“Ruh Sağlığı Genel Sağlık gibi Devletin Sorumluluğu Olarak Görülmeli”

Türkiye Psikiyatri Derneği Etik Kurulu Üyesi Dr. Selçuk Candansayar, ruh sağlığını koruma ödevinin sadece bireyin sorumluluğuna bırakılamayacağını belirterek, “Ruh sağlığı, eğitim ve genel sağlık gibi ‘devletin’ sorumluluğunda olması gereken bir ‘insan hakkı’ olarak görülmeli.” Dedi.

Toplum olarak pandemiyi ruhsal açıdan nasıl deneyimledik? Bir yıllık süreçle ilgili gözlemleriniz neler?

Selçuk Candansayar
Selçuk Candansayar

Gözle görünmeyen ve fiziksel yakınlaşma ya da temasla bulaşan, tedavisi olmayan ve ölümcül olabilen bir hastalıkla karşılaşan sıradan insanın ilk tepkisi şok oldu. Ne olduğunu, kendisini neyin beklediğini ve ne yapması gerektiğini bilemedi. Haliyle bilgi kaynaklarına yani medyaya ve ülke yöneticilerinin açıklamalarına kulak verdi. 

Önce orada bir paradoks durum oldu. Medya, tıklama olasılığını artırıcı haber yapma stratejisi için arayıp da bulamayacağı bir konu bulduğundan, dehşet verici haber iletme tekniğini sonuna kadar kullandı. Hemen her ülkenin yetkilileri ise medyanın tam tersine başlangıçta (ve çoğu hala) salgını önemsizleştiren, tehdidin gerçek boyutunu gizleyen bir tutum takındı. Bu belirsizlik ve bilinmezlik hemen herkesin yoğun bir kaygı ile salgının önemsiz inkarı arasında sıkışmasına neden oldu. Doğal olarak ortaya komplo teorileri saçıldı. Geçtiğimiz yıl nisan ayında ise salgının hiç de devlet yöneticilerinin küçümsediği gibi bir durum olmadığı netleşti. Sert kapanma ve kısıtlamalar gecikmiş de olsa devreye girdi. İnsanlar evlerine kapanmak, işlerine gitmeyi bırakın sokağa çıkamaz hale geldiler. Medya dehşeti daha da körükledi. Belirsizlik, ölüm korkusu, yakınlarını kaybetme, hastalığa yakalanma ya da hastalığı sevdiklerine bulaştırma riski içindeki insanlar hayatta kalma savaşında kendilerini yapayalnız hissettiler. Özellikle sağlık hizmetinin özel sektörde olduğu ülkelerde sağlık hizmeti çöktü. Sağlık emekçileri insanlık dışı koşullarda ölüm riski alarak ve ölerek hastalıkla mücadelede ön saflarda ve yalnız kaldılar. Göstermelik ya da çok sert de olsa kapanma önlemleri eğitim ve çalışma hayatını felce uğrattı. İnsanlar, örneğin Türkiye’de belki işten atılmadılar ama ücretlerini de alamadılar. Ücretsiz izne çıkarılma, günlük 50 lira olmayan yardımlar ikinci büyük sorunu ortaya çıkardı; aç ve açıkta kalma.

Bir yandan sert kapanma ve kısıtlamalar sürdürülürken öte yandan hayatta kalmak için gereken parayı kazanmak için ya düşük ücretle hastalığa yakalanma riskini göze alarak çalışma  ya da açlık sınırında kalma riski arttı.

Aynı anda hem ölüm korkusu hem de aç kalma korkusu yaşayan ve donanımları kısıtlı olan insanlar çaresizlik, umutsuzluk, korku ve kaygı girdabına düştüler. Bu hal üstelik bir yılı geçmesine karşın azalmak bir yana daha da artmış durumda. Bir yılın sonunda yoksullar daha da yoksullaştı, alt orta sınıf büyük gelir kaybı yaşadı, küçük esnaf iflas noktasına geldi ve bu kez bir de borç krizi hepsinin üstüne bindi. 

Bu koşullarda insanların ruh sağlığını koruyabildiklerini söylemek ya da ummak mümkün değil. Nitekim ruh sağlığı hizmetine ulaşabilenlerin başvurularında bir patlama oldu. Bir de bu hizmete ulaşma olacağı bile olmayanları düşünürsek genel olarak toplumun ruh halinin oldukça sarsılmış durumda olduğunu öngörebiliriz. Korku, kaygı, yalnızlık, yalıtılma, çaresizlik ve çıkışsızlık haline hiçbir insan uzun süreler boyunca dayanamaz. Bu hale zaten dezavantajı yakalananların durumu ise daha da zorlu olur. 

Başa çıkmada sosyoekonomik durumlara göre değişiklik var mı size göre?

Yine yoksulluk ya da ekonomik duruma göre farklı tepkiler oldu. Ekonomik sorunu olmayan, aç açıkta olmayan ve tasarrufları ya da düzenli geliri ile idame ettirebilenler yalnızlık, sosyalleşememe, yalıtılma gibi durumların olumsuz ruhsal sonuçlarını yaşıyorlar. Örneğin ev içi şiddet arttı.

Cinsiyet rolleri ve erkek egemenliği eve kapanan ailelerde kadın ve çocukların hem daha fazla ev işi yükü yüklenmelerine hem de canı sıkılan erkeğin öfkesine maruz kaldılar.

Yaşlılar, beslenme ve barınma sorunları olmasa da yalıtılma ve sokağa çıkma kısıtlaması nedeniyle fiziksel sağlıklarının bozulması riski yaşadılar. Uyaran azlığına ve hareketsizliğe, sosyalleşememeye bağlı olarak zihinsel işlevlerinde gerileme aşamaya başladılar. Bağımlılık yapıcı maddelere bağlı sorunlar arttı.  

Yoksullar ise hem bu sorunları yaşadılar hem de işe gitmek, kalabalık toplu taşım araçlarına binmek, yeterli önlemlerin olmadığı fabrikalarda hastalanma, hastalığı evdekilere taşıma riski altında çalışmak zorunda kaldılar. 

Bu dönem gördüğümüz bir ruhsal özellik de var olan tehlikeyi “inkar” edip, sanki hastalık yokmuşcasına ya da ona bulaşmazmışcasına, eskiden nasıl yaşıyorsa öyle yaşama çabası oldu. Özellikle sosyal medyada duyarsızlık ya da cahillikle suçlanan  insanların hiç değilse bir bölümü, yalıtılma ve yalnızlaşmaya artık dayanacak gücü kalmayan ve hastalığı bilinçsizce inkar ederek sanki bir tehlike yokmuş gibi yaşamaya çalışarak, dayanmaya çalışan insanlar. 

Bu süreçte ekonomik sorunlar temeli intiharların arttığını görüyoruz. Neler öneriyorsunuz, pandemiyle birlikte derinleşen sorunlara karşı neler yapılabilir?

Belirsizlik, çaresizlik, yalnızlık, yalıtılma ve yoksulluk ruhsal hastalık riskini artırıyor ve sağlığa erişimde kısıtlanınca maalesef kimi zaman intihar davranışı görülebiliyor. Sağlığın kamu hizmeti olarak görülmediği ve yoksulluk için kamusal yardım sistemlerinin olmadığı ülkelerde intihar oranlarının arttığını söyleyebiliriz. 

Ruh sağlığı koruma ödevini bireyin sorumluluğuna bırakmak en yanlış strateji. Bir toplum dayanışma içinde toplum hissi yaşayabilir. Ruh sağlığı, eğitim ve genel sağlık gibi “devletin” sorumluluğunda olması gereken bir “insan hakkı” olarak görülmeli. Yönetimleri, yönettiklerinin ruh sağlıklarını koruma sorumluluğunu almaya çağıracak politik eylemler ve stratejileri hayata geçirmek temel yol. Tabi ki dayanışma, imece, birbirine yardım çok değerli ama asıl çözüm politiktir, bunu akılda tutmak gerekir.