Güvenlikçi Değil İnsan Hakları Temelli Mülteci Politikası Vurgusu..

13 Kasım 2019
Sağlık İlke Sen ve Eğitim İlke Sen'in birlikte düzenlediği "Sağlık Problemleri Ve Hukuk İhlalleri Karşısında Mülteciler" panelinde konuşan Av. Abdulhalim Yılmaz, "Mülteci meselesini 'güvenlikçi' bir mantıkla değil 'insan hakları' temelinde ele almalıyız" dedi.

Sağlık İlke Sen ve Eğitim İlken Sen’in birlikte düzenlediği  “Sağlık Problemleri ve Hukuk İhlalleri Karşısında Mülteciler” toplantısına konuşmacı olarak Dr. Fatma Örgel ile Av. Abdülhalim Yılmaz katıldı.

Av. Mehmet Ali Başaran’ın moderatörlüğünde yapılan toplantıda konuşan Dr. Fatma Örgel, göç krizlerinde ilk 3-4 yıl akut dönem olarak kabul edildiğini belirterek, “Türkiye’nin ilk 3-4 yılda, akut krizi yönetmekte görece başarılı olduğu söylenebilir fakat 4-5 yıl geçtikten sonra artık ayağa kaldırılıp topluma entegre edilmesi gereken insanlar uzamış bir misafirliğin mağduru olmaya başladılar” dedi. Misafirlik söyleminin mültecilere temel haklarını vermemek için kullanılan “yumuşak” bir dil olduğunu savunan Örgel, “7-8 yıldır buradan olan ve halen insani yardıma muhtaç şekilde yaşayan, temel haklarından yoksun insanlarda ciddi “kronik stres sendromları” gelişiyor. Ayrıca entegrasyonun başarısız olması gettolaşmaya, kaçak işçiliğe, emek sömürüsüne, çocuk istismarına ve benzeri bir sürü soruna neden oluyor. ‘Geçici Sığınmacı’ kimliği olmayan hiçbir sığınmacı Acil Servis Hizmetleri ve Enfeksiyon Hastalıkları dışında hiçbir sağlık hizmetini alamıyor. Kronik Hastalığı olan pek çok hasta tedaviye erişemiyor. Bu insanlar bir yandan da çalışan insanlar, yerlilerin çalışmayacağı işlerde ve çalışmayacağı ücretler çalışıyorlar, en temel sağlık hakkına erişemiyorlar. Geçici Sığınmacı kimliği olanlar ise kayıtlı bulundukları şehirlerde sağlık hizmetinden yararlanabiliyor. Bu aileler birleştikçe sorun oluşturuyor. Çocuklar ve ebeveynler ya da eşler ayrı şehirlere kayıt edilmiş olabiliyor. ” diye konuştu.

“Amacımız Toplumsal Entegrasyon Olmalı”

Suriyelilerin doğum öncesi kontroller için Suriyeli doktorların merdiven altı kliniklerini tercih ettiklerini sadece doğum anında hastanelere gelmelerinin hem hekim hem hasta için ciddi bir zorluk olduğunu belirten Örgel, “Bir diğer sorun bu insanlar yoğun bir ekonomik sömürüye maruz kalıyor ve bunu kalabalık ve dar evlerde yaşamalarına neden oluyor. Bir göz evde 10-15 kişi, birkaç aile yaşıyorlar. Bulaşıcı hastalıkların tedavisini ve kontrolünü zorlaştıran bir durumdur bu. Aynı zamanda mahremiyet algısını kaybediyorlar. Çocuk istismarları, 18 yaş altı gebelikler artıyor. 7-8 yıldır sürekli göç eden ve eğitim alamamış çocuklar, temel sağlık ve hijyen bilgisi edinemiyor. Okul yaşındaki çocuklar çalışmak zorunda kalıyor. Ruh Sağlığı, çok sık es geçilen bir bahis, devlet dahil hiçbir kurum -birkaç dernek dışında- bu konuda çalışmıyor.” dedi.

Çözüm önerisi için mültecilik statüsünün verilmesinin gerekli olduğunun altını çizen Örgel, “Amacımız toplumsal entegrasyon olmalı. Kendi geçimlerinin yardım almadan sağlayacak duruma gelmelerini sağlamamız lazım. Kadınların entegrasyonu daha zor, erkekler çalışıyor ve toplum içine giriyorlar kadınlar ise eve kapanıyor ve savunmacı bir izolasyona çekiliyorlar. Kadınların entegre edilmesi bu yüzden önemli. Dil kursları ve meslek edindirme kursları önemli. AB finansmanı ile Göçmen Sağlık Merkezleri açıldı. Burada Suriyeli hekimlerden sağlık hizmeti alabiliyorlar. Fakat sayıları yetersiz. Bu hizmetler ASM’lere dağıtılabilir.” diye konuştu.

AB Türkiye İlişkilerinde Temel Mesele: Mülteciler

Av. Abdulhalim Yılmaz da, hak ihlallerine karşı en dezavantajı kesimin mülteciler olduğunu belirtti.  Zorunlu nedenlerle göç eden herkesin mülteci olarak kabul edilmesi gerektiğini belirten Yılmaz, “3 milyon kadar insan kayıtlı, yaklaşık beş milyon kadar insan olduğu söyleniyor. Bunlardan sadece 70 bini Zorunlu nedenlerle göç etmiş herkes “mülteci” kabul edilmeli. Türkiye Cumhuriyet Cenevre Mülteci Sözleşmesine taraf, işi mevzuata boğmamak lazım. Bu insanlara, sözleşmeye konulan coğrafi şerhten, mültecilik hakkı verilmiyor. “ Misafir” kavramı ilk defa Rus-Çeçen savaşında Türkiye’ye sığınan 1000-1500 Çeçen için kullanılmıştı. Misafir gelir ve gider. Kulağa hoş geliyor ama meselenin hukuki kısmını örtmek için kullanılan bir kavram. Devlet bu kelimeyi kullanmasının bir diğer nedeni de Uluslararası ilişkiler. Böyle bir belirsizlik içinde göçmenler çalışma izni alamıyorlar, oturma izni alamıyorlar. Kaçaklığa mahkûm ediliyorlar.” dedi.

Türkiye’nin ekonomik yapısının mültecilerin geldiği ülkelere göre daha iyi ve tercih edilebilir olduğunun belirtilmesi gerektiğini ifade eden Yılmaz, ” Bu insanlar kalacak yer, yiyecek ve evlerine para gönderebilecekleri bir iş arıyorlar. Devlet bu durumu görmezden gelmemeli, bu insanlar bu ülkeye değer kazandırıyor. Hiçbir düzenleme yapılmazsa kazanan sadece sermayedarlar olacak. Devletler hiç kimseyi ölüm riski ya da işkence riski olan yerlere geri gönderemez. AİHM’nin emsal kararları var. Fakat İstanbul’da kayıtlı olmasına rağmen geri gönderilen Suriyeliler mevcut. Konuyu “güvenlikçi” bir mantıkla değil “insan hakları” temelinde ele almalıyız. Olması gereken gerçekleri kabul etmek. İnsanlar Hz. Adem’den beri göç ediyorlar. Buna bağlı politikalar üretilmeli. Mültecilerin potansiyeli de karşılıklı fayda esasıyla değerlendirilebilir.” diye konuştu.