“Hasankeyf’i kutulara doldurup müze halinde sununca, o bir Hasankeyf olmuş olmuyor”

Birkaç sene önce arkadaşlarla Hasankeyf’i gezmeye gittiğimizde, turist olarak  orada bulunduğumuzu anlayan küçük çocuklar “Size yedi dilde rehberlik yapabiliriz” diyerek yanaşmışlardı yanımıza. İçlerinden birisine “O halde Hasankeyf’i İngilizce anlatarak bize gezdir” demiştik. O da ezberinden “The history of Hasankeyf goes back to…” diye başlamıştı anlatmaya. Biraz anlattıktan sonra minik rehberimize “Tarihi Hasankeyf öbür tarafa taşınırsa […]

Birkaç sene önce arkadaşlarla Hasankeyf’i gezmeye gittiğimizde, turist olarak  orada bulunduğumuzu anlayan küçük çocuklar “Size yedi dilde rehberlik yapabiliriz” diyerek yanaşmışlardı yanımıza. İçlerinden birisine “O halde Hasankeyf’i İngilizce anlatarak bize gezdir” demiştik. O da ezberinden “The history of Hasankeyf goes back to…” diye başlamıştı anlatmaya. Biraz anlattıktan sonra minik rehberimize “Tarihi Hasankeyf öbür tarafa taşınırsa ne olacak?” diye sormuştum. Biraz durakladıktan sonra “Ne olacak ağabey tabii ki ‘tarihsiz’ Hasankeyf” olacak demişti. Sonra kaldığı yerden yani en baştaki “The history of Hasankeyf goes back to…” cümlesinden devam etmişti anlatmaya…

Geçen hafta Hasankeyf’teki kayaların dinamitle patlatıldığı sosyal medyadan kamuoyuna yansıdı. Büyük tepki toplayan yıkımın ardından Batman Valisi Ahmet Deniz, Twitter hesabından “Hasankeyf’te tehlike arz eden kayaların kaldırılması esnasında dinamit kullanılması kesinlikle söz konusu değildir” diye yazmış ve patlama görüntülerinin olmadığı bir video paylaşmıştı. Deniz daha sonra yaptığı bir açıklamada ise “Kısa zamanda bütün kurumlar taşınacak, yeni Hasankeyf butik Türkiye’nin örnek ilçelerinden biri olacak” demişti. Biz de konunun uzmanlarından, Hasankeyf’i Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşımış olan Doğa Derneği Yönetim Kurulu üyesi ve Magma Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Özcan Yüksek ile konuştuk. Özcan Yüksek ile Hasankeyf’te yaşananların arka planını konuşurken, söyledikleri aynı zamanda hafızalarımızı da tazeledi.

Hasankeyf’te neler oluyor?

Sıcak bir olay. Twitter’daki bir video sayesinde gündeme geldi. Türkiye Hasankeyf’e çok hassas. Ben her zaman baraj olana kadar bu durdurulur görüşünde oldum. Hasankeyf’le hem şahsi hem de dergi olarak ilgilendiğim için, yöreden bildiğim kişileri aradım. Hem devletin resmî açıklaması hem de yörede yaşayanların açıklamaları birbirini tutmuyor. Yalanlanmıyor da. Bu işi yapan kamu idaresi hidrolik kriko tekniğiyle patlatıldığını söylüyor, dolayısıyla oradaki insanların güvenliğini riske soktuğu için riskli kayalar alınıyor biçiminde lanse ediliyor. Bu açıklama kulağa iyi niyetli gibi gelebilir. Oysa oradaki halk ise buranın dinamitle patlatıldığını söylüyor. Ama çok da kamuoyunu tatmin edici bir açıklama henüz gelmiş değil.

Esasında patlamalardan sonra Batman Arkeoloji Müzesi’nden bilgi almaya çalıştık, soruşturduk. Oradan da bilgi gelmedi. Çünkü bizim Magma’dan bir arkeolog arkadaşımız da var doğrudan bölgeyi bilen, kazı yapan. Biz sadece sağlıklı bilgi alıyoruz. Bu patlamaları gerçekleştirenleri yalan söylüyor gibi bilgiye sahip değiliz. Öte yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Hasankeyf adına dava açmış biri olarak aslında ben bir tarafım bu olayda.

“AİHM’den daha kararlı bir duruş beklerdik! Yani Hasankeyf baraj suları altında kaldıktan sonra karar almışsın bir manası yok”

Hangi sene dava açmıştınız?

Beş-altı sene oldu, tam hatırlamıyorum. Avukat Murat Cano, iki bilim insanıyla birlikte Hasankeyf’i insan hakları sorunu olarak gördük. İnsanın kültürel çevresinin de insanın bir parçası olduğunu söyledik. İnsanın sadece bedensel işkenceye ya da baskıya maruz kalması, çok dar bir görüş. Bu tanımı ilk biz orada değerlendirdik. O yüzden de biraz bocalandı, hiçbir şey gelmedi. Mahkeme bunu ‘acil’ gündemiyle yeni ele aldı, bana kalırsa çok da üzerinde durmuyor diye düşünüyorum. Dolayısıyla konuyla o yüzden ilgileniyorum.

“AİHM gündeme aldı” demek ne anlama geliyor..

Gündeme aldı demek mahkemenin bugün görüleceği anlamına gelmiyor. AİHM’den daha kararlı bir duruş beklerdik! Yani Hasankeyf baraj suları altında kaldıktan sonra karar almışsın bir manası yok.

Konumuza geri dönersek , bir de şöyle bir de ‘kayalıkların düştüğü bölgelerde de eski kilise kalıntıları ve şaraplıklar bulunuyor’ iddiası vardı. Bir takım yöntemsel farklılıklar olabilir ama bu da yalanlanmadı…

Evet. Esasında benim ilgi alanımın dışına çıkan daha karmaşık bir konu var: Oranın eski kazı başkanının verdiği raporlar var. Teyit etmiş değilim, gene bölgedeki insanlar bana söylüyor. Şu anda o kişi FETÖ davasından içeride. Onun hazırladığı raporları, biz ve konuyla ilgili insanlar tasvip etmemişti. O Hasankeyf’i kolaylıkla sular altına alabilmeyi teşvik eden bir sürü öneri ve fikirler getirmişti. Ve o çerçevede bunlardan birinin de yine onun görüşlerinden biri olduğu söyleniyor gene oradaki konuyla ilgili çevreler tarafından. Dinamitle patlatma meselesi, oradaki kayaların insanların can güvenliği tehdit ettiği meselesinin de onun önerileri olduğu ifade ediliyor. Sonuçta tek yetkili olarak, şu anda FETÖ davasından içeride olan bir kişinin görüşleri doğrultusunda baz şeyler yapıldığı iddia ediliyor.

Bu bir iddia ama..

İddia ama net bir şekilde yine bakmak gerekiyor. O kişi hakkında başka bir sürü yolsuzluk gibi iddialar da var. Bunu belki de oradaki insanlara sormak lazım. Çünkü benim yaptığım gazetecilik o alanların dışında. Ama bunlarla mutlaka ilgilenmek ve araştırma yapmak lazım, ben biraz da onun için söylüyorum.

“Gerçekten riskli olan şeyler varsa yıkmak çözüm olmaz, risk içinde olanlarla bir çözüm bulunabilir”

Doğaya müdahale edilmeden, Hasankeyf kendini sürdüremez miydi? Zira kale yapısının çok zayıf olduğu söyleniyor?

Öyle olduğunu düşünmüyorum. Tek kalenin kapısında bir sorun vardı ama o mimari olarak çözüm getirilebilecek bir şey. Gerçekten riskli olan şeyler varsa yıkmak çözüm olmaz, risk içinde olanlarla bir çözüm bulunabilir. Bunlar çok teknik konular ama önemli olan Hasankeyf, Dicle Nehri’nin kıyısında olmasıdır. Hasankeyf, İslam tarihi açısından en önemli yerlerden biri. Halifeliğe başkentlik yapmış. Bugün İslam söylemi üzerinden bir sürü politik argümanlar üretiliyor, İslam kültürü sadece Müslümanlara ait bir şey değil, dolayısıyla İslam kültürü açından da hassasiyet göstermek gerekiyor. 50 yılda, 100 yılda olsa kültürel olarak insanlığın yarattığı eserlerden bahsediyoruz. Zaten oradaki türbey ya da yine Selçuklulardan kalan camii minaresi olsun, bunlar eşsiz yapıtlar. Onun dışında Hasankeyf coğrafi olarak Dicle Nehri’nin kıyısında, işte kayaların düştüğü iddia edilen yerde muazzam bir peyzaj var. Şöyle karşılaştırma yapabiliriz, Hasankeyf, Peru’daki Machu Picchu’den tarihsel ve uygarlık anlamında çok daha önemli ama aynı görsel etkiye sahip. Dolayısıyla orada Hasankeyf’i alıp, kutulara doldurup sonra başka bir yerde müze halinde sununca, o bir Hasankeyf olmuş olmuyor. Oradaki peyzajla, coğrafyayla, dokuyla ve nehrin kendisiyle beraber korumak gerekiyor. Fakat Hasankeyf’ten de daha önemli şeyler var. O baraj Avrupa’yı ve Orta Doğu’yu içine alan insanlık tarihinin -ilk tarımın, ilk köyün, ilk şehrin, ilk yazının- başladığı yer. Her şey orada başlıyor. O nehir onlara bunu öğretiyor ve onların kalıntıları var, işte Botan Çay’ında bir şeyler var. Dicle Nehri’nin içinde bir şeyler var. Çok azını biliyoruz. Daha bunların yayınlanmasına bile fırsat bulunmadı. Baraj 12 bin yıllık arkeolojinin belleğini yok edecek.

“Yeni Hasankeyf AVM içerisindeki animasyon parkları gibi olacak”

Hasankeyf UNESCO’nun kültürel miras şartının 10’undan dokuzunu karşılıyor ve UNESCO’nun kültürel miras listesine alınması her zaman turizmi artıracağı anlamına da gelmiyor, UNESCO’nun getirdiği önlemlerin turistlerin gelmesine engel oluyor iddiaları  da var.  Misal: Fransa’da artık yavaş yavaş bölgelerin kültürel miras projesi kapsamına alınmasına itiraz edilmeye başlanmıştı, bölgeye tek tipleştirme getirdiği için. Öte yandan Batman valisinin “Yeni Hasankeyf butik. Türkiye’nin örnek içlerinden biri olacak” ifadeleri de var.  ‘Yeni Hasankeyf’ten ne anlamamız lazım?

Az önce bahsettiğim gibi Hasankeyf’i taşıyınca, o artık Hasankeyf olmayacak. Bir kısım taşları orada kuracaklar, yerinden ve coğrafyasından ayrı yani o nehrin kıyısından ve kayalıklarından koparılmış bir şey olacak. Şimdiki insanların ilgisini çekebilir ama servetle kıyaslanamayacak bir değeri var Hasankeyf’in. Bilgi ve kültür açısından önemli. Sıfır geliri olduğunu farz edelim, yani terazinin bir tarafında milyarlarca dolar var diğer yandaysa Hasankeyf. Hasankeyf onlardan değersiz bir şey değil. Dicle’nin kendisi de Hasankeyf’ten daha kıymetli değil. Dolayısıyla onlar sadece kamuoyunu, iktidarın kendi yandaşlarını bile dehşete düşmesini önlemek için öne sürülen argümanlar. Bir çeşit su altı parkları vardır ya, en fazla AVM’lerin içinde yapılan animasyon parkları gibi olur yeni Hasankeyf’te öyle olacaktır. Yani kabul edilebilecek bir şey değil. Utanç verici zaten.

Tabii ki bu Dicle Nehri üzerindeki Hasankeyf projesi yani Ilısu Barajı çok eskiye dayanıyor. Yani utanç eskilere kadar gidiyor ama o zaman baraj denilen olayı her görüş bu kadar savunmuyordu. Yani en sol kesimde dahi “doğayı kontrol ediyoruz” gibi söylemler çok yaygındı. O zamanlar itiraz edilemezdi. Ama ne zaman ki, Fırat Nehri’ndeki Bizans eserleri yani Zeugma, sular altında kaldı ve o haber de  New York Times’a çıkınca o zaman önemsendi. Oysa Keban Barajı’ndan sonra pek çok tarihi eser sular altında kaldı. Sonradan bazı taşların müzelerin depolarında olduğunu da biliyoruz. Velhasıl bu bilinç Zeugma’dan sonra uyandı. Hasankeyf sular altında kaldıktan sonra Hasankeyf çok büyük travma yaşayacak.

“Siz de baraj yaptığınız zaman IŞİD’den daha farklı bir şey yapmış olmuyorsunuz”

Niye?

Çünkü bilinç çok daha fazla ve Hasankeyf sular altında kaldığında Türkiye elektriğinin sadece 1.5’i karşılanmış olacak. Yani o yüzden 1.5’lik elektriğin çok kıymetli bir yere harcandığını düşünsek bile ne yapacaklar! Tamamen bir fantezi, bir ekonomi yaratmanın ya da başka bir deyişle modern barbarlığın bir ürünü. Bizim şu benzetmeyi yapmamız gerekiyor: IŞİD Orta Doğu’da bazı şehirleri ele geçiriyor, müzeleri hava uçuruyor, “Ben bunları sanat ve kültür olarak tanımıyorum” diyor. Şimdi siz de baraj yaptığınız zaman IŞİD’den daha farklı bir şey yapmış olmuyorsunuz. Onun en azından bir ideolojisi var, yıkımla bir şeyler elde ediyor. Zaten öyle bir derdi de yok.

‘Yaratıcı yıkım’ belki onunkisi.

Bir anlamda evet. Biz de bunu aklı başında insanların ağzından işitiyoruz. Bu açıdan korkunç bir şey. Bizim kuşağımız bunu hakketmiyor. Buna yüksek sesle itiraz ediyoruz. Bu bir travma.

Liman yapılması ne anlama geliyor, su altı turizmi mi?

Herhalde öyledir. Liman dediği küçük bir liman anlamına geliyor, denize açılacak bir yol olmadığı için. Oradan gezi için tekneler kalkacaktır. Eskiden de propaganda amacıyla oradaki köylülere, yerel halka kendi kıyafetleriyle su kayağı yaptırıyorlardı. Su kayağı ve yöresel kıyafetli bir insan çok büyük zıtlık. Büyük gazeteler de bunu seve seve kullanıyordu. Amaçları “Bak neydiler, biz ne yaptık”ı göstermekti.

Biraz da piyasa diliyle konuşursak Hasankeyf devletin tahayyül edeceği gibi bir ‘şeye’ dönüşürse devlet bundan kâr edecek mi ya da turizm getirisi ne olacak?

Turizm getirisi olması mümkün değil. Ama onun dışında Hasankeyf olduğu gibi korunsaydı ve iyi bir tanıtımı yapılsaydı, dünya çapında hem çok tanınan hem çok büyük bir turist çeken hem de ülkeye ve bölgeye çok büyük gelir getiren bir yer olurdu. Yani Türkiye’deki şartlar düzgün olsaydı. Düşünün şimdi bile Halfeti’ye dahi insanlar gitmiyor. Yani ülke daha kültürlü olsa insanlar oralara gitmek isterdi.

“Hasankeyf’i referanduma götürelim”

Geri dönülmez noktanın neresindeyiz bu şartlar altında?

Yani halk şuna karar verecek: “Hasankeyf’in ve Dicle havzasındaki arkeolojik yerlerin baraj altında kalmasına ve Dicle’nin bir nehir olarak yok olmasına evet mi diyeceğim ‘hayır’ mı diyeceğim?”. ‘Hayır’ yüksek sesle denilirse belki vazgeçerler. Tabii bugün içinde yaşadığımız siyasi sorunlar nedeniyle özgürlüklerin ciddi baskı altında olduğu bir dönem geçiriyoruz. Dolaysıyla daha sıkıntılı bunlar dile getirmek, fantezi olarak gelebilir ama bu tür şeyleri referanduma getirmeleri lazım. Halk neyi yok ettiğini, neyi yok etmediğine karar versin. O zaman hangi partiden olursan olsun burada Hasankeyf’i seçer.

Neden?

Çünkü halk gerçeği öğrendiği zaman ‘Hasankeyf gitmesin’ der. Yani Türkiye elektriğinin yüzde 1.5 için, ‘evet’ dediği zaman kendi eliyle Hasankeyf’i sular altında bırakmış olur.

Kaldı ki bir sürü verimli toprakların sular altında kalması da söz konusu…

Sadece orası için değil Türkiye dahilinde referandum yapılmasından bahsediyorum. Baraj yanlıları ne söyleyecek, öbür taraftakiler de keza. Baraj yanlıları kazandığı zaman da o kadar üzülmem. ‘Bu dönem bu halk bunu hak etmiyormuş, gelecek kuşaklar bizi lanetleyecekler’ demeyeceğim ama bizim için pek iyi şeyler de söylemeyecektir. Bunun sorumluluğunu halkın, Türkiye’nin alması lazım.

Hasankeyf hakkındaki ‘yıkım’ kararı bize devletin tarihi nasıl okuduğunu gösteriyor?

Pek bir tarih okuduğunu zannetmiyorum. Kültürel bir profil görmüyorum. Daha çok yüksek oranda kazanç elde etmeye dayalı bir anlayış hakim.

“Hukuki süreç yürümediğinde sivil toplumun devreye girmesi gerekiyor”

Bu noktadan sonra sivil toplumun yapabileceği ne var?

Sivil toplumun organize olmamış kitlelerle ilişki kurması, onları da bu işin içine katması, çoğaltması önemli. Birilerine bırakmamak gerekiyor.

Bu başarılmamış mıydı peki?

Şimdiye kadar epeyce bir mesafe alındı. Ama Hasankeyf’i sular altında bırakacak Ilısu Barajı, bu on yıllık süre içerinde, hukuken de büyük gayr-i nizami bir sürü şeyden geçti. İşte mahkemelerin yerleri değiştirildi, o oldu, bu oldu vs. Normal hukuki süreçte yürümedi bir anlamda. Avukat Murat Cano bu işin avukatı, ondan dolayı biliyorum zaten birlikte açmıştık davayı. Hukuki süreç yürümediğinde sivil toplumun devreye girmesi gerekiyor. Doğa Derneği bu alanda kampanyalar yürüttü mesela Avrupa’daki finansmanlar kesildi. Biz o zaman Atlas Dergisi’ni çıkarıyorduk ve Batman’a kadar Doğa Derneği ile birlikte dergi okurlarıyla, iki tane tren kaldırdık yani destek olmak niyetiyle. Kararlığı belirtmesi nedeniyle treni seçtik. Bir anlamda ülkeyi bir baştan bir başa demir kararlığıyla geçiyoruz diye. Demir kararlılık gösterir, otobüs gibi değil, uçakla da gidebilirdik aslında. Bilinçli olarak simgesel bir yolculuk yaptık. Büyük ilgi gördü o zamanlar. Şu an Türkiye’nin çok yoğun gündemi var ama Hasankeyf’i unutmamak gerekiyor.

Peki OHAL koşullarında…

OHAL’e rağmen Türkiye’de bir sürü faaliyet yapılıyor, yani bazı şeyler göze alınıyor. Hasankeyf için de bir olağanüstü hâl var. Söylemek, etmek, gazetecilerin, yazarların toplumun önde gelen kişilerin yani söz söyleyen herkesin burada bir sorumluluğu var. Hasankeyf şu veya bu partiden bir kişinin adı değil. Bütün zamanlara ait bir yapı. Bir de ister oyla gelsin ister tankla gelsin hiç kimseye bir nehri yok etme hakkı verilmez. Yani on binlerce yıldır akan bir nehri ister kral olsun ister ister oyla gelsin kimsenin böyle bir hakkı olamaz. Yani bir su kanalından bahsetmiyoruz. Bir kere bunu da bilmemiz gerekiyor.