COVID-19’un Gölgesinde Ruh Sağlığı Günü: “Ruh Sağlığına Ayrılan Kaynak Artırılmalı!”

10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü, bu yıl COVID-19 salgınının gölgesinde kutlanıyor. ‘Yeni normal’ bireylerin ruh sağlığını da etkiliyor. Pandeminin psikolojik etkilerine dikkat çeken Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASÜDER), her kriz dönemindeki gibi ruh sağlığı ve psikososyal desteğe olan ihtiyacın önümüzdeki dönemde artacağı uyarısında bulunarak, bu alana ayrılan kaynağın artırılması gerektiğini vurguluyor. HASÜDER ayrıca etik, şeffaf, hesap verebilir salgın yönetiminin, toplumun ruh sağlığını da koruyacağını hatırlatıyor.

COVID-19 salgını sürecinde 10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü’nü kutlamak, kaçınılmaz olarak yeni normal’in içerdiği belirsizlik ve değişimlerle bireylerin ruh sağlığına etkilerini hatırlatıyor. Pandeminin siyasi, sosyal ve ekonomik etkileri yanında psikolojik etkilerine dikkat çeken HASÜDER, Dünya Ruh Sağlığı Günü vesilesiyle yayınladığı metinde, kriz deneyimleri çerçevesinde ruh sağlığı ve psikososyal desteğe olan ihtiyacın önümüzdeki aylarda ve yıllarda önemli ölçüde artacağını, zaten yetersiz olan ruh sağlığı hizmetlerinin pandemide kesintiye uğradığını, bu nedenle ulusal sağlık bütçelerinde ruh sağlığına ayrılan %2’lik payın yükseltilmesi gerektiğini vurguluyor.

HASÜDER tarafından yapılan açıklamada, ruh sağlığı hizmetlerine neden daha çok kaynak aktarılması gerektiğine ilişkin değerlendirme dikkat çekiyor. Sağlık sisteminde ruh sağlığına kaynak aktarılmasının ekonomik getirisinin ne kadar yüksek olduğu, yapılan araştırmalar ile hatırlatılıyor. Buna göre, pandemi öncesinde yalnızca depresyon ve anksiyete nedeniyle oluşan üretkenlik kaybı yaklaşık 1 trilyon ABD dolar civarında idi. Daha dikkat çekici olan, depresyon ve anksiyete ile mücadelede etkinliği kanıtlanan yöntemler için harcanan her 1 ABD dolarının 5 ABD doları getirisinin olduğu. Söz konusu bulgular, pandeminin ruh sağlığı üzerindeki etkilerinin ekonomik maliyetinin göz ardı edilemeyecek boyutlarda olduğunu gösteriyor.

Pandemide Değişen ve Zorlaşan Hayatın Psikolojik Yansımaları

HASÜDER, pandemide günlük hayatımızın önemli ölçüde değiştiğini ve beraberinde getirdiği psikolojik zorlukları farklı kesimler açısından birkaç örnekle hatırlatıyor;

  • Zor koşullarda çalışan ve COVID-19’u eve getirmekten korkarak işe giden sağlık çalışanları,
  • Okula gidemeyen, evden ders almaya uyum sağlamaya çalışan, öğretmenleri ve arkadaşları ile çok az teması olabilen ve gelecekleri konusunda endişeli öğrenciler,
  • Geçim kaynakları tehdit altında olan işçiler,
  • Pandemide sınırlı koruma ile yoksulluk içinde yaşayan veya kırılgan insani yardım ortamlarında hayatta kalma mücadelesi veren çok sayıda insan,
  • Öncekinden daha fazla sosyal izolasyon yaşayan, kronik ruh sağlığı sorunları olan bireyler,
  • Bazen vedalaşamadan kaybedilen yakınlarının acısıyla baş etmek durumunda kalan insanlar…
Pandemide Kesintiye Uğrayan Ruh Sağlığı Hizmetleri

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), pandemi öncesinde ülkelerin ulusal sağlık bütçelerinin %2’sinden daha azını ruh sağlığı için harcadıklarına ve bunun yetersiz olduğuna işaret etmişti. Yas, tecrit, gelir kaybı ve korku gibi pek çok nedenle, pandemi ruh sağlığı sorunlarını tetikliyor veya mevcut olanları kötüleştiriyor. Alkol ve uyuşturucu kullanımında artış, uykusuzluk ve anksiyete çok sayıda insanın yaşadığı sorunlar arasında. Bu arada, COVID-19’un kendisi de deliryum, ajitasyon ve felç gibi nörolojik ve zihinsel komplikasyonlara yol açabiliyor. Tüm bu sebeplerle, pandemi ruh sağlığı hizmetlerine olan talebi artırıyor.

DSÖ tarafından Haziran-Ağustos 2020 arasında 130 ülkede gerçekleştirilen araştırmanın sonuçlarına göre, COVID-19 salgını ülkelerin %93’ünde kritik ruh sağlığı hizmetlerini aksattı veya durdurdu. Birçok ülke (%70) yüz yüze hizmetlerde yaşanan aksaklıkların üstesinden gelmek için teletıp veya teleterapiyi benimsendi. Ancak diğer alanlarda olduğu gibi, bu hizmetlere erişimde eşitsizlik göz çarpıyor. Buna ek olarak DSÖ araştırması, ülkelerin %89’unun ruh sağlığı ve psikososyal desteği ulusal COVID-19 müdahale planlarının bir parçası olduğunu bildirmesine rağmen, bu ülkelerin yalnızca %17’sinin bu faaliyetleri kapsamak için yeterli ek fona sahip olduğunu gösteriyor.