İzmir Barosu Herkes İçin Yeni Bir İnsan Hakları Perspektifi Çabasında

“İzmir İnsan Haklarının Başkenti Olsun” vizyonunu konuştuğumuz İzmir Barosu İnsan Haklarından Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Deman Güler, projeyi ‘sadece İzmir’e değil tüm Türkiye’ye yeni bir yaklaşım getirmek, yeni bir umut yaratmak’ olarak anlatıyor.

İzmir Barosu, geçtiğimiz aylarda, çeşitli meslek ve sivil toplum örgütlerinin de katılımıyla İzmir’in potansiyelini kullanarak yerelden insan haklarını inşa etmek, pilot projelerle halkın hak ve özgürlük alanını genişletmek amacıyla yürüteceği “İzmir İnsan Haklarının Başkenti” kampanyasını duyurduğu bir basın toplantısı düzenlemişti. İzmir Barosu İnsan Haklarından Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Deman Güler’le projenin detayını ve hedeflerini konuştuk.

 Önce bu kampanyanın çıkış noktasını hatırlatmakla başlasak…

‘İzmir İnsan Haklarının Başkenti” bir vizyon çalışması ve şu tespitten çıktı: Türkiye’de insan hakları git gide kötüye doğru gidiyor. Uluslararası kurumların özgürlük listelerinde artık Türkiye çeşitli Afrika ülkelerinin bile gerisine düşmüş durumda. Böyle olumsuzluklar var ama bir yandan da Türkiye’nin gençlerinin ve sivil toplumunun çok ciddi beklentileri var, umutları var. Yani bu kadar kötücül olmamak gerektiğini düşünüyoruz bir taraftan da. Bunun için sadece durum tespiti ve hukuki alanda sınırlanmış birtakım planlamalar yapmaktan başka şeyler üretelim dedik. O da işte bu insan haklarının başkenti projesi oldu. Bu temel itibariyle tüm topluma, yani sadece İzmir’e de değil, aslında tüm Türkiye’ye yeni bir yaklaşım getirmek, yeni bir umut yaratmak istedik.

Bu proje biraz da şuradan kaynaklandı: Merkezi hükümetin üstlenmediği ya da üstlenmiş olsa bile sürdürmediği birtakım uluslararası insan hakları ilişkileri var. Bunlar genelde Avrupa Birliği altında bilinir ama aslında bununla sınırlı değildir. Avrupa Konseyi ile olan ilişkilerimiz var, Birleşmiş Milletler üzerinden sürdürdüğümüz ilişkilerimiz var. Yani bizim çağdaş dünyayla devam eden resmi bir ağımız var. Bunlar git gide geriliyor. Biz de bunun böyle olmaması gerektiğini, Türkiye’nin aydın bir yüzünün olduğunu, Türkiye’de özgürlük isteyen gençler olduğunu, Türkiye’nin canlı bir sivil toplumunun olduğunu bilerek ve onlara da biraz ön açıcı, umut verici bir söylemle layık olmaya çalışarak bu çalışmayı başlatmaya karar verdik. “İzmir İnsan Haklarının Başkenti” dediğimiz şey  temelde böyle özetlenebilir.

Yani aslında Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler veya başkaları istiyor diye değil de  tüm yurttaşların farkındalığa sahip olması gerektiğinin altını çizmek diyebilir miyiz?

Türkiye’de bazı şeyler yukarıdan aşağı doğru kurgulanıyor. Ama bu yanlış. İnsan hakları ve temel haklar meselesi, vatandaşın doğrudan bilincinin arttırılmasıyla ve ertesinde onların talepleriyle şekillenen bir şey. Yani hiçbir toplum yoktur ki üstüne sonradan biçilmiş bir özgürlük gömleğiyle özgür olsun. Bu gerçekleşmeyecek bir hayal. Bizde genelde böyle algılanmış ama görüyorsunuz fiiliyatta mücadele verilmeden kazanılan haklar bir sonuca ulaşmıyor. Mesela Türkiye’nin kadın haklarıyla ilgili kazanımlarının önemli bir bölümü Cumhuriyet kurulduktan sonra elde edildi. Ama bu kazanımların ülkemizde kadınların sorunlarını ortadan kaldırdığını söyleyemiyoruz.

 İzmir’de Yeni Bir Kalkınma Modeli Önerisi…

Yani şöyle, şunu söylemeye çalışıyorum. Kadın hakları mücadelesi veren kadınlar olmasa  mesela kadın cinayetleri bu kadar gündeme gelmeyecekti. Ya da çocuk gelinler meselesi bu kadar tartışılmayacaktı. Bir ülkenin insan hakları karnesi sadece sadece bir hukuk sistemi oluşturmakla düzelmiyor. O yüzden herkesin bulunduğu noktadan bir şeyler üretmesi gerekiyor. Biz İzmir Barosu olarak aslında üstümüze düşen bir sorumluluk olduğunu hissettik. Yani bu insan haklarının başkenti vizyonu aslında sadece İzmir Barosu’nun altından kalkacağı bir şey değil. Biz  tüm yerel yönetimler başta olmak üzere sivil toplum ile iş birliği içinde İzmir’de yeni bir kalkınma modeli öneriyoruz.

 

 

Gözünüzü açtığınız zaman başınız üstünde duran çatı sizin barınma hakkınız, konut hakkınız. Kahvaltı yaparken içtiğiniz su, su hakkınız; yediğiniz ekmek yemek hakkınız. Üstünüzü giydiniz, çıktınız sokağa, otobüse mi bineceksiniz, kendi özel aracınızla mı yolculuk edeceksiniz, işte seyahat hürriyeti. Ve buraya geliyorsunuz, sizinle sohbet ediyoruz, bir taraftan fikir ve ifade hürriyeti, basın özgürlüğü; bir taraftan belki barış içinde bir araya gelme yani toplanma hakkı. Dolayısıyla günlük hayatımızda farkında olmadan gerçekleştirdiğimiz pek çok davranış biz farkında olmasak da insan haklarının ta kendisi…

 Prof. Dr. İoanna Kuçuradi, ‘’İnsan haklarını korumak ortak amaç ‘farklı siyasal görüşlere sahip insanların ortak amacı olunca’ yaşanmakta olan bazı önemli sorunlar çözülebilir.’’ diyor. İzmir Barosu olarak farklı görüşlere sahip geniş kitleleri bu mesele etrafında bir araya getirebileceğinizi düşünüyor musunuz?

Tabi ki bu böyledir. Kuçuradi Hoca’nın dediği şey çok yerinde. İnsan hakları meselesi yalnızca bir azınlık grubunun, tek bir siyasi düşünceyi benimseyen bir grubun ya da yalnızca bir cinsel yönelime sahip olan insanların -çoğaltabiliriz örneklerini- meselesi değil. İnsan hakları, sabah evde bir çatının altında uyandığımız andan akşam gözümüzü kapatana dek devam eden, herkesin hayatını doğrudan ilgilendiren bir mesele. Bunu bazen unutuyoruz. Ben bu örneği vermeyi seviyorum,  mesleğe yeni adımını atmaya başlayan stajyer avukat meslektaşlarımıza veediğimiz insan hakları eğitiminde de dile getiriyorum. Ben orada mesela şunu söylüyorum: “Belki siz insan haklarının hayatınızda, mesleğinizde bir önemi haiz olmayacağını düşünüyorsunuz. Ama öyle değil. Niye? Çünkü, gözünüzü açtığınız zaman başınız üstünde duran çatı sizin barınma hakkınız, konut hakkınız. Kahvaltı yaparken içtiğiniz su, su hakkınız; yediğiniz ekmek yemek hakkınız. Üstünüzü giydiniz, çıktınız sokağa, otobüse mi bineceksiniz, kendi özel aracınızla mı yolculuk edeceksiniz, işte seyahat hürriyeti.” Ve buraya geliyorsunuz, sizinle sohbet ediyoruz, bir taraftan fikir ve ifade hürriyeti, basın özgürlüğü; bir taraftan belki barış içinde bir araya gelme yani toplanma hakkı. Dolayısıyla günlük hayatımızda farkında olmadan gerçekleştirdiğimiz pek çok davranış biz farkında olmasak da insan haklarının ta kendisi…

 Pek çoğu farkında olmadan kullandığımız haklar, sadece kaybettiğimizde idrak edebileceğimiz belki de…

Evet… Mesela biz burada bir sohbet yapıyoruz. Bu kapı açılıp, bizim sohbetimiz kesilip, niye siz bu konuları konuşuyorsunuz denmiyorsa işte bu hem anayasamızca hem de uluslararası sözleşmelece korunan haklarımız sayesinde oluyor. Yani bu hak ve özgürlükler toplumların, insanlık tarihinin süzgecinden geçirip önümüze getirdiği meseleler. Dolayısıyla belki farkında değiliz ama artık bunlar hayatımızın bir parçası. İzmir Barosu, “insan haklarının başkenti” vizyonunu hem tüm sivil toplum örgütleriyle hem de hangi siyasi görüşten olduğuna bakmaksızın bütün yerel yöneticilerle ve yerel seçim önümüzde olduğu için yerel yönetim adaylarıyla paylaşacak. Ve biz yerel yönetime talip olan kişilerden bazı taleplerde bulunacağız lütfen “İzmir İnsan Haklarının Başkenti” vizyonunun paydaşı olun diye. Dolayısıyla bütün toplum kesimlerinin bu işin altına imza atmasını istiyoruz. Çünkü şunu biliyoruz ki, bu sadece bir STK ile ya da bir kamu tüzel kişiliği ile olacak bir proje değil. Herkes bu vizyonun paydaşı olduğu zaman iş genişleyecek ve belki de ilginç ve dünyada benzeri olmayan bir şekilde insan haklarını markalaştıran, insan haklarıyla anılan bir şehir yaratıp hem ülkeyi hem bir bölgeyi değiştirmeye vesile olacak. O yüzden aslında çok iddialı bir projeyi İzmir’e öneriyoruz.

Yerel Yönetimlerin İnisiyatif Almasını Sağlamak…

 Hedefi nedir bu kampanyanın? İnsanları haberdar edip bilinçlendirmek mi, çözüm üretmek mi yoksa siyasette gündem yaratmak mı?

Öncelikle tespitlerinizden başlamak lazım. Tutuklu gazeteciler meselesi Türkiye’deki problemin sadece bir örneği. Kötü örnekler ülkemizde ne yazık ki sonsuza dek çoğaltılabilir. Özellikle uluslararası toplantılara katıldığımızda, yurtdışına gittiğimizde, Avrupa Konseyi ile temaslar yaptığımızda ya da yurt dışındaki hukuk örgütleriyle beraber paylaşımlarda bulunduğumuzda hep şunu söylüyorlar: “Türkiye  insan hakları ile uğraşan akademisyenler için bir cennet!”. Yani bu kötü durum, trajikomik bir hal de alıyor bir yerden sonra.

Aslında cerrahinin de en çok geliştiği dönemler savaş dönemleri.

Tam da öyle bir şey. Hiç yaşanmamış örnekler yaşanıyor Türkiye’de ne yazık ki. Hukuk alanında yeni kararlar çıkmasına vesile oluyor bu durum. Ya da hiç düşünülmemiş uygulamalar ortaya konuluyor. Şimdi pek çok farklı alandan Türkiye’de olan bitenlerin ne hale geldiğine dair  geri dönüşler alıyoruz. Çeşitlendirmek çok mümkün. Mülteci meselesi ile ilgili baktığımızda Türkiye’nin yasal mevzuatı dünyada eşi benzeri olmayan karma bir mevzuat.  Ama bir yandan da Türkiye dünyadaki en çok mülteci kabul eden ülke. Dolayısıyla ülkemiz hem uluslararası standartların dışında kalmaya çalışıyor hem de aynı zamanda insan haklarıyla ilgili büyük problemlerle başa çıkmaya çalışıyor. Yani gazetecilerin hapiste olma meselesi sadece gazetecilerin birey olarak bir meselesi değil. Hukukçular, avukatlar için de böyle. Gazeteciler toplumun ifade özgürlüğünü yansıtabildikleri, bilgi alma hakkının bir aracı haline gelmiş bir mesleğin erbapları. Avukatlar için de durum buna benzer. Yani bir yurttaş, hakkını savunmak istediğinde hukuki yardımı avukatından alacaktır. Peki avukatlar bu yardımdan dolayı hapise atılmaya başlandığında ne olacak?

Bizim yapmaya çalıştığımız şey ne? İyi örnekler oluşturarak yeni bir model önermek. Bilgilendirmeyle mi ilgili derseniz: evet halkı, yurttaşı insan hakları konusunda bilgilendirmek bunun bir parçası ama önemli bir parçası mı ondan emin değilim. Esasen bizim hedefimiz yerel yönetimlerin, merkezi iktidarın üstlenmediği birçok alanda sorumluluk alması ve bu sorumluluk doğrultusunda ilerlemeler kaydetmesi. Kampanyanın esası burada yatıyor. Biz, İzmir’deki yerel yönetimlere bir hedefler listesi sunuyoruz. Ve onlardan şunu istiyoruz: “İnsan haklarının şu, şu, şu alanlarında lütfen bize bir vaatte bulunun. Bu alanlarda üretim yapın, somut gelişme sağlayın. Örneğin, görme engelliler için bir kilometre kılavuz yolunuz mu var?  Bunu beş kilometreye çıkaracağınızı vaat edin. Ya da örneğin kadınların güvenliği ve topluma tam manasıyla karışması sokak lambalarının sayısını arttıracağınızı bize vaat edin. Bunların gece boyunca bunun açık kalacağını garanti edin.

Doğu Akdeniz İnsan Örgütü diye bölgesel bir mekanizma kurmak istiyoruz. Bunun sebebi  Türkiye ve yakın coğrafyasının aslında merkez Avrupa ve Batı Avrupa ile eşdeğer bir tarihsel bir mirasa sahip olmayışı. Biz farklı bir coğrafyayız. Balkanlar, Orta Doğu, Doğu Akdeniz Çanağı ne yazık ki Batı Avrupa ile aynı tarihsel gelişime sahip olmadı. Bizim sorunlarımızın kronikliği de bölge ülkeleri ile benzer süreçleri yaşamamıza sebep oluyor. Dolayısıyla bizim buradan kuracağımız merkezi İzmir olan bir bölgesel insan hakları örgütlenmesi aynı zamanda tüm bölgede insan haklarında genel bir kalkınmayı sağlayacak.

 

 İnsan Hakları Üniversitesi Projesi…

 Bir vizyon belgesinden söz ediyoruz. İçeriğini anlatır mısınız?

Vizyon belgemizde vaat ettiğimiz, yapılmasını talep ettiğimiz, yapabileceğimizi ortaya koyduğumuz işler İzmir’e bir insan hakları şehri kimliği kazandıracak projeler. Vizyon projemizin yanında 50 maddeden oluşan bir de hedefler listemiz var. Bu 50 maddelik listeyi yerel yöneticilerin ve adayların gelip tek tek imzalamasını istiyoruz. Vizyon belgesini projelerini kısaca özetlersek, işte bir tanesi İzmir’i bir insan hakları konferansları kenti yapmak. Bir diğeri, Ege İnsan Hakları Köyü’nü inşa etmek. İçinde uluslararası bir kütüphanenin olduğu, akademisyenlerin, insan hakları alanında çalışan aktivistlerin ve öğrencilerin gelip hem kalacağı hem bilgilerini paylaşacağı bir köy. Onun dışında İnsan Hakları Günleri yapmayı planlıyoruz. 10 Aralık’tan başlayan 2-3 haftalık bir süreçte “İnsan Hakları Filmleri Festivali” ve Avrupa’daki noel pazarlarına alternatif “İnsan Hakları Kış Pazarları”nı düzenleyeceğiz. İzmir İnsan Hakları Üniversitesi Projesi de vizyon belgemizin temel taşlarından. Bunun yine yerel yönetimlerin altından kalkabileceği bir iş olduğuna inanıyoruz. Bir diğer önerimiz olan Uluslararası İnsan Hakları Ödülü, İzmir’in insan haklarının başkenti kimliğini dünyaya tanıtmanın bir aracı olacak. Törende dünyanın her tarafından alanda büyük katkısı olmuş bir kişi ya da kuruma insan hakları büyük ödülünü vermeyi düşünüyoruz. Ayrıca çocuk hakları alanında,  kadın hakları alanında, fikir ve ifade hürriyeti alanı ile daha sonra tespit edilecek başkaca alanlarda ödüller verilecek. Bunun için özel bir jüri kurulacak, adayları değerlendirip kazananları belirleyecek.

Doğu Akdeniz İnsan Örgütü diye bölgesel bir mekanizma kurmak istiyoruz. Bunun sebebi  Türkiye ve yakın coğrafyasının aslında merkez Avrupa ve Batı Avrupa ile eşdeğer bir tarihsel bir mirasa sahip olmayışı. Biz farklı bir coğrafyayız. Balkanlar, Orta Doğu, Doğu Akdeniz Çanağı ne yazık ki Batı Avrupa ile aynı tarihsel gelişime sahip olmadı. Bizim sorunlarımızın kronikliği de bölge ülkeleri ile benzer süreçleri yaşamamıza sebep oluyor. Dolayısıyla bizim buradan kuracağımız merkezi İzmir olan bir bölgesel insan hakları örgütlenmesi aynı zamanda tüm bölgede insan haklarında genel bir kalkınmayı sağlayacak. Biz sorunlarımızı birbirimizle paylaşacağız, kararları beraber alacağız. Bunun içinde Suriye de olacak Mısır da olacak, Yunanistan gelecek, Kosova gelecek, Bulgaristan olacak. Bizim zaten kültürel mirasımızı paylaştığımız ülkeler olacak bunun içinde. Böyle bir bölgesel örgütlenme henüz yok. Özellikle coğrafi olarak tamamı Asya’da kalan ülkelerde böyle hiçbir uluslararası mekanizma yok.

Basın toplantısında çocuklarla ilgili vurgular da vardı 23 Nisan şenliklerinin yeniden yapılmasıyla ilgili…

23 Nisan Uluslararası Çocuk Hakları Şenliği bundan 20-25 yıl önce Türkiye’de bütün insanları televizyona kitleyen, uluslararası çaplı, dünyanın her tarafından cıvıl cıvıl çocukların ülkemize geldiği, gülen yüzleriyle halk oyunları gösterileri yaptığı, çocukların evlerde ağırlandığı eşsiz bir etkinlikti. Sonra biraz da bilinçli politikalarla niteliği düşürüldü, o coşkunun altı biraz oyuldu, yerine başka şeyler konmaya çalışıldı ki bunun ne kadar hatalı bir tercih olduğu sonradan ortaya çıktı. İşte yaratılan bu boşluğu biz İzmir İnsan Haklarının Başkenti vizyonuyla doldurmaya çalışacağız. Bizim iddiamız, 23 Nisan’ın olması gerektiği gibi uluslararası niteliği ile yeniden İzmir’de kutlanması. Bu memleketin kurucu liderlerinden bugüne gelen ve çocukları önemseyen bir çizgiyi devam ettirmesi gerçekten dünyada eşi benzeri olmayan bir şey olacaktır. Peki bunun için neden biz İzmir İnsan Hakları Başkenti vizyonundan bir şey katmayalım dedik. Zira çocuk hakları insan haklarının çok temel alanlarından biridir ve bizim de İzmir İnsan Haklarının Başkenti vizyonu ile bunun altını doldurabileceğimizi düşünüyoruz. Bir uluslararası çocuk hakları konferansı burada neden toplanmasın?

Çocuklar ve insan hakları üzerine şenlik dışında başka projeleriniz var mı?

Bu şenlik aslında bunun biraz taçlandırılması gibi. Yoksa biz uluslararası bir şenlik yapacağız ve iş burada kalacak demek değil. Çocuk Dostu Kentler projesi var UNICEF’in. Ne yazık ki İzmir Büyükşehir Belediyesi doğrudan bunun bir paydaşı olmamış ve diğer ilçe belediyelerinden de bildiğim kadarıyla bir tane örnek var.  Dolayısıyla biz İzmir’in tamamen Çocuk Dostu Kentler projesinin içinde bir bileşen olmasını istiyoruz. Bunun dışında Hedefler listemiz in içinde  yeşil alanlarının arttırılması, oyun parklarının çoğaltılması, çalışan annelerin ya da bir iş kursuna gitmek isteyen kadınların aynı zamanda çocuklarını bırakabileceği kreşler açılması gibi alanlar var. Dolayısıyla hedefler listesi imzalandığında bu tip uygulamaların hayata geçirilmesi çok kolaylaşacak ve çocuk hakları bakımından somut ilerlemeler elde edilmiş olunacak. Yerel yönetimlerin söz verdikleri alanlarda bize somut veri sunmasına ve şu anki durumla gelecek sene bildirilen verileri kıyaslayarak gelişme sağlanmasına dayanan genel bir programımız var. Çocuk hakları şenliği dediğimiz etkinlik aslında bu gelişmelerin kutlandığı bir gün olacak.

Gelin “İzmir İnsan Haklarının Başkenti” olsun! çağrısını kime yapıyorsunuz?

Bu çağrı yerel yönetimlere, yerel yönetimlere talip olanlara, siyasi parti temsilcilerine, İzmirli tüm STK’lara, İzmir’deki tüm kamu kurumlarına ve kuruluşlarına. Hepsine. Uluslararası kurumların İzmir’deki temsilcilerine ve aslında bunun altına imza atmak isteyen tüm birey ve yurttaşlara, tüm İzmirlilere. Dolayısıyla biz sadece bir grubu spesifik olarak öne çıkarmıyoruz. Şunu tekrar etmekte fayda var: Bunun yöneticisi olacak esas kişi ve kurumlar yerel yöneticiler ve yerel yönetimlerdir. Biz yerel yönetimlerin çok güçlü olduğunu düşünüyoruz. Yerel yönetimlerin hakkıyla idare edildiğinde, işini doğru şekilde yaptığında, ülkeyi dönüştürebilecek bir güç olduğuna inanıyoruz. Bunu tek başlarına yapamayabilirler. Biz projelerimizle, fikri öncülüğümüzle onlara yardım etmeye hazırız. Bu yaptığımız, ortaya koyduğumuz vizyon belgesi de zaten aslında bunu anlatan, bu durumu anlatan bir belge.

 İzmir Barosu’nun tarihsel misyonun gereğini yapmaya bu şekilde hazırlanıyor o zaman.

İzmir Barosu 111.yılını kutluyor bu sene. Cumhuriyet’in kuruluşundan önce kurulmuş, çok ciddi bir insan hakları geleneği olan, hukuk devletinin yanında yer almış, zor dönemlerde geri adım atmamış, 71 muhtırasında, 80 darbesinde ve devamında gelen tüm acı süreçlerde sözünü sakınmamış, çok önemli insan hakları hukukçuları yetiştirmiş, çevre hukukunda Türkiye’ye model olmuş, öncülük etmiş, mülteci hukukunda Türkiye’deki en iyi hak savunucularını çıkartmış, bu alanda ilkleri gerçekleştirmiş, dezavantajlı gruplar için sürekli çalışmalar yürütmüş saygın ve değerli bir kurum. Biz bunun hakkını vermeye çalışıyoruz. İzmir Barosu’nun yapacağı etkinlikler ile şimdiye kadar biriktirdiği tarihi mirasın üstüne daha fazlasını koymayı hedefliyoruz. Baromuzun tarihsel mirasını onurlu tarihine yaslanmanın rahatlığıyla, onun rehavetiyle devam ettirmekten yana değiliz. Bizim de üstüne bir şeyler koymamız gerektiğini düşünüyoruz. Bu proje de bunun bir örneği.