26 yıllık kadın dayanışması: Mor Çatı

2016’da kuruluşunun 26. yılını dolduran Mor Çatı birkaç hafta önce 25. yıl dönümü nedeniyle hazırladığı kitabı okurlara sundu. Mor Çatı’dan Damla Gürkan ve Zuhal Güreli ise Mor Çatı’nın kuruluş hikayesinden günümüz kadın hareketinin yerine kadar çeşitli konularda sorularımızı cevapladı. “Mor Çatı, şiddete uğrayan kadınların şiddetsiz bir yaşam kurabilmeleri ve özgüvenlerini yeniden kazanabilmeleri için 1995 yılında […]

2016’da kuruluşunun 26. yılını dolduran Mor Çatı birkaç hafta önce 25. yıl dönümü nedeniyle hazırladığı kitabı okurlara sundu. Mor Çatı’dan Damla Gürkan ve Zuhal Güreli ise Mor Çatı’nın kuruluş hikayesinden günümüz kadın hareketinin yerine kadar çeşitli konularda sorularımızı cevapladı.

“Mor Çatı, şiddete uğrayan kadınların şiddetsiz bir yaşam kurabilmeleri ve özgüvenlerini yeniden kazanabilmeleri için 1995 yılında Türkiye’nin ilk bağımsız sığınağını olarak açıldı”

-26 yıl öncesine gidelim, Mor Çatı’nın kuruluş öyküsünden bahseder misiniz?

Çorum’da kocası tarafından fiziksel şiddete maruz kalan hamile bir kadının boşanma isteği, mahkeme yargıcı tarafından “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etme” atasözü gerekçe gösterilerek reddedildi. Bu karar üzerine kadınlar “Dayağa Karşı Dayanışma Kampanyası” başlattılar. Mayıs 1987’de gerçekleştirilen kadın yürüyüşüyle toplum nezdinde geniş destek bulan kampanyaya, Kariye Şenliği yapılarak devam edildi. Bu şenliğin geliriyle bastırılan “Bağır Herkes Duysun” kitabıyla dayanışma ağları yeni katılımlarla genişletildi. Şiddete uğrayan kadınlar için sığınak açma fikri bu kampanya sürecinde doğdu ve geliştirildi. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı 1990 yılında bir grup feminist tarafından aile içinde ve dışında şiddete maruz kalan kadınlarla dayanışma gösterebilmek ve sığınak açmak amacıyla kuruldu.

Mor Çatı, şiddete uğrayan kadınların şiddetsiz bir yaşam kurabilmeleri, şiddetin meşru görülmesinden dolayı duydukları suçluluk duygusundan, korkularından kurtulabilmeleri ve özgüvenlerini yeniden kazanabilmeleri için 1995 yılında Türkiye’nin ilk bağımsız sığınağını olarak açıldı.

“İktidarın en çok saldırdığı ve hegemonyasını kurmaya çalıştığı kesimlerden biri feminist hareket”

-26 yıl boyunca Türkiye’deki kadın dayanışmasının öznesi ve tanığı oldunuz. O günden bu güne kadın dayanışması ve mücadelesi hakkında neler söylemek istersiniz?

Türkiye’deki kadın hareketi ve mücadelesi bildiğiniz gibi Osmanlı döneminden başlayan bir serüvendir. Mor Çatı da 26 yıl önce bu serüvene feministlerin kazanımları ve birikimleriyle kurulmuş ve tanıklık etmiştir. Bu geçen süreçte kadın hakları mücadelesinde sosyal, hukuksal, toplumsal alanlarda önemli kazanımların elde edilmesi ve uygulamaya geçilmesi kadın hareketinin mücadelesiyle olmuştur. Bununla birlikte 20 küsur yıldır ülkemizde ve dünyada değişen şartlar, toplumsal hareketler ve  dönüşümler, krizler, çatışma ve savaş gündemleri ekseninde kadın hareketi kendi sözünü söylemiş, politikasını yapmış ve hem aktif siyaset hem de kamusal yaşamda belirleyici olmuştur. Ne var ki bugün baktığımızda oldukça zorlu  ve elde edilen kazanımların anti-demokratik yöntemlerle geri alındığı / alınmaya devam edildiği bir sureci de yaşamaktayız. Feminist hareketin ve kadın özgürleşmesinin iktidarın en çok saldırdığı ve hegemonyasını kurmaya çalıştığı bir kesim olduğunu da görüyoruz. Kadın hareketinin en büyük kazanımı bu en kötüleşen  şartlarda barıştan, demokrasiden, laiklikten,  eşitlikten, feminist mücadelen ödün vermeden yoluna devam edebilme pratiğidir. Bugünlerde de her şeye rağmen, var olan gücümüzü kullanmak ve sesimizi yükseltemediğimizde yaratıcı kullanmak, unutmamak, unutturmamak için belleğimizi taze tutmak ve dayanışmamızı güçlendirmek için mücadele etmeye devam ediyoruz.

-Bir sivil toplum kuruluşu olarak deneyimlerinizi kitaplaştırdınız. Kitaplaştırma motivasyonunuz nedir?

Mor Çatı feminist bir kadın örgütü olarak, Türkiye’deki feminizm ve kadın tarihinden ayrı düşünülemeyecek bir vakıf. Dolayısıyla bu kitap sadece Mor Çatı’nın 25 yıllık tarihine ışık tutmakla kalmıyor, Türkiye’deki feminist tarihi de aydınlatan bir kitap olma özelliğini taşıyor. Bu nedenle kitabın oluşturulmasındaki en büyük motivasyon kadın dayanışması oldu. Bu dayanışmanın ürünü olarak oluşturulan kitap, kadın örgütlenmesinin güçlenmesini ve mücadele ağlarının geliştirmesini hedefleyen feminist hareketin yakın tarihini de kapsıyor.

“Söz konusu önergenin çocukları ve özellikle kız çocuklarını aile, toplum ve hukuk önünde ihmal, istismara daha da açık hale getireceği açık”

-Kitapta “Yeni Yasal Düzenlemeler” adlı bir bölüm bulunuyor. Son zamanlarda 18 yaş altı cinsel istismara dair TCK 103. maddede bazı düzenlemeler gerçekleştirildi. 25 yıllık deneyimi arka plana alarak bu düzenlemeler hakkındaki fikirlerinizi bizimle paylaşır mısınız?

Şimdiye kadar önergenin eksikleri ve sorunlarıyla ilgili gayet net açıklamalar, eleştiriler yapıldı biliyorsunuz. 12 yaşın rıza yaşı olarak belirlenmesi, cezanın kademeli olarak değişmesi, tecavüzcüyle evlendirilme en dikkat çeken ve tepki gören maddeler. Şu an askıya alınmış gibi olsa da hükümetin böyle bir önergeyi sunması, telaffuz etmesi hatta ilk günlerde yetkili kişilerin istismarı ve tecavüzü yasallaştıran önergeyi savunması toplumun adalet anlayışında,  güveninde, vicdanında kapanmayan yara açtı. Diğer yandan da hak ve özgürlüklere saldırıyı meşrulaştırmaktır. Bu konuyu ele almak bilgi, birikim, araştırma, uzmanlık isteyen, en üst çatıda ise çocuk hakları, cinsiyet eşitliği,  insan hakları ve demokrasiyi kabul eden, hazmeden, içselleştiren bir yapı gerekliliğini önceliyor. Kadın örgütleri olarak yıllardır deneyimlediğimiz ve izlediğimiz, müdahil olduğumuz sayısız örneklerden edindiğimiz deneyimler,  bu yasa değişikliğinin ve hükümetin komisyonunun “çalışma tarzının” çarpıklığını, sorunlarını, olası korkunç sonuçlarını hızlıca görmemizi ve ses çıkarmamızı sağladı. Söz konusu önergenin çocukları ve özellikle kız çocuklarını aile, toplum ve hukuk önünde ihmal, istismara daha da açık hale getireceği açık.  Bu kadar hassas bir düzenlemeyle ilgili ciddiyetli bir çalışma yapılmamış olması ve danışma/ tartışma zemininin sağlanmamış olması, bu şekilde kamuoyuna açıklanması kabul edilemez. Şu anda bu konuda tartışma gündemde olmasa da sıkıntı devam etmekte.

Maalesef bu konuda savunuculuk ve izleme yapacak kurumların, STK’ların sayısı ve gücü azalmakta. Tam da bu nedenle, bu önergeye verilen tepki kadar hak, eşitlik, özgürlük mücadelesi veren örgütlerin, STK’ların kapatılmasına da tepki vermek gerekir.

“Kadın kurumları kapatılarak, şiddetle mücadele eden kadınların güçlenmesi ve kadınların yaşadıkları sorunların görünür hale gelmesi engellenmiş oldu”

-Sizce OHAL, çatışma ortamı ve bazı derneklerin kapatılması Türkiye’deki kadın sivil toplumunu nasıl etkiledi?

OHAL koşullarıyla birlikte bazı kadın derneklerinin kapatılması kuşkusuz kadınların şiddetle mücadele etme mekanizmalarının sekteye uğratılmasına neden oldu. Kadınların şiddete uğradıklarında başvurabilecekleri, destek alabilecekleri kadın kurumları kapatılarak, şiddetle mücadele eden kadınların güçlenmesi, dayanışması ve kadınların yaşadıkları sorunların görünür hale gelmesi engellenmiş oldu.

OHAL sebebiyle kadına yönelik şiddetle mücadelede sorumluluğu bulunan kurumlarda çeşitli aksaklıklara da rastlıyoruz. Şiddete uğrayan kadınlar yasa gereği kolluk kuvvetlerine sığınak talebiyle başvurabilirler. Fakat OHAL nedeniyle hem görevden alımların olması hem de ekiplerin dışarıda görev alması nedeniyle sığınak talebinde bulunan kadınlar karakolda uzun süre bekletiliyor. Bu gibi durumlar çok büyük zorluklarla evini terk ederek polise başvurmuş çocuklu kadınları çok zor durumda bırakıyor.

 

Kitap hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak için: morcati.org.tr