Hukuk Çevre Sorunlarının Çözümü Değil Kaynağı Haline Geldi

Haklar ve Araştırmalar Derneği’nin hazırladığı “Ekolojik, Ekonomik ve Siyasal Krizler Eşliğinde 2020’de Yaşanan Hukuki Dönüşüm” raporunda, mevzuat değişikliklerinin nasıl “istisnai hukuk rejimi” yarattığı, özellikle enerji, madencilik ve fosil yakıtlara ilişkin düzenlemelerin etkileri kapsamlı şekilde ele alınıyor. Devletin enerji, madencilik ve inşaat sektöründe piyasa aktörü haline geldiğini, kamu hukuku ilkelerinin yerini özel hukuk ilkelerinin aldığını ve bu alanlardaki hak ihlallerinin piyasa gerekliliklerinin ileri sürülerek görünmez kılındığını tespit eden rapor, özetle, “hukukun ve her türlü demokratik aracın askıya alındığı istisnai bir hukuk düzeni oluştuğunu” ve bu rejiminin 'olağan rejim' haline gelip gelmemesinin toplumsal mücadelenin gücüne bağlı olduğunu vurguluyor.

Haklar ve Araştırmalar Derneği tarafından hazırlanan Ekolojik, Ekonomik ve Siyasal Krizler Eşliğinde 2020’de Yaşanan Hukuki Dönüşüm isimli rapor, kamu yöneticileri, hak savunucuları ve dernekler açısından üç alt başlıkta 2020 yılını hukuki düzenlemeler çerçevesinde tartışıyor; devletin bir piyasa aktörü haline gelmesi, kamunun şirket gibi yönetilmeye başlanması ve bu bağlamda temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması.

Fevzi ÖzlüerRapora göre, mevzuat değişiklikleri ile devletin piyasa aktörü haline gelmesi, yurttaşlığı yeninden tanımlaması ve kamu hukuku yerine özel hukuk kurallarının öne çıkması nedeniyle çevre konuları dahil olmak üzere pek çok konuda hukuk çözümün değil sorunların kaynağı haline geldi. Çalışmada devletin piyasa ekonomisi içindeki etkisi ve gücü geçtiğimiz 10 yıl boyunca giderek arttığı, bu gücün artmasında, yargı kararları ve enerji sektörünün yasal düzenlemelerden yönetsel düzenlemelere kaymasının etkisinin büyük olduğu belirtiliyor. Geçtiğimiz yıllarda yasalarla yapılan ve kamuoyunda “Madde 45” olarak bilinen termik santrallere çevre koruma standartlarından muafiyet getiren düzenlemelerin artık yönetmelikle yapılıyor olmasının da idarecilere keyfi standartlar belirleme şansı verdiği vurgulanıyor.

Raporda, termik santrallerden hangilerinin gerçek anlamda çevresel standartlara uygun olduğunun, hangisinin uygun olmadığının hukuken izlenmesinin olanaksız kılındığı; hangi firmaya hangi standardın uygulandığının bilinmemesinin, çevrenin ve insan sağlığının korunmasına yönelik tedbirlerin alınmasını imkânsız hale getirildiği; şirketler arasında haksız rekabet ortamının oluşmasına ve kimi şirketlere ayrıcaklıklar/istisnalar tanıyan bir düzenin ortaya çıkmasına neden olduğu iddia ediliyor.

Raporu hazırlayan Avukat Fevzi Özlüer, iklim değişikliğine bağlı sorunların giderek artmasına karşın faaliyetlerin yarattığı kirliliğin ölçülebilir ve belirlenebilir kılınmasına yönelik hukuki düzenlemelerin istisna kılınmasının, iklim kanunu tartışmalarını boşa düşürdüğünü kaydediyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın iklim değişikliği sorununa karşı bir piyasa yaratma kabiliyet ve kapasitesinin olmadığının görüldüğünü; siyasal krizin istisnalar ve ayrıcalıklarla sürdürülemez olduğu; dolayısıyla sivil toplumun ve şirketlerin talep ettiği Paris Anlaşması gibi serbest piyasa koşulları yaratacak süreçlerin ötelendiği belirten  Özlüer’e göre, “kirlilik kaynaklarının tespiti ve gerekli önlemlerin alınması, ortaya çıkan maliyetlerin, kamu düzeninin ve güvenliğinin oluşturulması için gerekli ve zorunlu.”

İstisnai Hukuk Düzeni ve Çevre Üzerinde Yarattığı Tahribat  

 Türkiye’de demokratik haklara yönelik kısıtların idari kararlarla hayata geçirilme biçimi, özgürlüklerin ve hakların kanunla ve kanunda belirtildiği biçimde yapılabileceğine yönelik Anayasal kuralların ihlalinin sonucunda istisnai bir hukuk düzeni oluştuğunun kaydedildiği raporda, bu süreçte çevre sorunlarının nasıl derinleştiği yasal düzenlemelere referans verilerek açıklanıyor.

2020 yılında özellikle “ÇED Gerekli Değildir” kararları, “ÇED Muafiyet Kararları” gibi çevresel denetim kapsamı dışında tutulacak daha etkili hukuki araçlar ve istisna sayılacak düzenlemeler yapıldığına dikkat çekilen çalışmada, hava kirliliği, kuraklık, iklim değişikliği sorunlarına yol açan işletmelerin yükümlülüklerini askıya alan, görünmez kılan düzenlemeler, 2019 sonu ve 2020‘de daha etkili bir biçimde yürürlüğe girdiği hatırlatılıyor.

Raporun en dikkat çekici iddialarından biri, Türkiye’de, kamu düzeni ve güvenliği gerekçesine dayanıldığı, yasamanın önemli oranda devre dışı bırakıldığı, idari kararlar ve uygulamalarla hakların sınırlandırıldığı büyüme stratejisi ve siyasal istikrar dönemlerinin devreye girmesiyle “istisnai bir hukuk düzeni” işlemeye başladığı yönünde.  Bu düzende, yasamanın ulusun temsilcisi sıfatı işlevsizleşti; yargı kararlarının idareyi denetlemeye değil onaylamaya yönelik bir yargılama süreciyle elde edildi; büyüme odaklı stratejilerinin önemli oranda denetimsiz kaldığı bir rejim ortaya çıktı.

Raporda, iktidarın iklim değişikliği sorununa tekelci bir yaklaşımla müdahale etmesinin, bu sorunu bir kısım yatırımcı ve bakanlık uhdesinde götürmesinin ve katılımcı yolların tıkanmasının aynı zamanda çevre örgütlerinin, derneklerin “güvenlik sorunu” gibi kodlanmasına yol açtığı belirtiliyor.  Ayrıca, Dernekler Kanunu ve Avukatlık Kanunu düzenlemeleri ile birlikte iklim değişikliğine karşı katılımcı politika beklentilerinin “kriminal bir talep” olarak sunulmasına yol açtığı vurgulanıyor.

Son olarak raporda, kolluk, kamu hizmeti, kamu güvenliği kavramları esas alan bir kamusal alan yaratma tercihinin “hak ve özgürlükleri kullanılmaz kılacak düzenlemeleri” beraberinde getirdiği savunuluyor. Tüm bu dönüşümün sonucunda da “yurttaşların yönetime katılıma zeminlerinin giderek koptu ve yurttaş örgütlenmelerinin dağıtılması” hedeflendi.

Raporun tümüne buradan ulaşabilirsiniz.