“İzmir’de Yaşananlar, Dünyada Yaşananların Bir Örneği!”

İzmir başta olmak üzere Türkiye ve dünyada yaşanan doğal afetleri ve iklim krizinin yansımalarını konuştuğumuz Doğa Derneği Genel Sekreteri Dicle Tuba Kılıç, "Doğaya yaptığımız müdahalelerin sonucunda ortaya çıkmış felaketlere doğal afet denilse de, bunların doğallığı tartışmalı. İzmir’de yaşananlar, dünyada yaşananların bir örneği!" dedi.

Doğa Derneği hakkında kısaca bilgi verir misiniz?

Dicle Tuba Kılıç
Dicle Tuba Kılıç

Doğa Derneği, doğanın sorunları için yapıcı ve yerinde çözümler üretmeyi ilke edinmiş, yaşamın bütünlüğüne ve çeşitliliğine inanan bir sivil toplum kuruluşu. 2002 yılında kurulan Dernek, kurulduğu günden bu yana, binlerce üyesi ve gönüllüsüyle yaşamın benzersiz çeşitliliğini anlamak ve korumak için çalışıyor. 

Türkiye’de “Doğa Ana Hakları Evrensel Beyannamesi”ni tanıyan kuruluşlardan biri olan Doğa Derneği’nin ufku, doğanın korunmasının gerekli olmadığı bir dünya. Bu doğrultuda; nesli tehlike altında olan kuş türleri ve yok olan ekosistemler, Önemli Doğa Alanları, Kadim Üretim Havzaları’nın korunması için çalışıyoruz. 

2014 yılında, Seferihisar’da ortaklarımızla kurduğumuz Doğa Okulu’nda doğa kültürü araştırmaları yapıyor, edindiğimiz bilgi ve deneyimleri paylaşıyoruz.

İklim krizinin doğal afetleri arttırdığı konuşuluyor, son zamanlarda yaşadığımız de afetleri düşünürsek neler söylersiniz? 

Öncelikle, bu yaşananları doğal kabul etmek bana doğru gelmiyor. Doğaya yaptığımız müdahalelerin sonucunda ortaya çıkmış felaketlere doğal afet desek de aslında ne kadar doğal oldukları tartışmalı.

İklim değişikliği aslında kısa bir süre önce yaşam şekillerimizin bir sonucu olarak hayatımıza girmiş bir kriz. Dünyamızda yaşanan ekonomik ve sosyal değişimler elbette ekolojik değişimlere de neden oluyor. Bu değişimleri, pek çoğumuz, son yıllara kadar görmezden gelmeyi hatta inkar etmeyi tercih ediyorduk. Yaşanan afetler ve gelecekle ilgili belirsizlikler iklim krizini gündemimize getirdi. Artık iklimin nasıl değiştiğini hepimiz biliyor ve bu değişime şahitlik ediyoruz. Bir kısmımız buna kayıtsız kalırken bir kısmımız çözümün bir parçası olmak için çabalıyoruz.

İklim krizinde ortaya çıkan problemler ve felaketler, bölgesel olarak yaşanıyor. Sanki sadece o bölgenin sorunuymuş gibi. Ancak yerel çözümler iklim krizini sonlandırmak için yeterli değil. Krizin sonuçları yerelmiş gibi görünse de tüm gezegenimizi etkiliyor ve çözümü de tüm dünya olarak sağlamamız gerekiyor.

Yaşamlarımız öyle bir hale geldi ki, evimizdeki eşyalardan gıdamıza kadar neredeyse hiçbir ürünün kaynağını, hikayesini bilmiyoruz. Böylece üretim aşamalarında yaşanan yok oluşlar ve doğaya verilen zararlar yokmuş gibi yaşamaya devam edebiliyoruz. Kriz de bu nedenle tüm hızıyla büyümeye devam ediyor.

Dünyada iklim değişikliğinin göstergeleri nelerdir?

iklim değişikliğiİklim değişikliğini atmosferdeki sera gazlarının seviyesindeki artış, dünyanın ortalama yüzey sıcaklığının artması ve kuzey denizindeki buzulların erimesiyle gözlemliyoruz. Karbondioksit gibi sera gazı adını verdiğimiz, ısının atmosferde hapsolmasına neden olan gazların seviyesi her yıl yükseliyor. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) raporuna göre, sanayi devrimi öncesine göre dünyamız 1 derece ısındı. Bu ısınma, şimdiden, kuraklık ve seller gibi olağan dışı hava olayları, deniz seviyesinde yükselme ve Arktik denizinin erimesi olarak etkilerini göstermeye başladı. Ayrıca hava kirliliği ve mahsul kıtlığı da iklim değişikliğinin sonucu olarak pek çok ülkede yaşanıyor. Geçtiğimiz yıllarda Kutup Denizi buzlarında çok hızlı bir erime meydana geldi ve 2012 yılında buzulların yüzölçümü bilinen en küçük boyuta geriledi. Her Eylül ayında kuzey denizindeki buz tabakasının alanı o senenin en düşük değerine ulaşıyor. Bu önemli değişimler dünyamızda öngörebildiğimiz ve öngöremediğimiz pek çok değişime neden oluyor.

İklim değişikliği sonucunda Türkiye’de neler yaşanıyor?

Türkiye coğrafyasının %60’ı çeşitli derecelerde “kurak iklim” olarak sınıflandırılmış. Bu nedenle, iklim krizinde en ciddi sıkıntılardan biri kuraklık olarak karşımıza çıkıyor. Su yönetimi konusunda su zengini bir ülkeymiş gibi su tüketiminden vazgeçmemiz gerekiyor. Mesele evlerdeki musluklardan akan su değil. Temel problemimiz tarımda kullanılan aşırı su ve sulu tarımın yaygınlaşması. 

Şiddetli ve ani hava değişimleri ve dolayısıyla yaşanan seller, kuraklıklar, yangınlar gibi pek çok sonuçları bir arada yaşıyoruz. Örneğin, Ege’de seller yaşanırken İç Anadolu’da kuraklık yaşanıyor.

Bir de tarımsal üretimde yaşanan değişimler var. İklim kriziyle birlikte artan ani hava değişimleri üretimleri de etkiliyor. Fırtınalar, donlar, kuraklık… Hepsinin ayrı bölgelerde ayrı etkileri yaşanıyor.

Bu süreçte, biyolojik çeşitliliğin ve ekosistemlerin nasıl etkilendiğine dair çok sınırlı çalışma var Türkiye’de. Ancak Alpin kuşaktaki yani 2000 metrenin üstünde yaşayan Alpin türlerin tıpkı kutuplardakiler gibi gidecek başka yerleri olmadığı bir gerçek.

Türkiye’de iklim krizini izlemek, sonuçlarını analiz etmek, bunun sonucunda da hem iklim değişikliğine adapte olmanın yollarını bulmak hem de başta su olmak üzere pek çok konuda politika değişikliğine gitmek gerekiyor.

Son aylarda İzmir’de art arda yaşanan doğal afetler hakkında neler söylemek istersiniz?

İzmir’de yaşananlar, dünyada yaşananların bir örneği. Pek çok canlı aynı anda farklı yerlerde aynı felaketleri ve yok oluşu yaşıyor. İzmir her ne kadar çok acı olaylar yaşasa da güzel bir imece örneği gösterdi. 

Kendi tükettiğinden fazlasını üreten bir şehir burası. Bir büyük şehir, tarım alanları ve önemli doğa alanları iç içe. İzmir, bu zenginlikleri sayesinde bu afetlerin etkilerini kısa sürede atlattı. İklim değişikliği İzmir’de gündemde ve çözüm için pek çok kurum çalışmalar yürütüyor.  

Türkiye’nin iklim değişikliğine adapte olması mümkün mü veya neler yapılmalı?

taşlıcaİklim değişikliğine adaptasyon açısından son derece şanslı bir ülkeyiz. Binlerce yıldır farklı iklim koşullarına göre yaşamış ve tarımsal üretim yapmış bir coğrafya burası. Kadim Üretim Havzaları adını verdiğimiz, insanın yaşamını doğanın bir parçası olarak tasarladığı, farklı iklim koşullarına uyum sağlayan üretimler geliştirdiği ve hala bu bilginin yaşatıldığı alanların belirlenmesi, buradaki yöntemlerin anlaşılması ve korunması gerekiyor. Bu alanlardaki üretim sürecinde havza dışından çok fazla girdi (baraj sulama suyu, elektrik enerjisi, kimyasal gübre ve zehirler) olmaması iklim değişikliğine uyum açısından Kadim Üretim Havzaları’nı önemli bir yere taşıyor. 

Anadolu’nun Kadim Üretim Havzaları’ndaki iklim dostu uygulamalar arasında; bölgenin yağış rejimine uyumlu yerli tohumların kullanılması, yerli hayvan türleriyle mera hayvancılığının yapılması, yağmur suyunu hasat etmek için geleneksel mimari unsurlarının kullanılması gibi kadim üretim yöntemleri sayılabilir.

Adaptasyon sürecinde tarımdan suya, enerjiden madene pek çok konuda stratejik çalışmaların yapılması ve yaşanan krize göre yeni politikalar geliştirmek gerekiyor.