ÇİTTA’dan Ekolojik Filmler Festivali…

Çukurova İnsan, Tohum Toprak Atölyeleri (ÇİTTA) tarafından düzenlenen “ÇİTTA Ekolojik Filmler Festivali” 25 – 26 Mayıs tarihlerinde Mersin Yenişehir Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi.

Festivalin ana destekçileri Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali (SYFF) ve Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği iken, yerel destekçiler de Mersin Büyükşehir Belediyesi, Mersin Yenişehir Belediyesi, Mersin Kent Konseyi, Kültürhane ve Gaia Future Food idi. SYFF 2018 seçkisinden 17 ekoloji odaklı belgesel Mersinli izleyicilerle buluştu.

SYFF’den kordinatör Barbara Yazırlıoğlu Mersin’deki gösterimlerde yer aldı. Yazırlıoğlu festival sürecine ilişkin en büyük sıkıntılarının büyük kitlelere ulaşamamak olduğunu belirterek, “Ne kadar çok duyuru yapsak da küçük bir kitleye ulaşabiliyoruz. Daha fazla insan çekemiyoruz. Sanırım isimden de kaynaklı; ekolojik olması insanları biraz düşündürüyor da olabilir. İlgi çekici bulmuyorlar sanırım. Çünkü şu anki nüfus popüler kültüre daha yakın, konunun önemini yeterince kavramamışlar. Bu filmlerin neye dair olduklarını bilmiyorlar ama öğrenmek de istemeyen bir kitle var. Biz bu kitleyi yakalamaya çalışıyoruz” dedi.  Bu yüzden çalışmalarını sürdürdüklerini belirten Yazırlıoğlu, “Ne kadar çok insana yayılırsa o kadar çok farkındalık artar, farkındalık arttıkça da insanlar tükettiği yiyecekleri, havayı, doğayı daha bilinçli tüketirler. Türkiye’nin pek çok yerinde SYFF’nin düzenlediği gösterimlerde yer aldım. Her şehrin dinamiği farklı elbette, Mersin’de ise aslında bu sene daha geniş bir kitleye ulaşabildik. Daha iyiye gidiyoruz. Kâğıt basmak yerine sosyal medyadan sesimizi duyurduk. Böylece hem daha ekolojik hem de daha etkili oldu.” dedi.

“Doğayı Her Yerde Koruyucağız”

Festivalde filmlerin yanı sıra, filmlerde ele alınan konularla ilgili yerelden uzman konukların katılımıyla sohbetler de gerçekleştirildi. 25 Mayıs Cumartesi günü ODTÜ Erdemli Kampüsü Deniz Bilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Doç. Dr. Korhan Özkan izleyiciyle bir araya geldi. Bir doğa bilimcisi olan, dünyanın ve Türkiye’nin dört bir yanında, Kuzey Kutbu’nda ve pek çok yerde araştırma imkânı olduğunu belirten Özkan, “Kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu belgesellerde gördüğümüz o doğanın muhteşem anlarının pek çoğuna tanıklık etme imkanlarım oldu. Kutuplarda sudan sıçrayan balinaları görmek veya Kuzey Denizi’nde deniz papağanlarını görmek benim için çok etkileyici olmuştu. Ama doğa her yerde, Vamizi belgeselinde çok güzel bir bitiş cümlesi vardı: ‘Doğa her yerde. Her yerde koruyacak, bu savaşı her yerde vereceğiz.’ İnanın bu filmde gördüğünüz her şey elinizin uzanacağı uzaklıkta. Marmaris’te haziran ayında Boncuk Koyu’na giderseniz sabah erken saatlerde kum köpekbalıklarıyla birlikte yüzebilirsiniz, son derece zararsız hayvanlardır. Deniz kaplumbağaları şu anda Mersin’in tüm kumullarında bizim kampüste de görebilirsiniz. Her akşam binlerce deniz kaplumbağası kıyılarımıza çıkıyor. Bütün bunlar el atabileceğiniz uzaklıkta, tanık olmak mümkün.” diye konuştu.

Dünyada üretilen enerjinin, maddenin yüzde 50’si doğrudan ya da dolaylı olarak insan tarafından kullanıldığını hatırlatan Özkan, “Oysa biz bir türüz sadece, bizimle birlikte adlandırabildiğimiz 2,5 milyon tür daha canlı var. Bu dramatik bir durum. Ancak ben umutsuz olduğumuzu düşünmüyorum, Vamizi örneği çok güzel kanıtı. Bunun nasıl olacağı önemli. Bir yaşam stili değişikliği yapmak zorundayız. Eskiden milli parklarda tutardık canlıları, ancak milli parklarla doğayı korumak mümkün değil. Yeni bir yol bulup kentte hem insanı hem doğayı bir arada var edecek çözümler bulmamız gerekiyor. Örneğin Mezitli’de (Mersin) deniz kaplumbağalarının yeniden üremesi için kumsal ve deniz lazım, bunlar zaten var. Üremesi için tek yapmamız gereken insan etkilerini kontrol edebilmek. Akdeniz fokları yeniden Mersin Limanı’na çıkabilir, deniz kaplumbağaları yeniden kumsallarımızda olabilir, başarıp ulaşabileceğimiz şeyler bunlar. Kent olarak, ülke olarak, insanlık olarak bir karar aşamasındayız; doğanın bizimle birlikte var olmasına izin verecek miyiz yoksa hep beraber yok mu olacağız?” dedi.

Gıda Krizine Bir Çözüm Olarak Kent Bostanları

26 Mayıs Pazar günü de Mersin Üniversitesi’nden Melike Selin Durmaz Ekenler ve Çitta Gıda Topluluğu üyeleri yereldeki deneyimleri üzerinden bilgi paylaşımında bulundu. Ekenler, kentlerde yereldeki sorunları çözmeye yönelik çok çeşitli bahçe ve bostan uygulamalarının önemine değinerek insanların buralarda hem bir araya geldiklerini hem de küçük de olsa temiz gıda üretildiğini belirtti: “Bahçe ve kent bostanları, kentte betonlaşan, kamusal alanın giderek daraldığı yerde bir araya gelerek topluluk inşasının gerçekleştiği alanlardan biri. Kadın kooperatifleri, gıda kooperatifleri de birer bostan örneği aslında. Çünkü yaparak bir araya geliyorlar. Yedikule Bostanları’nda bu filmlerde ve yereldeki bahçe bostan örneklerinde ‘gıda egemenliği’ ve bunun krizi üzerine neler yapılabileceğini görüyoruz. Bazı eylemlerin kentten başlaması gerekiyor zaten. Çünkü esas tüketim alanları kentler. Yine topraktan, insan ilişkilerimizden bağın da giderek uzaklaşıldığı yerler de kentler. Burkina Faso Bereketi filminin sonunda da dediği gibi çocuklar çok önemli. Ben yerelde okullarda da çok çalıştım. Orada çoğu çocuk ve yetişkinler de aslında kimi meyve ve sebzelerin nerede yetiştiğini bilmiyor. Ve gıdanın yolculuğunu farkında değiliz, neye ne kadar sabretmemiz gerektiğini farkında değiliz. Kent bahçeleri bu nedenle önemli; yaparak gösteriyor.”

ÇİTTA Ekolojik Filmler Festivali’nde yer alan filmlerin konuları şu şekilde:

Festivalde Barcelona’da bir tahliye protestosu sonrası şehrin belediye başkanlığı için kolları sıvayan ve bunu başararak kentin ilk kadın belediye başkanı seçilen Ada Colau’nun hikayesi Aday Ada, 30 farklı ülkede mikro krediler ile yenilenebilir enerjileri herkesle buluşturan Angaza Platformu’nun öyküsü Angaza, para için değilde gezegenin faydası için emeklerini ortaya koyanlara ışık tutan Gerçek Değer, Hindistan’ın yoksul mahallelerinde kendilerini dünyaya bağlayan internet laboratuvarlarının kapatılması riskine karşı harekete geçen genç kadınları perdeye yansıtan Açık Pencere, Mozambik’e bağlı Quirimbas Adatakımı’nın en büyük adası Vamizi’ndeki eşsiz doğa güzelliklerin karşı karşıya kaldığı tehlikeleri gözlemleyebileceğimiz Vamizi: Mercan Beşiği, büyükbabasına bahçesinde yardım ederken kendi köklerini yeniden keşfeden genç bir erkeğin hikayesini aktaran Büyükbabamın Bahçesi, koşulsuz vatandaşlık geliri konusunda çalışmalar yürütenlere tanık olacağımız Bedava Öğle Yemeği Cemiyeti, sütün sağlıklı doğal ve zengin besleyici değerler içerdiği algısı ne derece doğru sorusunun peşine düşen Süt Sistemi, Filistinli ve İsrailli çevrecileri bir araya getiren EcoPeace kurucularından Gidon Bromberg’i anlatan Ecopeace Orta Doğu, Kosta Rika’da yoğun turizmin tehdit ettiği %2,5 Osa Yarımadası, giysileriniz nasıl üretiliyorun arka planını ortaya çıkaran Adil Ticaret: İlk Adım, Afrika’nın kuzeyinde sapa bir köyde insanların terk etmek yerine kalıp arazilerini onararak dönüştürmeye karar verdiğinde nelerin mümkün olduğunu gösteren Etiyopya Yükseliyor, Yedikule Bostanları’nın yaşayan en eski bostancısı Recep Eraslan’ın hikayesini aktaran Yedikule Bostanları, Batı Afrika’da bulunan küçük bir ülke olan Burkina Faso’daki tarımsal direnişin ve gıda egemenliği mücadelesini anlatan Burkina Faso Bereketi, sıfır müşteri ve 17.000 çalışan ile bir başarı hikayesini ortaya çıkaran New York Park Slope Gıda Kooperatifinin 40 yılı aşkın başarısının sırrına şahit olacağımız Gıda Koop, kornea ve organ naklinin hayati önemini gözler önüne seren Kornea İkilisive bir avuç sıra dışı genç doktor ve aktivistten oluşan bir ekibin “herkes için sağlık hakkı” için verdikleri küresel mücadeleyi gözler önüne seren Yörüngeyi Değiştirenler filmleri yer aldı.

ÇİTTA’dan Alper Tolga Akkuş ve Emre Murat Varlık’la temelde üretici ve tüketiciyi bir araya getirmeyi hedefledikleri bu kolektif topluluk ve festivalle ilgili konuştuk:

Temel olarak üreticiyle tüketiciyi bir araya getiriyorsunuz, bu ihtiyaç neyden kaynaklanıyor?

A.T.A: Bu ihtiyaç çağımızda gıdanın sağlıksız olmasından kaynaklanıyor. Hazır gıda çok sıkıntılı, ambalajlı ürünler de öyle. Endüstriyel üretimde ilaç kullanımı çok fazla.

E.M.V: İnsanları bir araya getiren en büyük ihtiyaç, temiz gıdaya ulaşım ihtiyacı elbette. Çukurova Bölgesi her ne kadar çok büyük tarımın yapıldığı bir yer olsa da kullanılan ilaç miktarı o kadar yüksek miktarlara ulaştı ki taban altı sularımızda bile kirlilikler görülmeye başlandı. Öncelikle insanlar bu amaçlarla, temiz gıdaya nasıl ulaşabiliriz düşüncesiyle hareket ediyor. Bunu yapmanın tek yolu da ya kendiniz üreteceksiniz ya da bulamıyorsanız üreticiyi bulacaksınız, onu da bulamıyorsanız organik pazarların yolunu tutacaksınız.

Öyleyse ilk hedefiniz üretmek.

E.M.V: Evet, ilk hedefimiz üretmek. En küçük kapasitede bile olsa, balkonumuzda küçük bir şeylerde de olsa üretmek. Kendi ihtiyacımızın ya da çevremizdekilerin ihtiyacının bir kısmını da olsa karşılayabilecek kapasiteye ulaşmak. Kendimiz üretmediğimiz sürece doğru yapıldığından emin olma şansımız çok yok.

ÇİTTA’da süreç nasıl ilerliyor?

  1. M. V: Biz üreticiyi buluyoruz, onunla bir anlaşma yapıyoruz. “Biz sana tohumu da vereceğiz, toprağın da güzel, organik ilaç nasıl yapılır, onu da gösteririz, bizim istediğimiz gibi yap. Kimyasal gübre ve ilaç kullanma, ürünün kalitesine razıyız, normalde toptancıya/hale/markete çok düşük fiyatlara satmak yerine biz daha iyi fiyatla alalım” diyoruz. Aracıları ortadan kaldırıyoruz. Onlara 50 kuruş, 1 TL gibi fiyatlara satarken örneğin organik pazarda fiyatı 6 TL olan ürün aracıyı da ortadan kaldırdığımız için 5 TL gibi bir fiyata alıyoruz. Hem satıcının alım garantisi oluyor hem de tüketici temiz olduğunu bildiğimiz gıdaya erişim sağlayabiliyor.

A.T.A:Üretici eskisinden satabildiği fiyattan çok daha iyisine satabiliyor, daha karlı. Çünkü öncesinde o parayı aracı kazanıyordu. Sizin pazarda 6 TL’ye aldığınız domatesi aracılar tarladan 40-50 kuruşa alıyorlar. Bunun içine hal komisyonu vs de giriyor. Her bir aracı yüzde yirmi ekleye ekleye size gelene kadar 6 lirayı buluyor. Ben direk üreticiden alıyorum, 5 liraya alıyorum, kazanacaksa üreticim kazansın. Ayrıca sağlıklı gıdaya da ulaşmış oluyoruz.

E.M.V: Arada ziyaretlere giderek üreticinin takibini de yapıyoruz. Şu anda piyasada herhangi bir ürüne 8-10 kere ilaç atılıyor. Bazı ürünlere ise daha çabuk olgunlaşsın diye hasattan önce 3-4 kere ilaç atılıyor. Sevkiyat zincirinde korumak ve raf ömrünü uzatmak için de tekrardan ilaçlar kullanılıyor.

Peki siz ne kadar miktarda ilaç kullandırtıyorsunuz?

E.M.V:Hayır. Yok. Biz mümkün olduğu kadar hiç kullandırtmıyoruz. Aslında her dakika üreticimizin başında olmadığımız için bilemeyiz ama mesela bizim üreticilerimizden Ali abi (Ali Çelik) bu konularda çok bilgili ve duyarlı. Tahtacı Türkmen köyü’nde (Adana Karaisalı) tepenin üzerinde bir yerde yaşıyorlar, burası 30 yıldır hiç tarımın yapılmadığı bir yer. Zaten orman toprağı, tertemiz, 30 yıldır hiç tarım yapılmadığından ilaç da yok toprakta. Barajın olduğu, şehrin içme suyunun geçtiği bir yer burası. Yapılaşma da yasak, ilaç kullanımı da yasak bölgede. Çukurova’da böyle bir üretici bulmak çok büyük bir şans. Çünkü o kadar çok ilaç attık ki ovada temiz bir yer olduğunu iddia etmek çok zor. Nispeten yukarılar ovaya göre daha temiz. Trafik yoğun olmadığı için şehre göre egzoz gazı da çok daha az. Diğer yandan gıda topluluğuna katılıp sonradan üretici olan arkadaşlarımız da oldu. Her gün daha da çoğalıyoruz. Artık pek çok yerde şehir bostanları kuruluyor. Bunlar da temiz gıdaya ulaşmak için iyi örnekler.

“Yemek yemenin birazcık düşünülerek yapılması gerekiyor, artık mevsimsel döngülere bile bakmadan her an her şeye ulaşabildiğimiz, bolluk bereket ülkesinde yaşadığımız bir şımarıklık söz konusu”

Üretilen ürünlerin dağıtımı nasıl sağlanıyor?

A.T.A: Bir WhatsApp grubumuz var. Orada üreticilerimiz mesela Ali Bey ya da Ebru Hanım her hafta liste gönderiyor; her üründen ellerinde ne kadar olduğunu paylaşıyorlar. Her hafta o işin takibini yapan bir gönüllümüz oluyor. Herkes hangi üründen ne kadar almak istediğini yazıyor. Gönüllümüz Mersin’de tüketiciyle buluşturuyor.

E.M.V:Burada başka bir market olarak görmekten ziyade emek vermenin önemi var. Hayatımızda en önemli aktivite olan yemek yemenin birazcık düşünülerek yapılması gerekiyor. Bugün herkesin kahvaltısında 3 çeşit peynir var, çünkü ulaşımı çok kolay. Artık mevsimsel döngülere bile bakmadan her an her şeye ulaşabildiğimiz ve bolluk bereket ülkesinde yaşadığımız için bir şımarıklık söz konusu. Birazcık daha gıdayla ilgili düşünmeye itmek adına da sorumluluk almak adına da insanların bu zamanını harcayıp çok yoğun tempolarından 2-3 saat zaman ayırıp dağıtımıyla ilgilenmesi veya konuyla ilgili belgesellerin izlenmesi, ekolojik atölye çalışmalarına katılmaları önemli. Kültürhane’de tavukçuluk üzerine bir eğitim düzenledik, 80-90 kişi sığamadık, 5-6 saat süren uzun bir eğitimdi. İnsanlar da kendilerini çaresiz hissediyorlar. Alternatifi yok zannediyorlar. Tarımla uğraşan insanlarda da aynı düşünce var; insanlar başka türlü bir tarımın mümkün olduğunu bilmiyorlar bile. Gübresiz-ilaçsız nasıl olacak diyorlar, çok da güzel olabiliyor. Beslenme çok kompleks bir şey. Doğada ne yiyeceğini bilmeyen tek canlı biziz. Bu konularda doktorlarımız da eğitim hayatı boyunca sadece 6 saat gibi kısa bir eğitim alıyorlar tek ders alıyorlar yani, ziraatçilerimiz tamamen kimyasal ve mekanik bir sistem üzerine eğitiliyorlar. Oysa binlerce yıldan beri süre gelen Çin tıbbından, Hint tıbbından, bizde de İbn-i Sina’dan biliyoruz ki ne yersen osun, yediğin ilacındır aynı zamanda. Şimdiki sistem içerisinde ise ölü bir toprakta ölü bir tarım yapılıyor, bunun sonucu da ağır oluyor, kronik pek çokhastalığın sebebi de bu.

Festivaldeki bu film gösterimleri ile ilgili ne söylemek istersiniz?

M. V:İnsanların bu filmlerde anlatılan iyi örnekleri bilmesi adına önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü kendi yoğun zamanlarında araştırabilecekleri, peşine düşüp öğrenebilecekleri şeyler değil. İnsanların davranış değiştirmeleri yani üretim ve tüketim sürecine daha iyi katılabilmeleri için güzel örneklere ihtiyaçları var. Festivalin amacı da bu. Sadece tarıma indirgemek de yanlış, her türlü üretimin bir bedeli var. Biz bu bedeli burada ödemiyor bile olabiliriz, giydiğimiz bir t-shirt bile eğer 35 bin km yol yapıyor ve Hindistan’da bir nehri yok ediyorsa bunda bizim de sorumluluğumuz var. Başka türlü bir üretim, başka türlü bir tarım, başka türlü bir şehir, başka türlü bir yaşam mümkün.