

İnsan Hakları Eylem Planı müjdesiyle girilen Mart ayı, daha yarı yola varmadan kara kışa döndü diyebiliriz. Çünkü Gergerlioğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesinden saatler sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin, HDP hakkında AYM’de kapatma davası açıldığını duyurdu. Alelacele hazırlanmış iddianamede yaşamını yitirmiş olanların da yer aldığı 687 HDP’li için siyaset yasağı ve partinin mal varlığına tedbir konulması talep edildi.

Bu gelişmeleri takiben, 19 Mart sabahı, Türkiye’nin en önemli ve en aktif insan hakları kuruluşlarından olan İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan gözaltına alındı. Türkdoğan aynı zamanda 2013-15 yılları arasında devam eden Çözüm Süreci esnasında, akil insanlar heyeti üyesiydi.

2015’in yazında Kürt illerinde başlayan çatışmalar, insan hakları ihlallerinin hızlı bir şekilde artmasına sebep oldu. 2016’nın yazında gerçekleşen darbe girişimi ve sonrasında ilan edilen OHAL, insan hakları krizini ülke sathına yaydı. O günden bugüne Türkiye’de bir insan hakları krizi yaşanıyor. Bu kriz kimi zaman sivil toplumun hareket alanını daraltan ve sivil toplumun güvenliğini pamuk ipliğine bağlayan yasal düzenlemelerle derinleşiyor, kimi zaman insan hakları reform paketi gibi projelerle gevşer gibi oluyor ancak hemen ardından yukarıda özetlemeye çalıştığım gelişmelerle yeniden derinleşiyor. 

Sivil toplumun içinde bulunduğu bu kriz aslında tam anlamıyla siyasetin krizidir. Gezi Parkı eylemleriyle başlayan, Çözüm Süreci’nin bitişiyle belirginleşen, darbe girişimi ve onu takip eden OHAL ile kalıcılaşan bir siyasal kriz, normale dönüşe işaret eden her adımdan sonra biraz daha derinleşiyor. Siyasetin sürekliliği sağlamak üzere ürettiği ve sürdürdüğü bu kriz toplumun ekonomik ve moral olarak etkilendiği bir toplumsal krize, sivil toplumun darbe aldığı bir insan hakları krizine dönüşüyor. Yani iktidarın Mart ayı da kendine baharı isterken diğerlerinin kara kıştan çıkmasına pek istekli görünmüyor. Bir yandan ekonominin düzeltilemiyor olmasının hükümet üzerinde uyguladığı basınç öbür yandan hükümetin sivil toplum alanını domine eden ve daraltan basıncına dönüşüyor. 

Göründüğü kadarıyla toplumun çok geniş kesimleriyle birlikte sivil toplum da bu krizden çıkış yolunu muhalefetin “birlik ve beraberliği bozmadan” seçime gitmesinde arıyor. Ancak sivil toplumun bugünkü zayıflığı sadece hükümet ile sivil toplum arasındaki gelişmelerin sonucu değil, muhalefetin bu alana güçlü biçimde sahip çıkmamasının da yadsınamaz bir etkisi bulunuyor. Muhalefetin Kürt meselesine yaklaşımda hükümetin çizdiği sınırları esnetmekten kaçınan duruşu, geniş ve uzun vadeli bir siyasi vizyona sahip görünmeyen yürüyüşü ve sivil topluma alan açmaktan çok onun da işlerini yüklenen siyaset yapma anlayışı hem toplumsal muhalefet hem de sivil toplumun teyakkuzu elden bırakmasının doğurabileceği riskler hakkında da yeterince fikir veriyor. 

Sonuç olarak; Mart kapıdan -ümitle- baktırdı, kazma-kürek yaktırdı ancak tünelin ucunda ışık olmadığında, sivil toplum tünelin ucundaki ışık olma azim ve kararlığı taşıyan olmalıdır. O sebeple bu yazı Âşık Daimi’nin türküsünden bir dizeyle son bulacak: Ne olsa da kışın sonu bahardır!

Reha Ruhavioğlu

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
64 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör