Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci: ”Ötekileştirmeden Yaşanabilir”

04 Aralık 2019
İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (Merkez) tarafından düzenlenen “Öteki’nden öğrenmek: Göç Alan Ülke Deneyimleri Üzerine Tartışmak” başlıklı konferansta konuştuğumuz Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci, biz’i anlamanın öteki’yle mümkün olduğundan bahisle, öteki’nin varlığının öğreticiliğine, ötekileştirmeden de yaşanabileceğine, karşılaşmaların ve temasın ötekileştirmenin azalmasındaki etkisine dikkat çekti.    

“Öteki’nden öğrenmek: Göç Alan Ülke Deneyimleri Üzerine Tartışmak” konferansında Türkiye, Ürdün ve Lübnan’ın tecrübeleri, alanında duayen akademisyenler tarafından değerlendirildi. Göç alanında literatürün Batı merkezli olduğu hatırlandığında, Prof. Dr. Dawn Chatty’nin altını çizdiği gibi, dünyada mültecilere yönelik politikanın sınırlama ve önlemeye evrildiği bir dönemde, mültecilere kapıları açan bu üç ülke deneyiminden ve bu ülkelerdeki iyi örneklerden konuşmak daha değerli hale geliyor.    

Ötekileştirme ne demek? Nasıl tanımlıyorsunuz? 

Birkaç farklı ayağı var ötekileştirmenin bir gruba karşı sosyal mesafe, olumsuz sıfatlar, önyargılar söylenmeli ama bunun da ötesinde kendinle öteki’ni eşit görmemek, aynı haklara sahip görmemek çok belirleyici… İnsan dışılaştırmaya varan hiyerarşik bir bakış buna bağlı olarak, eşit hakların olmamasını sorun olarak görülmemesiyle neticelenebiliyor. İçinde yaşanılan toplumda “öteki” olarak algılanan grupların sorunlarına çözüm getirmeye dair bir çaba sarf edilmemesini meşrulaştırıyor. Ötekileştirmenin nasıl bir mantık sistemi içinde işlediğini anlamaya çalıştık ama bunu yanı sıra empati ve eşitlik kavramlarını da çalışmada ele aldık. Ötekileştirmeyi tanımlamada temel nokta, kalıp yargı veya önyargı dediğimiz şeyin bireysel düzeyde bir kişiye atfedilmesi değil, bizim vurgulamak istediğimiz daha ziyade e,bunun bir gruba atfedilmesi. Bizim problem olarak ortaya koyduğumuz nokta bu: Siz, bir grubun parçası olduğundan dolayı bir kişiyi ötekileştiriyor musunuz? A grubunun üyesi olduğu için çocuğunuzun onun çocuğu ile oynamamasını, belli haklara sahip olmamasını mı istiyorsunuz? 

Fanusta Diyaloglar kitabınızda, siyasi kutuplaşmanın artma ihtimalinden bahsediyordunuz:  Ötekileştirme, kutuplaşma ile birlikte arttı diyebilir miyiz?

Bizim birbirini takip eden iki araştırmamız var. İlkinde bütün kimlikler üzerinden ötekileştirme/meyi ele aldık. İkincisinde ise kutuplaşmaya özellikle parti taraftarları arasındaki kutuplaşmaya odaklandık. Siyasal sistemimizde, siyasi parti üyeliği grup kimliği haline geldi. Ötekileştirme araştırmamızdaki bulguların büyük bir kısmını siyasi partileri taraftarlarında da tespit ettik. Sosyal mesafe başta olmak üzere parti tercihlerinin bizim kimliğimiz haline gelmesiyle, kutuplaşmayı fazlasıyla gözlemler hale geldik. Yansımalarına baktığımızda,  kutuplaşma var veya yok demek de bir kutuplaşma konusu olarak tartışılır hale geldi. 

Siz “Olguların yerini, algılarımız alıyor ; gerçeğin farklı okumalarını yapmamız gerekiyor.” diyorsunuz. Açıklar mısınız?

Bizim araştırmalarımızda çok dikkatimizi çeken şey, değerler ve ideolojiler üzerinden farklılaşma vurgulanıyor ama temel olarak adalet, eşitlik, özgürlük gibi belli bazı konularda ortaklaşma olduğunu görüyoruz.  Ancak “Türkiye’de durum nedir? Türkiye’nin sorunları ya da sorunların nedeni? Sorumlusu kim?” diye sorduğumuzda, çıkan resim bize farklı Türkiyeler gösteriyor. Bu nedenle, “gerçeğin” farklı okumalarının yapıldığını görüyoruz. Farklı Türkiye tarifleri var. Kendi fanuslarımızda bilgiyi edindiğimiz kaynaklarla, kendimize bir gerçeklik çiziyoruz. Yukarıda tartıştığımız birçok nokta gibi bu da sadece Türkiye’ye özgü bir sorun değil, dünyada da işte  “post-truth” gerçek-üstü çağında ortak problem… Tarafsız şekilde bilgiyi edinmeyip, “olgu”ları öğrenemediğimizde, kendi emin olduğumuz kanılarımızı pekiştiriyoruz. Yankı odalarının önemli bir kavram olarak hayatımıza girmesinin sebebi bu: genelde bizim gibi düşünen ve bakan kişilerden bilgiyi ediniyoruz ve farklı perspektifleri göremiyoruz, sesleri duyamıyoruz. Antik Yunandan beri neyin doğru olduğu tartışması vardı. Ancak bugünkü tezahürü biraz daha farklı… 

Farklı olan nedir? 

Bugün çok ve çeşitli bilgi kaynağı var ve çok fazla bilgi alıyoruz, karşılaşıyoruz. Bunların belli algoritmalarla da olduğunu da biliyoruz. Sosyal medya başka bir tür veri kaynağı birçok farklı biçimleri ile… Hangi haberlere maruz kaldığımız, okuduğumuz, duyduğumuz şeyin haber mi yorum mu olduğu bu ortamda daha çok karışıyor. Doğru olmayan enformasyon da hızla yayılabiliyor.

Ötekileştirdiklerimizi merak etmemek genel bir eğilim mi?

Herkes aynı şekilde davranıyor diyemeyiz ama sahada yaptığımız araştırmalarda şunu gördük: zaman çok kısıtlı ve bize bir sürü kanaldan bilgi akıyor.  Dahası, çok fazla yanlış, hatalı bilgi olabiliyor. Araştırmalar, yalan bilgiyi daha sonra düzeltmenin zor olduğunu gösteriyor. Belirsizlik çağında, gelecek kaygıları, korku ve ekonomik sorunların içinde,daha korunaklı bir alanda tercih ediliyor. Grilikler yerine siyah ve beyaz, iyiler ve kötüler gibi daha keskin ayrımlar işi kolaylaştırıyor. Bunu sosyal medyada da yaşamlarda da görüyoruz.

Nefret söylemi: İnsanlığın Aldığı Yolun Bir Tür Geri Gidişi 

Öteki’nden Öğrenmek konferansı ve 3 ülkenin göç deneyimi çerçevesinde neyi vurgulamak istersiniz? 

 Konferansın 2 hedefi vardı: öncelikle Batı dışında kalan3 ülkenin göç deneyimlerden öğrenmek, ilgili yazının Batı merkezliliğine referansla başka tecrübelerden öğrenmek.Diğer amacı, göçmenden, mültecilerden öğrenmek. Göçün sadece bir güvenlik sorunu olarak algılanmaması ve bu güvenlik dilinin kırılmasının gerekliliğini göstermekti. Göç alan toplum için de göçün çok başka anlamlara geldiğini göstermek istedik. Bu ikisini Türkiye’de düzenlediğimiz bir akademik toplantıda vurgulamak,  tartışmak önemliydi. Çünkü bu yaz itibarıyla, Türkiye’de özelikle nefret söyleminin normalleştiği bir durumla karşı karşıya kaldık. Bu tablo karşısında, bu durumun sorun olarak ortaya konması gerekiyordu. Konferansa katılan Prof. Dr. Dawn Chatty’nin, Oxford Üniversitesi akademisyenlerinden ve alanın duayenlerinden, “bu perspektifi vurgulayarak burada üretmeye ve bu perspektiften bu tecrübeyi paylaşmaya devam etmelisiniz” değerlendirmesi benim çok değerliydi. Bu, şu açıdan da önemli; yer yer nefret söylemine dönüşen bir göçmen karşıtlığını tüm dünyada gözlemleyebiliyoruz…  Bu aslında insanlığın aldığı yolun bir tür geri gidişi…

Türkiye’de resmi söylemde geri dönüş öne çıkarken, bir yandan da karar alıcılar sosyal uyum çalışmalarını sürdürüyor. Bu durumda sosyal uyum politikaları ne ölçüde başarılı olabilir?

Güvenlik tartışması dışında, bu bir insanlık sorunu ve önemli bir toplumsal tartışma noktası. Türkiye’de mültecilerle ilgili olarak güvenli bölge tartışmaları da dâhil olmak üzere, 2011’den beri birçok süreçten geçtik. Göç ile ilgili çalışmaların izne bağlandığı bir dönemden, bu gün artık diyalogun daha açık olduğu, ortak çalışmalara daha sıcak bakılan, sosyal uyum kelimesinin tercih edildiği bir duruma geldik. Sadece bir tarafın entegre olması (integration)  değil, beraber bir uyumdan bahsedilen (harmonization) politikaların hayata geçtiğini görüyoruz. Mülteciler sayesinde Türkiye’de sivil toplumun da dâhil olduğu çok inanılmaz deneyimler biriktiriyoruz. Bu tecrübeleri konuşmak, iyi örnekleri daha fazla anlatmak ancak eksikleri de söylemekten çekinmemek gerekiyor. Ancak Türkiye’de ötekileştirme sorunu mültecilerden önce de zaten vardı. 

Mülteciler ötekileştirmenin artmasına mı sebep oldu?

 Ötekileştirme mültecilerle birlikte çok daha rahat bir dil ile ifade edilir oldu. Merkez olarak çalışmalarımızın amacı,  bu yaklaşımın sorgulanması ve değişmesi… Tabi bu sadece bizim yapabileceğimiz bir şey değil. Bireysel olarak her bir kişinin “bu zorunlu göç sürecinde ben olsam, ne yapardım? Mülteci olarak neler yaşardım?” sorununu kendine sorması gerekir. Aslında hepimizin belli oranda göç öyküsü var. Ülke ve dil değişikliği ise bunu daha da zorlaştırıyor. Özellikle savaş deneyiminden gelen mültecileri anlamaya çalışırken,  hepimizin mülteci kavramını anlaması gerekiyor. Göçmenlikten farklı olarak mültecilik bir zorunlu kaçış… Mültecilik, göçmenlik deneyimini de içeriyor ama bu zorunluluğun, birden hiçliğe dönüşmüş olmanın, birikimin sıfırlandığı koşulları anlamak lazım.  

Ötekinin Varlığının Öğreticiliği: Biz’i Öteki’yle Anlamak 

Öteki’ni, bu durumda mülteciyi neden anlamamız gerekiyor? Niye böyle bir zahmete girelim? Öncelikle göçmen karşıtlığının en önemli noktalarından biri, 3 farklı alanda tehdit olarak görülmeleri.  Ekonomik olarak tehdit görmek; yaşam şekline tehdit görmek ve özellikle 11 Eylül sonrası fiziksel olarak tehdit altında olunduğu anlayışı…Gerçekte öyle olmasından ziyade,  algı, tehdit algısı çok önemli. 3 farklı alandaki bu tehdit algısı, korku yaratıyor. Korku, bilinmezlik ve net olmama hali, çoğumuzda var. Göçmenler işte günah keçisi oluyor, dışarıdan geleni sorumlu göstermek en kolayı. “Neden ötekileri anlamak isteyelim?” sorusunun yanıtı dabu noktada bence önemli: neden korktuğumuzu bilmek, korktuğumuz şeyin gerçek olup olmadığını düşünmek ve bilmek iyi bir şey. Ötekileştirmede mekanizmanın nasıl olduğunu, bizim nerede durduğumuzu, algılarımızı anlarsak, bu kendi grubumuzu daha doğru şekilde değerlendirmenizi sağlar. Yani, öteki’ni anlamaya çalışmak kendimizi anlamaya dair önemli bir yol almamızı sağlar.  Kendi grubumuza da ayna tutar. Aslında kendi grubumuza da eleştirel bir biçimde bakabilmek çok hayati… 

Ötekileri yok sayarak toplumsal biraradalık sürdürülemez mi? Ötekilerin öteki kalmasının ne sakıncası var?  

Bunu ötekileştirme araştırmalarımızda, odak gruplara yönelttiğimiz bir sorunun yanıtını değerlendirirken fark ettik: “biz ideal toplum hayalimizde, kimleri dışarıda bırakıyoruz ?”  Ötekileştirilenler, ütopyalarındaki topluma öteki gördüklerini dâhil etmiyorlar. Bir grubu hayalinizdeki toplumda dışarıda bırakıyor musunuz? Tümüyle bir grubu dışarıda bırakacak şekilde bir grubu ötekileştirmek,  bunlar benimle beraber bu toplumda yer almasın demek. Bu bir turnusol kâğıdı: kurguladığımız toplumda, bir grubu dışarıda bırakmak, bir gruba negatif özelikler atfetmek ve o grubu şeytanlaştırmak… Ayna dediğimiz ve kendimizi anlamamıza yol açacak sorulardan biri bu…

Karşılaşmalar Ve Temas Ötekileştirmeyi Azaltıyor  

Ötekileştirme nasıl azalabilir? 

Literatürde ve bizim araştırmamızda da çıkan önyargıları kıran en büyük mekanizma:  karşılaşmalar ve temas. Kendi deneyimlerimizin dışına çıktığımızda, farklı deneyimlere açık hale geldiğimizde, farklı öyküleri dinlediğimiz ve bildiğimizde, ötekileştirme azalıyor. Öteki ile karşılaşmama ve temas etmeme halini bir problem olarak ortaya koymalıyız.  Eğitim hayatımızda ne kadar çok farklılıklarla karşılaşırsanız, sınıfsal farklılıkların yanı sıra, çeşitlilikler, deneyimler… Kapsayıcı bir eğitim modelde eğitilirseniz, farklılıklarla beraber yaşamaya alışırsınız. Eleştirel özgürlükçü bir eğitim de çok hayati. Sizden farklı olanlarla karşılaşmasanız bile, kendi grubunuza daha eleştirel bakabilmek, aslında o zaman diğer grupların da kendi içlerinde farklı olabildiğini düşünmemizi sağlar. 

Ötekileştirmenin azalması için siz neler yapıyorsunuz? 

“Ötekileştirmenin mekanizmalarına dair tespitlerimiz üzerinden, şimdi ne yapabiliriz?” bunu düşünüyoruz. Biz akademide ürettiğimiz bilgiyi duyurulabilir kılmak ve toplumla paylaşmak, yaygınlaştırmakla uğraşıyoruz. Ayrıca “Ne tür mekanizmalarla bu karşılaşmalar sağlanır?” bunu düşünüyoruz.  Biz üniversitede “nasıl bir liberal eğitim verelim ki öğrenciler buna açık olsunlar?” bunu sorguluyoruz. Ötekileştirme araştırmamızın en temel bulgulardan biri, sosyal, sanatsal, müfredat dışı her aktivitenin ötekileştirmeyi azalttığı idi. Bir faaliyet-iş çerçevesinde farklı grupları bir araya getirmek, buradan karşılaşmaları çoğaltarak en azından korkuların neler olduğunu,  kökenleri bilmek, belki günah keçisi ilan etmek yerine kendi içimizden o noktaları çözmeye başlayabiliriz. Ötekileştirmeyi anlamaya çalışmak sadece akademik bir dert değil; bu ortak sorunumuz. Tam da şu anda dünyada aslında üzerinde tartışmamız ve çalışmamamız gereken alan. Ancak bu bir ortak akıl konusu; tek bir ekiple çözülemez, hep beraber düşünecek, ortak akılla çözüm üreteceğiz. Ayrıca kanımca ortak sorunları konuşabilmeyi çok kıymetli görüyorum. Bakım alanı gibi sorunlarımızın ortaklaştığı çok fazla nokta var. Bu sorunlardan başlamak faydalı olabilir. 

Ortak Akıl İle Ortak Sorunları Konuşmak Çok Kıymetli 

Türkiye’de STK’lar ötekileştirmenin bir sorun olduğunun ne kadar farkında?  Ötekileştirmenin azalmasında nasıl katkı sağlıyorlar? 

Sivil toplum sahada ötekileştirmenin azalması için önemli rol üstleniyor. Bütün STK’lar için bir şey söylemek zor: savunuculuk yapan, daha hak temelli çalışan, daha bilinçli şekilde bu işi yapan kurumlar var. Ancak mülteci alanındaki STK çalışanlarının da sahada ikincil travmaları olabiliyor.  Çalışan ve gönüllüleri yıpratmadan sivil toplum faaliyetlerinin sürdürülebilmesi ve iyi örneklerin çoğalması için neler yapılabileceğinin düşünülmesi gerekiyor. Süpervizyonu da içeren çalışan eğitimi ve desteği çok önemli.

Sizin ötekileriniz var mı?

Ekibimiz açısından da bu tartışma konusu idi. Ben ötekileştirmeden de yaşanabileceğini düşünüyorum. Herhangi bir grubu ötekileştirmiyorum. Bireysel olarak mesafeli olduğum insanlar tabii ki var ama bu insanların da benimle aynı hakları olması gerektiğini düşünüyorum. Herhangi bir gruba negatif özellikler yüklemiyorum. Aslında yücelttiğim, kendimle özdeşleştirdiğim tek bir grup da yok denebilir, sınırlı bir aidiyet hissim var. Kimlik teorisinde,  ben’in kendini tanımlaması için öteki gerekiyor. Ancak biz çalışmamızda biz bu öteki’ni diğeri olarak ifade ettik ve “ötekileştirme” dediğimiz eylemi tanımlamaya çalıştık. Yukarıda ele almaya çalıştığım üzere sosyal mesafeyi, kendi grubunu yüceltip, öteki gruba negatif özellikleri vererek, insan dışılaştırmaya varan aşağılamayı ve aynı haklara sahip görmemeyi içeren bir eylem

Ötekileştirme sürecinde kendimizi sorgulamamız, aynaya bakmamız ve ötekileştirmeden yaşamak için, başlangıç olarak ne yapalım?  Ne önerirsiniz?

 Siyasal davranışlarda duyguların önemi özellikle popülist siyasetin yükselişiyle daha fazla tartışılır oldu. Bir yolculuk, bir film veya bir kitap başlangıç olarak ötekileştirmeyi düşünmemizi sağlayabilir, duyguları değiştirebilir. Ancak duygu kırılmaları ve duygu değişikliğinin yanı sıra, asıl davranış değişiklikleri için farklı deneyimlerin yaşanması gerekiyor. Sosyalizasyon sürecini belli açıdan tamamlandıktan sonra, ötekileştirme sürecinin sorgulanmasını ve ilk adımın atılmasını sağlamak oldukça zor. Farklı tecrübeleri yaşar hale getirmekle mümkün olabilir. Küçük yaştan itibaren eğitim sisteminin kapsayıcı hale getirilmesi ve eğitim müfredatında buna ilişkin değişiklikler yapılması çok önemli çünkü sınıf içinde farklılıklar zenginlik olarak algılanır,  normalleşirse toplum içinde de farklılar normalleşir.