Altın Madeni İşletmesi İçin İzmir Temiz Suya Muhtaç Hale Getiriliyor

Türkiye’deki çevresel sorunlar, ekolojik yaşamı tahrip eden boyutlara ulaştı. İzmir’de Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi bir basın toplantısı yapmış ve yaşanan ekolojik yıkımlarla ilgili bilgi vermişti. Basın açıklamasında paylaşılan başlıklar çerçevesinde İzmir’deki çevre sorunlarını Avukat Arif Ali Cangı* Sivil Sayfalar’a değerlendirdi. -Türkiye ekolojik yıkımın neresinde? Bugün artık insan emeğinin yanı sıra doğal varlıklar da sömürüden […]

Türkiye’deki çevresel sorunlar, ekolojik yaşamı tahrip eden boyutlara ulaştı. İzmir’de Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi bir basın toplantısı yapmış ve yaşanan ekolojik yıkımlarla ilgili bilgi vermişti. Basın açıklamasında paylaşılan başlıklar çerçevesinde İzmir’deki çevre sorunlarını Avukat Arif Ali Cangı* Sivil Sayfalar’a değerlendirdi.

-Türkiye ekolojik yıkımın neresinde?

Avukat Arif Ali Cangı

Bugün artık insan emeğinin yanı sıra doğal varlıklar da sömürüden nasibini alıyor. Kapitalizmin sürekli büyüme ve kalkınma anlayışı, bunu hedefleyen endüstrileşmenin geldiği aşamada, yenilenemeyen doğal varlıklar hızla tükeniyor, oluşan atıklar çevrenin taşıma kapasitesinin çok üzerinde kirlilik oluşturuyor. Nükleer ve tehlikeli atıklar yaşanabilir bir gelecek vaat etmiyor, onun yerine hastalıkların ve ölümün habercisi. Doğal varlıkların ölçüsüz tüketilmesi, yaşam alanlarının geri dönüşsüz kirletilmesi, fosil yakıt endüstrisi sonucu oluşan küresel iklim değişikliği ile ekolojik yıkımın eşiğine geldik. Çevre sorunlarının ilk farkına varıldığı dönemde bir tür koruma kavramı olan ‘sürdürülebilir kalkınma’ kavramı bugün artık, kirletmenin, yok etmenin kılıfı halini aldı. Türkiye’de de bu politikaların en vahşisi uygulanıyor. Tam bir kuralsızlık hali söz konusu. Hükümetin aldığı günü birlik kararlarla şu ana kadar kazanılmış çevre hukuku kuralları yerle bir ediliyor. Türkiye bugün karbon salınımını en çok artıran ülkelerden birisi. Avrupa ülkelerinin vazgeçtiği çok enerji tüketen kirli teknolojilerle çok yoğun yatırımlar yapılıyor. Yanlış politikalar ve yaşanan iklim krizi neticesinde tarım ve hayvancılığın geçimlik iş olmaktan çıkması, ortaya çıkan işsizlik ve yoksulluk yüzünden Türkiye insanı, madencilik ve diğer kirli işlerde karın tokluğuna çalışmaya mahkum ediliyor. Artık buna dur demenin vakti geldi de geçiyor.

-Bu çerçevede İzmir’in başlıca çevre sorunları nelerdir?

Koruma altında olan alanların yapılaşmaya açılması, koruma niteliklerini kaybetmeleri, körfezin doğal ömründen daha erken solmasına yol açabilir. Ancak bütün itirazlara rağmen Başbakan Binali Yıldırım’ın projesi olarak hızla oldu bittiye getirilmeye çalışılıyor.

-Bir de malum her sene dile getirilen İzmir’in susuzluk sorunu da var…

Küresel iklim değişikliği ile zaten azalan temiz su kaynaklarını tüketiyor, bunun üstüne de su havzalarının kirlilik yaratan faaliyetlere açılması söz konusu sorunu daha da içinden çıkılmaz bir hale sokuyor. Somut bir örnek vermek gerekirse : Efemçukuru Altın Madeni İşletmesi. İzmir’in en önemli su havzası altın madeninin kirlilik tehdidi  altında. Kentin su ihtiyacının yüzde 40’ını sağladığı Tahtalı Barajı havzasının yüzeysel sınırında bulunan Efemçukuru Köyü’nde tüm uyarılara ve bilimsel tespitlere rağmen 1 Haziran 2011’den bu yana altın madeni işletiliyor.  Kayaç yapısı ağır metalden zengin olan bölgede yapılan madencilik faaliyeti sonucunda ağır metallerin aktive hale gelmesi, yeraltı ve yüzey sularını kirletmesi riski konusunda onlarca bilimsel rapora rağmen maden çalışmaya devam ediyor. Çamlı Barajı projesine de izin verilmiyor. Bu havza İzmir’in temiz kalmış tek yüzeysel su kaynağı. Burası dışında elde edilen yeraltı suları arsenik bakımından çok zengin, çok büyük miktarlarda paralar harcanarak arsenik arıtma tesisi kuruldu. İzmir’in eksik kalan su ihtiyacı şimdilik Gördes barajından sağlanmaya çalışılıyor. Bu arada Gördes barajı tabanı su kaçırdığı için bunda da aksama var, diğer yandan orası da nikel madeni kirliliği tehdidi altında. Düşünebiliyor musunuz, bir şirketin altın madeni işletmesi için Türkiye’nin üçüncü büyük kentine başka bir havzadan su aktarılıp, İzmir temiz suya muhtaç hale getiriliyor. Düşünebiliyor musunuz, su havzasını denetlemekle yetkili ve görevli olan İzmir Su Kanalizasyon İdaresi (İZSU) kirletici madene sokulmuyor. İki yıl önce mahkeme tarafından yapılan bilirkişi incelemesinde maden işletmesi yüzünden ağır metal kirliliğinin başladığı tespit edildi. Yerel yönetim etkisiz kalmış durumda, merkezin yönetimin tam desteği ile altın madeni su havzasını kirletmeyi sürdürüyor. En vahimi de sorunun  İzmirlinin gündeminde olmaması.

-İzmir ve bölgenin çevre sorunları denilince ilk akla gelen yerlerden birisi de Aliağa ve termik santraller…

Aliağa deyince söyleyecek çok şey var. Petrokimya tesisleri, demirçelik fabrikaları, gemi söküm tesisleri, termik santraller… Gelin termik santraller konusunu konuşalım.  Termik santral ve Aliağa deyince yıllar önce yaşanan çevre hareketi akla gelir. Aliağa’da Termik Santral macerası 27-28 yıl önce de yaşandı, İzmirliler Konak’tan Aliağa’ya kadar elele oluşturdukları insan zinciriyle bu belayı def etmişlerdi. Bu hareket yargı kararları ile tamamlanan süreç sonunda, bir yandan termik santrali önlemiş diğer yandan Türkiye çevre hareketi için güzel bir miras bırakmıştı. Yıllar sonra Aliağa’da yeniden termik santral yapımı gündeme geldi. O aşamadan sonra yaşananlar da son derece önemli, daha önce belediye başkanı, siyasetçisi, kadını, erkeği, çocuğu, genci, yaşlısı “Termiğe hayır” derken, şimdi artık başta belediye başkanları ve siyasetçiler olmak üzere utangaç ‘evet’ diyorlar. Ama ne olursa olsun, Aliağa’nın, Foça’nın, Menemen’in, Bergama’nın, İzmir’in, Ege Bölgesi’nin, Türkiye’nin, dünyanın sağlıklı yaşamını kömürün karasına feda etmemek için halen direnenler var. Yaşam için direnenler mahkemelerden kararlar da aldılar. Gel gör ki, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı şirketlerle el ele verip ne mahkeme kararı dinliyor ne de  çevre. Yaşananları kısaca özetleyeyim; şu anda Aliağa’da davaları devam ederken üç yıldan bu yana gayrisıhhi müessese açılma ruhsatı olmadan çalışan bir termik santral var. İzdemir Enerji Santrali- II için Çevre Bakanlığı’nın verdiği  17 Haziran 2010 tarihli ÇED olumlu belgesi, uzun yıllar süren yargılama sonunda 16 Aralık 2016 tarihli mahkeme kararı ile iptal edildi. Karar Bakanlığa 21 Şubat 2017 tarihinde tebliğ edildi,  bu karar Anayasa ve yasalar gereği en geç 30 gün içinde uygulanıp, termik santralin kapatılması gerekiyordu. Ama öyle olmadı; şu meşhur 2009/7 sayılı genelgeye dayanılarak yeni bir ÇED süreci başlatıldı, bir iki günde yeni ÇED raporu hazırlandı ve bakanlığa sunuldu, bakanlık da İnceleme Değerlendirme Komisyonu’nu (İDK) 6 Mart 2017 tarihinde toplantıya çağırdı.  Toplantıya koltuğumuzun altında bilimsel raporlar olan dosyalarla katıldık, komisyon üyelerine yapılan hukuksuzluğu anlatmak için çırpındık, ama ne nafile, hemen ertesi gün 7 Mart’ta  ÇED Raporunun uygun bulunduğu  duyurusu yapıldı. Duyurulan nihai ÇED Raporu için 10 günlük itiraz süresi içinde bakanlığa  yüzlerce itiraz gitti, onların da bir faydası olmadı. Termik santralın kapatılmaması için mahkeme kararının tebliğinden itibaren 30 günlük sürede yeni bir izin verilmeliydi, öyle de oldu, 22 Mart’ta yeniden ÇED olumlu kararı verildiği duyuruldu. İşte böyle, bir kez daha mahkeme kararının arkasından dolanıldı ve Aliağa’nın, Foça’nın, Karaburun’un, Menemen’in, İzmir’in sağlıklı yaşamı hiçe sayıldı, termik santralin bacası tütmeye devam ediyor ve sağlıklı yaşam hakkımız hiçe sayılmaya devam ediliyor.

-Maden işletlemeleri ve ÇED kararları başlıca sorun olarak karşımıza çıkıyor…

Çevre hukukunun ve sağlıklı yaşam hakkının yok sayılması konuşulurken Bergama-Ovacık altın madeni sorunu atlanmamalı. Hatta Türkiye ekoloji hareketinden bahsederken Bergama atlanmamalı. Zira  Ovacık Altın Madeni ve ona karşı yürütülen Türkiye ekoloji hareketinin dönüm noktalarından olan Bergama Hareketi, açılan davalar ve verilen yargı kararları, mahkeme kararlarını takmayan idari uygulamalar, ekoloji hareketini itibarsızlaştırmak, kriminalize etmek için yürütülen algı operasyonları, psikolojik harekat uygulamaları, son olarak FETÖ/PDY soruşturması nedeniyle maden şirketinin kayyıma devredilmesi, patronunun  terör suçlusu olarak arananlar listesinde yer alması gibi yönleriyle bu konu 1990’lı yıllardan bu yana Türkiye’nin tarihinde önemli bir yer kaplıyor. Bergama Ovacık Altın Madeni ile ilgili olarak geçtiğimiz aylarda bir kez daha mahkemenin iptal kararı verdi. İzmir 3.İdare Mahkemesi tarafından 25.04.2017 tarih ve 2015/1285 Esas 2017/524 Karar sayılı karar ile “18/02/2009 tarihli “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı” iptal edilmişti.  Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve yasalarına göre yapılması gereken maden işletmesinin kapatılması, maden şirketinin sahayı (mümkün olduğunca) eski haline getirmesi, ortaya çıkan ekolojik zararların tazminatını ödeyip, pılını pırtısını toplayıp gitmesi, ardından şimdiye kadar hukuka aykırı biçimde izin veren, suç işleyenlerin yargılanması gerekirdi. Bunun ilk adımının atıldığı sanısı uyandıran bildirim yapıldı. Davacı EGEÇEP’in  başvurusu üzerine İzmir Valiliği tarafından 18.07.2017 tarihli yazı ile maden işletmesi için düzenlenen 04.08.2011 tarihli 40 nolu 1.sınıf gayrisıhhi müessese işyeri açma ve çalışma ruhsatının iptal edildiği ve işletmenin mühürlendiği bildirildi.  Buna rağmen maden gerçekten mühürlendi mi bilmiyoruz. Bildiğimiz başka şeyler var, Bergama’da bir kez daha yargı kararının aşılıyor olması. 2009/7 sayılı genelge kullanılarak, yeni ÇED Raporu 20 Haziran’da bakanlığa sunulmuş, 3 Temmuz’da İDK toplantısı yapılmıştı, 13 Temmuz’da da yeni ÇED raporunun nihai yapıldığı duyuruldu. ÇED’in nihai yapıldığı duyuruldu ancak ortada rapor yoktu. İzmir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü’nün web sitesindeki linki tıkladığımız zaman rapor kısmı boş çıkıyor.  Çevre İl Müdürlüğü’ne ve bakanlığa defalarca başvurduğum halde halen rapor yok. Buna rağmen hukuksuzluğu belgelendirmek için nihai rapora hukuki itirazlar yapıldı. Yapıldı ama dinleyen yok. 3 Ağustos itibariyle yeni ÇED olumlu belgesi verildiği duyuruldu. Bu arada maden işletmesinin iki atık havuzu dolduğundan üçüncüsü için düzenlenen ÇED raporu da nihai yapıldı.  Üçüncü atık havuzu biten açık ocağa yapılmak isteniyor. Oysa açık ocak deniz kotunun ve yer altı su tablasının altına inmiş durumda, olası kimyasal atık sızmalarında yeraltı sularını kirletebilecek.  Daha önce bu alanda yapılmak istenen  birinci atık havuzu projesine Devlet Su İşleri (DSİ) bu nedenle olumsuz görüş bildirmişti. Şimdi ne değişti de aynı alana izin veriliyor? DSİ yetkilileri bu soruyu yanıtlamalıydı.. Bu rapora da itiraz edildi, ama o itirazlar da umursanmadı Üçüncü atık havuzu için de 3 Ağustos’ta ÇED olumlu kararı verildiği duyuruldu. Yani  Bergama’da bir şey değişmedi, Eurogold, Normandy, Newmont, Koza, TMSF yönetimindeki Koza fark etmiyor, ‘siyanür liçi’ yöntemiyle işletilen Ovacık Altın Madeni, çevre sağlığı ve canlı yaşamı için yaratacağı riskleri tespit eden onlarca bilimsel rapora, onlarca mahkeme kararına, AİHM kararına rağmen faaliyetini yıllardır sürdürdü, şimdi yine mahkeme kararının arkasından dolanılarak yeniden çalıştırılacak.

-Sohbetimize başlamadan önce İzmir’deki nükleer santrol atıklarından bahsediyorduk. Bu konudan da bahsedebilir miyiz?

Gaziemir-Karabağlar sınırları içindeki Aslan Avcı Kurşun Fabrikası atıkları içinde çıkan atıklardan söz ediyorum.Türkiye Atom Enerjisi Kurumu  (TAEK), kirliliğin  Europium- 152 (EU 152) radyoaktif kaynaklı, nükleer yakıt  çubuklarının eritilmesiyle oluştuğunu tespit etti. Radyoaktif atıkların Türkiye’ye ithali ve ticareti yasak.Yani  yaşadışı yollarla getirilmiş Gaziemir’deki nükleer atıkların varlığı Nisan/2007’de tesadüfen ortaya çıktı, Aralık/2012’ye kadar kamuoyundan gizlendi. Radikal Gazetesi’nin 3 Aralık 2012 tarihli sayısında Serkan Ocak imzası ile manşetten duyurulması üzerine ciddi bir tepki oldu. İlk tepkiye henüz bir aylık olan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi gösterdi. Ardından olay, fabrika sahasında oturan mahalle sakinlerinin, Ege Çevre Ve Kültür Platformu (EGEÇEP) başta olmak üzere İzmir’deki ekoloji hareketlerinin, sivil toplum örgütlerinin gündemini oluşturdu. ABD’den nükleer fizikçi Prof.Dr Hayrettin Kılıç, Almanya’dan Nükleer Karşıtı Hekimler Birliği’nden Dr.Angelika Claussen Alex Rosen ile Dr.Alper Öktem ile birlikte uluslararası düzeyde ciddi bir çalışma yürütüldü. Ancak bütün bu çalışmalara karşın atıkların nereden, hangi yollarla, kimler tarafından getirildiği ortaya çıkartılamadı. Alanda, halen yaklaşık 10.125 m3 radyoaktif element ile birlikte kurşun, arsenik, çinko ve mangan gibi toksik elementler var. Şimdi atıkların ayrıştırılması ve bertarafı gündemde. Ancak bir türlü düzgün bir proje yapılamadı ve  Türkiye’nin üçüncü büyük kenti nereden, hangi yasa dışı yollarla, kimler tarafından getirildiği bilinmeyen nükleer santral atıklarıyla yaşamaya devam ediyor.

*Arif Ali Cangı, Ege Bölgesinde doğal ve kültürel değerlerin korunması için çalışmalar yapan demokratik kitle örgütleri, sivil toplum örgütleri ile bireysel katılımcıların oluşturduğu  Ege Çevre ve Kültür Platformu’nun (EGEÇEP) 2006- 2008, arasında sözcülüğünü yürüttü.. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) İzmir Grubu’nda aktivist olarak çalıştı.