TİHEK’ten ‘Şiddetin Önlenmesi Çalıştayı…

19 Kasım 2019
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK), insan onuruna, yaşam hakkına, özgürlük ve güvenlik hakkına, toplum hayatına, özel hayata ve aile hayatına zarar veren şiddet sorununa çözüm üretmek amacıyla, çok sayıda akademisyen ve sivil toplum kuruluşu temsilcisini Ankara’da 15-16 Kasım 2019 tarihlerinde “Şiddetin Önlenmesi Çalıştayı”'nda bir araya getirdi.

TİHEK Başkanı Süleyman Arslan, “Şiddet Toplumundan Merhamet Toplumuna” başlığıyla düzenlenen çalıştayın açılışında yaptığı konuşmada, devletin yaşam hakkını ve diğer temel hak ve hürriyetlerini korumakla yükümlü olduğu gibi egemenliği altındaki insanların, insan haklarına saygılı olarak yetişmelerini sağlayacak her türlü tedbiri almakla da yükümlü olduğunu belirtti.  Şiddetin  her durumda insanlar, kültürler, toplumlar, değerler ve inançlar arasında kavga, sürtüşme ve çatışma ortamı oluşturarak etki alanını genişlettiğini belirten Arslan, “Bugün, burada, toplumumuzun ve insanlığın karşı karşıya kaldığı şiddet olgusunu konuşmak, tartışmak, şiddetin ülkemizden ve dünyamızdan uzaklaşması, her bir insanımızın onurunun korunması, yaşadığımız mekânların sevgi, rahmet ve merhametle dolması için yapılabilecekleri bir kez daha düşünmek, tespit ve önerilerimizi kamuoyuyla, tüm insanlıkla paylaşmak üzere toplanmış bulunuyoruz.” dedi.

Toplumu şiddet sarmalına iten sebepleri değerlendiren Arslan, ”Neyi, nasıl yaptığımızı ya da yapamadığımızı yeniden düşünmek zorundayız. Her şiddet olayına, failine ve mağduruna aynı duyarlılık ve hassasiyetle yaklaşıp yaklaşmadığımızı samimi olarak sorgulamak durumundayız. İçinde yaşadığımız dünya, evde, eğitim hayatında, çalışma yaşamında, sosyal ve siyasal platformlarda sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, psikolojik, sözlü, dijital ve sair şiddetin tüm boyutlarının ve çeşitlerinin yoğun şekilde yaşandığı bir dünyadır. Sözlü tacizden hayata kasta kadar her tür şiddet, yaygın bir şekilde yaşanmaktadır. Şiddet, insan haklarını ihlal ve tehdit toplumun bütün kesimlerini tehdit eden şiddet kimi ülkelerde ön yargı, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yoluyla kurbanlarına yenilerini ekleyerek yayılmaktadır; insan onuruna, yaşam hakkına, özgürlük ve güvenliğe, aile kurumuna ve özel hayata, toplumun geleceğine zarar vermektedir.” diye konuştu.

İnsanların yaşam haklarına, vücut bütünlüklerine, onuruna, inanç ve düşünce özgürlüğüne yönelen her insafsızca müdahale esasen bir şiddet unsuru barındırmaktadır.

Şiddet Olaylarındaki Sorumlulara Dikkat 

Arslan, yaşam hakkı başta olmak üzere bütün temel hakların korunmasından öncelikle devletin sorumlu olduğuna işaret ederek şöyle konuştu: “Bununla beraber, sadece devlet değil toplum ve toplumu oluşturan ilgili bütün özel ve tüzel kişiler de kendilerini ilgilendirdiği ölçüde insan haklarından sorumludur. Bir ülkede kişiler birbirinin hayatına son veriyorsa veya diğer haklarını ihlal ediyor, şiddet uyguluyor, onurlarını zedeliyorsa başkalarının haklarına saygıyı öğretemeyen aileler sorumludur.  Haklara saygıyı öğretemeyen, şiddeti bir sonraki nesle aktaran ve şiddet üreten bir eğitim sistemi sorumludur. Şiddetin önlenmesi için gerekli düzenlemeleri yapamayan bir yasama erki iktidarı ve muhalefetiyle birlikte sorumludur. Bu konuda gerekli önlemleri alamayan kolluk kuvvetleri ve yürütme gücü sorumludur. Etkin soruşturma yapamayan ve adil cezalar veremeyen yargı sorumludur.”

Kadına Şiddet İstatistikleri…

Türkiye’deki kadın cinayetlerine de değinen ve kadına yönelik şiddet ve boşanma rakamları hakkında bilgi veren Arslan, ”Yapılan kanuni düzenlemelerin ev içi şiddeti frenlediği kabul edildiği durumda da sorulması gereken soru şudur: ‘Ne olmuştur da 2001’deki evlenme sayısı ile 2018’deki evlenme sayısı aynı kalmasına karşın 91 bin 994 olan boşanma sayısı 2018’de anlaşmalı boşanmalar dâhil 240 bin 613’e ulaşmıştır?’ Sonuçta, boşanmalar aile içinde yaşanan çeşitli tür şiddetin dışa yansımasıdır. Boşanmayan ancak huzursuzluk yaşayan ailelerin varlığı da bir gerçektir. Bu şiddet ortamının en büyük mağduru olan çocukların suça sürüklenme riski de artmaktadır.” dedi.  Türkiye’de 2005 yılında 55 bin 870 olan tutuklu ve hükümlü sayısı 2019 yılında 280 bine yaklaştığını belirten Arslan, “2018 yılında şüphelilerin cinsiyete göre oranı, %85,1’i erkek, %14,9’u kadın şeklinde oluşmuştur. Hüküm giyenler tarafından en çok işlenen suçlar ise hırsızlık, yaralama, icra iflas kanununa muhalefet, uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti, yağma, sahtecilik, tehdit ve öldürme suçları olmuştur. Görüldüğü üzere, şiddetin önlenmesi için sadece münferit olayların üzerine gidilerek veya cezalar arttırılarak bir sonuca ulaşılamamaktadır. Nitekim, kadın cinayetlerinde faillerin %16’sı cinayetten sonra kendisini öldürmekte, intihar etmektedir. Bu kişileri bu cinayetlere sevk eden saiklerin doğru belirlenmesi ve değerlendirilmesi son derece önemlidir. Kendisini öldürmeyi göze alacak kadar travma yaşayan bir kişiyi hiçbir ağır cezanın cinayetten döndüremeyeceği açıktır. Bu nedenle, yaşanan şiddet olgusu acilen bütün yönleriyle ele alınmak zorundadır. Şiddete yol açan olgu ve etkenlerin ortadan kaldırılması için kapsamlı çalışmalar yapılmalıdır.” diye konuştu.

“Mevcut sözleşmeler ve kanunlar gözden geçirilmeli, uygulama hataları ortadan kaldırılmalı, şiddeti üreten kaynakların kurutulması gerekiyor”

Çözümü sadece kanunda aramak yerine diğer normatif disiplinlerin de devreye sokulması gerektiğini savunan Süleyman Arslan, “Bu konuda manevi değerlerimizden de istifade edilmelidir. Farklılıkları ahenk zemini olmaktan çıkarıp çatışmaya dönüştüren sosyo-kültürel ortam gözden geçirilmelidir. Şiddet araştırmaları yapılırken mağdur odaklı çalışılmakta, fail odaklı çalışma eksik bırakılmaktadır. Mağdur odaklı çalışmanın yanında fail odaklı çalışma da yapılmalı, fail odaklı bakış açısı da dikkate alınarak sorunların çözümüne katkı sağlanmalıdır. İnsan hakları sadece devletle birey arasındaki dikey ilişki ile sınırlı bir anlayış olmaktan çıkarılmalıdır. Bireyler arasındaki yatay ilişkilerin de insan haklarının vazgeçilmez bir boyutu olduğu zihinlere nakşedilmelidir. İnsan haklarının bir ahlak olduğu, bu bilinç içinde içselleştirilmesi gerektiği öğretilmeli ve insan hakları eğitim yoluyla bireysel yaşamda da uygulanabilir kılınmalıdır. Aksi takdirde insan haklarının korunup geliştirilmesi ve şiddetin önlenmesi amacı bir hayal olmaktan öteye geçemeyecektir. Biz kadın erkek cinsiyet ayrımcılığıyla da mücadele eden bir kurum olarak kime yönelik olursa olsun şiddetin her türlüsüne karşı çıkıyoruz. Cinsiyeti, ırkı, rengi, etnik kökeni, dili, dini, inancı, mezhebi, felsefi veya siyasi görüşü, medeni hali, yaşı, doğum durumu, sağlığı veya engellilik durumu ne olursa olsun her insan, onur bakımından eşit doğar. ” diye konuştu. Arslan, erkeğin kadına yönelik şiddetini de, kadının erkeğe yönelik şiddetini de erkeğin erkeğe yönelik şiddetini de kadının kadına yönelik şiddetini de reddettiklerini belirterek. “Canlar arasında cinsiyet farkı gözetilmesini ayrımcılık olarak görüyoruz.” şeklinde konuştu. 

İki gün boyunca süren çalıştayda; şiddetin farklı boyutları, aile içi şiddet, sporda şiddet, medyada şiddet, eğitimde şiddet gibi konu başlıklarıyla tüm yönleriyle tartışıldı.