Deprem ve Tsunami Riski Yanı Başımızda

21 Temmuz 2020
Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deprem Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hasan Sözbilir ile deprem ve deprem riskleri üzerine konuştuk. Kentsel dönüşüm düzenlemelerin hayati önem taşıdığını belirten Sözbilir, geçmişte yaşanan depremlerin gelecekte de görülme riski olduğunu söylüyor.

Son zamanlarda yaşanan ege bölgesi yoğunluklu depremler ve uzun süredir dillendirilen büyük İstanbul depremi ülkemizde yaşayan herkesi bu hususta tetikte ve önlemli olmaya itiyor. Geçmişte yaşanan depremlerin ağır sonuçları depremlerin insan yaşamına ne derece etki ettiğini birçok kez göz önüne serdi. Halk arasında oluşan deprem kaynaklı korku ve sık sık yaşanmaya devam eden depremler artık bu konuda vatandaş olarak ortak bir bilinç elde etmemiz gerektiğini söylüyor. Fakat bunun hükümet ve belediyelerin çabasıyla bir anlam bulacağı da aşikâr.

Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deprem Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Hasan Sözbilir’in yorumlarından bir ülkedeki deprem riski durumunu ele alırken nelerin göz önüne alındığını görüyoruz: “Bir Ülkenin deprem riski; bu riske neden olan sismik tehlike kaynaklarının (diri fayların) varlığı ve deprem üretme potansiyellerinin ne olduğu, bu fayların etki alanında kalan bina/yapı envanteri, bina/yapıların oturduğu zeminlerin durumu ve bina/yapıların depreme karşı dayanımlı olmasının ekonomik anlamdaki bir fonksiyonu olarak düşünülebilir. Bu kapsamda, Türkiye’de, hem deprem tehlike kaynaklarını tanımak ve hem de deprem riskini azaltmak açısından kısa, orta ve uzun vadede yapılması gereken çok sayıda çalışma bulunmaktadır.” 

Ülkemizin jeolojik yapısına değinen Prof. Dr. Özbilir’in kelimeleri ne denli tehdit altında olduğumuzu kanıtlar nitelikte: “Dünyanın sismik yönden en aktif zonlarından biri olan Alp-Himalaya dağ kuşağı üzerinde yer alan Türkiye karasında on bin yıldan beri aktif olan (bizimle birlikte yaşayan) 485 adet resmi fay segmenti yanı sıra, ülkeyi üç taraftan sınırlayan Karadeniz, Marmara, Akdeniz ve Ege Denizi altında da varlığı bilinen çok sayıda diri fay vardır. Türkiye karasındaki faylar 1939 Erzincan depremi ile kanıtlandığı gibi, en fazla Mw=7.9 büyüklüğünde (X şiddetinde) depreme neden olabilirler.”

”Kentsel Dönüşüm Kapsamında Gerekli Düzenlemelerin Yapılması Hayati Derecede Önem Taşımaktadır

Kentsel dönüşümün önemine vurgu yapan Sözbilir tsunami tehlikesinin küçümsenecek boyutlarda olmadığına ve İstanbul’da daha önce yaşanan bu fenomenin tekrar yaşanabileceğine dikkat çekiyor: “Sözkonusu diri faylar, Türkiye’nin hemen her ilinde, kentlerin metropol alanı, ilçe merkezleri veya köylerinin altından geçmektedir. Kısa ve orta vadede bu sismik tehlike kaynaklarının 1/1000-1/5000 ölçekli imar haritalarına işlenerek il merkezi ve ilçe düzeyinde “Yüzey Faylanması Tehlike Kuşağı Haritaları”nın yapılması ve buna göre diri fay zonları içinde kalan bina/yapı envanterinin belirlenmesi ve bu envanterde kentsel dönüşüm kapsamında gerekli düzenlemelerin yapılması hayati derecede önem taşımaktadır.

Bunun yanında, Türkiye’yi 3 tarafından sınırlayan Karadeniz, Ege, Akdeniz ve Marmara Denizi’nde tsunami tehlikesi ve riski de vardır. 1900 yılından önceki Tarihsel deprem kayıtları bu dört denizde de tsunami geliştiğini belgelemekte ve son yıllarda yapılan tsunami modelleme çalışmaları da bunu doğrulamaktadır. Buna göre, önemli bir bölümü Türkiye karası içinde olan Kuzey Anadolu Fayına ait kollar Marmara denizinde sular altındadır ve beklenen İstanbul depreminin sismik tehlike kaynağı niteliğindedir. Mevcut Bilimsel çalışmalar, 4000 yıldan beri Marmara Denizi ve çevresinde 300’den fazla yıkıcı deprem meydana geldiği ve bu depremlerden 40 tanesinin Marmara Denizi’nde tsunamiye neden olduğunu göstermektedir. 1509 ve 1894 İstanbul depremlerinde tsunami dalgasının 6 metreyi aştığına dair kayıtlar vardır. Marmara Denizi için yapılan 49 farklı deprem senaryosuna göre, olası depremde, İstanbul kıyılarında oluşması beklenen en büyük tsunami dalga yüksekliği 5,56 metre olarak hesaplanmış ve İstanbul’un doğu kıyıları boyunca 10 km uzunlukta etkili olacağı ve depremden 8 dakika sonra oluşacak olan tsunami sırasında denizin ortalama 150 metre kadar karayı basacağı belirtilmiştir. Bu nedenle, beklenen İstanbul depremi sırasında, zayıf zeminler üzerindeki depreme dayanıksız binaların hasar görmesi yanı sıra, İstanbul’un özellikle doğu kıyılarında oluşacak tsunami nedeniyle önemli oranda can ve mal kayıplarının yaşanacağı ve bunun ülke ekonomisinde önemli kayıplar yaratacağı düşünülmektedir.”

Sözbilir’in açıklamalarından ülkemizin coğrafi konumu açısından tsunami riskinin göz ardı edilemeyeceği ve toplum tarafından artık benimsenmesi gereken bir nokta olduğunu anlıyoruz. Özellikle kıyı şeritleri için uyarı niteliğinde veriler veren Sözbilir büyük bir deprem sonrası tsunami kaynaklı hasar ve can kayıpları olabileceğini belirtiyor: “Türkiye’de Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’e kıyısı olan yerleşimler ise tsunami tehlikesi açısından çok daha riskli bir bölgede yer almaktadır. Bunun en büyük nedeni, Anadolu levhası ile Afrika levhasının sınırını oluşturan Helenik ve Kıbrıs dalma-batma zonu’nun varlığıdır. Şimdiye kadar yapılan tsunami modelleme çalışmaları Helenik yayı üzerindeki fay segmentlerinin aletsel büyüklüğü 7 ve üzeri deprem üretmesi durumunda oluşacak 5 metreye varan tsunami dalgalarının Türkiye’nin batı-güneybatı-güney kıyılarına, sismik kaynaktan uzaklığa bağlı olarak, 50 dakika (Fethiye-Datça-Marmaris-Bodrum) ile 180 dakika (İskenderun-Yumurtalık-Karaburun-Ayvalık-Edremit) içinde ulaşacağını göstermektedir (Şekil 1). Böyle bir durumda, özellikle, denize kıyısı olan güney-güneybatı-batı kentlerimizin (Hatay, Adana, Mersin, Antalya, Muğla, Aydın, İzmir, Balıkesir ve Çanakkale) kıyılarında tsunami kaynaklı hasar beklenmektedir.”

Helenik Yayı Girit Adası yakınında aletsel büyüklüğü 7’den büyük bir deprem ile oluşabilecek tsunami dalgalarının Türkiye’nin batı ve-güneybatı-güney kıyılarına ulaşma zamanlarını gösteren tsunami modeli (Lorito vd. 2008).
Helenik Yayı Girit Adası yakınında aletsel büyüklüğü 7’den büyük bir deprem ile oluşabilecek tsunami dalgalarının Türkiye’nin batı ve-güneybatı-güney kıyılarına ulaşma zamanlarını gösteren tsunami modeli (Lorito vd. 2008).

“Jeoloji biliminin “Geçmiş Geleceğin Anahtarıdır” temel felsefesi gereği, gelecekte de en az eskileri kadar büyüklüklerde depremler meydana gelecek ve tsunamiler gerçekleşecektir.” Diyen Özbilir durum bu kadar kaçınılmazken faydacıl önlemlerin alınıp kolektif bir şekilde çalışmaların yapılmasının gerekliliğine değiniyor: “Sonuç olarak, Bugüne kadar meydana gelen depremler incelendiğinde, Türkiye ölçeğinde can ve mal kayıplarına yol açan ve büyüklüğü 7’ye ulaşan depremlerin 6 yılda bir tekrar ettiği bilinmektedir. Bilimsel çalışmalara göre, bu düzeydeki depremlerin, öncelikle sismik boşluk (kırılma zamanı geçmiş fay segmentleri) adı verilen fay parçalarında beklendiği, bu fay parçalarının 20 civarında olduğu ve Türkiye’deki değişik illerin yerleşim yerlerinden geçtiği kabul edilmektedir. Bu nedenle, öncelikle söz konusu fay parçalarının içinden geçtiği illerden başlamak üzere hem karadaki ve hem de deniz altındaki faylara göre, Türkiye’nin 81 ilinde, deprem senaryolarına dayalı İl Afet Risk Azaltma Planlarının (Deprem Master Planı) Valilik, Afad, Belediye, Üniversite, Yerel Yönetimler, ilgili kurum ve kuruluşlar, İlçe Kaymakamlıkları, Sivil Toplum Örgütleri ve halkın da katılımıyla gerçekleştirilecek çalışmalarla yapılması ve uygulamaya konulması gerekmektedir. 

Depreme karşı dirençli bir Türkiye yaratabilmenin ana koşulu, 2011’de yayınlanan “Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı (UDSEP-2012-2023)” içindeki eylemlerin Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023’te tamamlanmasına bağlıdır. Bunun için ülke olarak UDSEP kapsamında bugüne kadar, hangi eylemlerin gerçekleştirildiği, yapılmış olan çalışmaların uygulamaya konulup konulmadığı, eksik kalan eylemlerin ne olduğu ve bu eylemlerin 2023’e kadar tamamlanacak şekilde planlanıp planlanmadığı konusunda gerekli denetleme ve izlemenin yapılmasında fayda vardır. Tüm bu çalışmaların başarıya ulaşabilmesi için, Türkiye ölçeğindeki deprem ile ilgili olarak varlığını sürdüren kurum ve kuruluşların yeniden yapılandırılması ve UDSEP çalışmalarının zamanında yapılmasını yavaşlatan veya engelleyen kişi veya mekanizmaların bertaraf edilmesi ile mümkün olabileceği düşünülmektedir.