‘Yeni Normal’de Teknoloji ve Göçün Hayati Önemi

COVID-19 pandemisinin teknoloji ve dijital dönüşümü hızlandırdığı konusunda hemfikiriz. Ancak teknolojinin ve dijitalleşmenin pek çok konuda hayatımızda yarattığı muazzam etkiye dair yeterince bilgi ve farkındalık sahibi değiliz. Teknoloji ve dijital olanaklardaki gelişme bir yandan göçü kolaylaştırırken, diğer yandan en son teknolojiler mülteciler üzerinde deneniyor ve geliştiriyor. Oxford Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Emre Eren Korkmaz, göç dahil olmak üzere tüm alanlarda teknolojinin getireceği fırsat ve tehditler ile birlikte siyasi-ekonomik-sosyal-kültürel sonuçlarını analiz etmenin önemini vurguluyor. Korkmaz’a göre, pandeminin ardından ’yeni normal’de daha ‘hibrit’ yapılar yaygınlaşacak.

Teknoloji, dijitalleşme, kalkınma ve göç konuları arasında nasıl bir ilişki var? Bu kavramlar pandemide daha mı önemli hale geldi?  Bu soruları, Türkiye’de Suriyeli mülteci girişimciler için dijital kimlik çözümleri, Facebook tarafından desteklenen Türkiye’de Dijital Vatandaşlık ve KOBİ’lerin dijitalleşmesini ölçen bir metodoloji geliştirmek gibi birçok alanda faaliyet yürüten Oxford Üniversitesi, Uluslararası Kalkınma Bölümü öğretim üyesi Dr. Emre Eren Korkmaz’a yönelttik. Korkmaz, Türkiye’de teknoloji ve dijitalin etkisi ile sonuçlarının özellikle göç alanında yeterince çalışılmadığını kaydederek, herkesin yalan-yanlış haberlerle manipüle edilmemek için dijital okuryazar olması gerektiğine dikkat çekiyor.

Teknoloji, göç ve kalkınma konularında çalışıyorsunuz. Bu konulara ilgisi olmayan birine, konunun önemini ve her birimizin hayatında farkında olmasak da etkilerini birkaç örnekle anlatabilir misiniz?

Emre erenMuazzam bir teknolojik dönüşüm sürecinin içinden geçiyoruz. Bunu bir teknoloji devrimi olarak adlandıran da oluyor. Yapay zeka, robotik, blokzinciri, büyük veri analizi, kuantum bilgisayar gibi çok çeşitli alanlarda ciddi ve hızlı dönüşümler yaşanıyor. Yüz tanıma sistemleri ve büyük veri analizi ile denetim toplumu oluşturuluyor, şirketler ve devletlerin bireyler üzerinde kontrolü ve mobilize etme yeteneği artıyor.

Demokratik, geleneksel kurumlar hızla darbe alıyor, örneğin Cambridge Analytica skandalı ile seçimlere müdahale etmek, insanları yalan haberlerle yönlendirmek mümkün olabiliyor. Otonomlaşma birçok mesleği tehdit ediyor, diğer yandan sürücüsüz arabalar ve nesnelerin interneti ile nesneler birbirleriyle konuşup bizler için en optimal ve güvenli çözümleri önerebiliyor. Sosyalleşme ve kimlik oluşumunda sosyal medyadan vazgeçilemiyor. Bunlar tüm insanlığı ilgilendiren konular.

Kalkınma alanı ise öz itibarıyla disiplinler arası çalışan, gelişmekte olan ülkelerin kalkınma sorunlarına eğilen, yoksulluk, göç, eşitsizlik gibi olguları tartışan bir alan. Bu alanda da teknolojik dönüşüm, özellikle gelişmekte olan veya Küresel Güney denilen ülkelerde nasıl etkide bulunuyor, eşitsizlik artıyor mu, yeni bir tekno-sömürgecilik mi gelişiyor, yoksa bunlar birer fırsat mı, yoksulluktan çıkmak, dünya genelinde eşitsizlikleri gidermek için, küresel iklim değişikliği gibi konulara çözüm bulmak için yararlanabilir miyiz soruları gündeme geliyor.

Göçmenler ise bir yandan gelişmemiş ülkelerle gelişmiş ülkeleri birbirine bağlayan, diğer yandan vatandaşlık bağı, yasal hakları sınırlı olan ve bu nedenle bu tür teknolojilerin üzerlerinde rahatça denenebildiği bir topluluk. Ayrıca göçmenler de sınırları geçerken, yeni ülkelerine entegre olurken ve ayrıldıkları ülkedeki sevdikleriyle ve gündemle bağlarını korumada akıllı telefonlara, sosyal medyaya, görüntülü konuşmaya ihtiyaç duyuyorlar ve aktif şekilde kullanıyorlar.

Dolayısıyla teknolojilerin getireceği fırsatları ve tehditleri görmek, siyasi-ekonomik-sosyal-kültürel sonuçlarını analiz etmek önem kazanıyor. Bu aynı zamanda bir politik mücadele konusu oluyor. Etik ilkeler yeniden tanımlanıyor, ayrımcılıkla mücadele gelişiyor, toplumlar teknolojinin gelişim yönünü etkilemeye çalışıyorlar. Bunları bilmek önemli çünkü sadece kullanıcı olmak yetmiyor. Manipüle edilmemek, gereksiz veri paylaşmamak, her habere inanmamak gibi konular için bir eğitim, dijital okuryazarlık gerekiyor.

Dijitalin Göç Üzerindeki Etkisi ve Kestirilemez Sonuçları 

Teknoloji ve dijital olanaklar, göç ve göçmenliğe ilişkin temel olarak neyi değiştirdi?

Göçmen adayı için göçe karar vermede kişisel ağların, ilişkilerin özel bir yeri var. İnsanlar çok çeşitli sebeplerle belirli bir ülkeye taşınmaya karar verebiliyor. Bu tarihin her aşamasında vardı. Ancak dijital olanaklar bu imkanları pekiştirdi. Dil bilmeseniz de çeviri aplikasyonları ile insanlarla iletişim kurabiliyorsunuz. Bunların hepsi bizim mobilite alışkanlıklarımızı değiştiriyor. Aynı zamanda yeni ülkeye adapte olurken nereye taşınacağı, nasıl iş bulacağı, hangi haklara sahip olacağı gibi yaşamın her alanında ilk danışılan yer sosyal medya ağları, grupları oluyor.

Diğer yandan devletler, Birleşmiş Milletler, STK’lar ve şirketler de bu süreci yönetmek, kontrol etmek için yapay zekâ uygulamaları geliştiriyorlar. Örneğin vize başvurularının sonuçlarına birçok ülkede yapay zeka algoritması karar veriyor; büyük veri analizi yapıyorlar, insani yardım ve kimlik konularında blokzinciri teknolojisinden yararlanıyorlar. Sınırları korumak ve göçmen akışını durdurmak için akıllı sınır uygulamaları ve drone’lar kullanılıyor. Bunlar da göçün bu son teknolojilerin denendiği, geliştirildiği önemli bir alan olduğunu gösteriyor.

Teknolojinin mülteciler için sakıncalarından söz ediyorsunuz; nasıl bir sakınca yaratıyor? Teknolojinin getirdiği fırsatlara kıyasla, sakıncaları daha mı fazla?

Bunu iki açıdan incelemek gerekiyor; ilki mülteciler ve göçmenler için sosyal medya, akıllı telefon ve uygulamaları çok önemli. Birçok ülkede kaçakçılara ihtiyaç duymadan sosyal medya grupları, harita ve çeviri uygulamaları ile sınırları aşmak mümkün. Bu aynı zamanda aileyle, sevdikleriyle bağını sürdürme, yeni gittiği yerde ilişki ağlarına, STK’lara ve kamuya ulaşma veya yolculuk esnasında karşılaştığı kötü yaklaşımları kayıt altına almak açısından elzem. Bir telefon ekmek kadar, su kadar önemli. Örneğin Yunan adalarına çıkan mülteciler ekmek ve sudan önce telefon ve simkart istiyor ki hem geride kalanlara haber versin hem de bir sonraki adımı anlasın. Veya Bangladeş’te Rohingyalı mültecilere yasak olmasına rağmen simkart getirdiği için hapse girenler var.

Diğer yandan devletler, BM ve STK’lar yapay zeka, blokzinciri, büyük veri analizi, sosyal medya takibi, yüz tanıma sistemi, biyometrik gibi çok çeşitli teknolojik uygulamalara hayat veriyorlar. Aynı zamanda bu kurumlar, göçmenin bilgi kaynaklarını takip etme ve manipüle etme yeteneğine de sahipler. Bu teknolojiler ayrıca çok yeni ve henüz sonuçları tam bilinmiyor. En mağdur kesim olan mülteciler üzerinde denenmesi, ileride onların aleyhinde sonuçlar doğurabilir. Örneğin bazı yerlerde mülteciler biyometrik kayıt vermemek için parmaklarını yakıyorlar. Ben bu açıdan sakıncaların daha fazla olduğunu düşünüyorum, arada büyük bir güç dengesizliği var ve akademide yaygın olan mülteci ve cep telefonu ilişkisinin romantize edilmesine şüpheyle yaklaşıyorum.

Türkiye’nin Göç Konusunda Laboratuvar İşlevi ve Koordineli Hale Getirilmesi Gereken Birikimi

Türkiyede, özellikle Suriyeli mültecilere karşı yükselen karşıtlık ile sorarsak; dünyada en fazla mültecinin bulunduğu ülke olması Türkiyeye ne kazandırdı? Ne kaybettirdi?

Türkiye’de kamu kuruluşlarının, STK’ların, Birleşmiş Milletler’in ve şirketlerin mülteci ve göçmenlere yönelik çok çeşitli ve derinlikli çalışmaları var. Bunlar arasında kodlama eğitiminden girişimciliğe, mentörlüğe, mesleki eğitime kadar geniş bir yelpazede ulusal ve yerel alanda yoğun çalışmalar yapılıyor. Bununla beraber adapte olan, şartları öğrenen mülteciler örneğin girişimci olarak, öğrenci olarak veya kalifiye çalışanlar olarak üretmeye, katkı sunmaya ve topluluklarını temsil etmeye başlıyorlar. Bu açıdan Türkiye göç çalışmaları açısından verimli bir ülke.

Ayrıca teknolojik, ekonomik, yasal ve kurumsal altyapısının gelişmişliği ile mülteci ve göçmenlerin büyük çoğunluğunun yaşadığı Küresel Güney ülkelerinden çok daha fazla imkân sunuyor. Ancak bu meselenin yakıcılığı nedeniyle diğer Türkiye’de ülke deneyimleri çok ön plana çıkmıyor. Farklı ülkelerdeki göç çalışmalarını incelemek ve karşılaştırmak daha derinlikli analizlerin önünü açacaktır. Bu çalışmalar mülteci karşıtlığına karşı hem yurttaşlarda hem de mültecilerde göçmen-mülteci yanlısı bir birikimi de geliştiriyor, bunu da göz ardı etmemek gerekir.

Türkiyede STKların ve kamu kurumlarının göç alanında çok çeşitli çalışmaları var.  Türkiyenin göç ve göçmenliğe ilişkin Türkiyeyi özgün kılan hususlar var mı?

Türkiye için bu meselenin geçmişi çok fazla değil. Suriyeli mültecilerle birlikte yaklaşık 10 yıldır daha farklı bir yoğunluk yaşanıyor. Buna Afgan, İran, Kafkas, Balkan ve Afrika ülkelerinden gelen göçü de ekliyoruz. Türkiye hem niceliksel açıdan hem göç veren-göç alan ve transit ülke olarak hem de yasal göçmen-uluslararası/geçici koruma altında göçmenler (mülteciler)-kayıtdışı göçmen gibi çok çeşitli göçmen kategorilerini bir arada yaşıyor. Bu nedenle Türkiye ciddi bir laboratuvar işlevi var.

Hem STK’larda, hem akademide hem merkezi ve yerel kamu otoritelerinde hem de bir nebze şirketlerde bu yönde ciddi bir birikim oluşuyor. Türkiye’de etkili bir dinamizm var, çok kaliteli raporlar, makaleler hazırlanıyor. Bu açıdan bu çalışmaların uluslararası literatüre katkılarını ve karşılaştırmalı çalışmaları geliştirmek ve daha interdisipliner yaklaşımları güçlendirmek gerekebilir. Kısa sürede çok ciddi bir değer yaratılıyor; bu birikimin belki daha koordineli hale gelmesi için çaba gösterilebilir.

Dijital eşitsizlik mevcut eşitsizlere hem yeni bir boyut ekliyor hem de mevcut durumun katmerlenmesine neden oluyor.

Diğer eşitsizliklere kıyasla, dijital eşitsizliklerin giderilmesi, içinde bulunduğumuz dönemde daha öncelikli ve kritik olabilir mi? Dijital okuryazarlığın geliştirilmesine ilişkin Türkiyenin kapasitesini nasıl buluyorsunuz?

Dijital eşitsizlik mevcut eşitsizlere hem yeni bir boyut ekliyor hem de mevcut durumun katmerlenmesine neden oluyor. Bir yandan online eğitimlerle kişisel gelişimini sağlayan, blokzinciri ve hızlı para transferi yöntemleriyle finansal imkanlarını güçlendiren, sosyal medya ile dünya ile entegre olan bir insanın sahip olduğu politik, ekonomik, sosyal imkanlarla bu imkanları olmayanlar arasındaki uçurum da derinleşiyor. Bu nedenle dijital eşitsizlik alanında çalışma yürütmek oldukça önemli.

Türkiye’de bu alanlarda çok kaliteli, uluslararası çapta oldukça başarılı işler yapılıyor, önemli girişimlere imza atılıyor. Ama bu girişimlerin bir kısmı bir süre sonra merkezlerini yurtdışına almayı tercih edebiliyor. Hem gençler/öğrenciler/çocuklar için hem yaşlılar için hem de çalışanlar için özel eğitim-bilinçlendirme faaliyetlerine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Ülkemiz oldukça dinamik, çok değerli işler yapılıyor ama diğer yandan bu dinamizmi yönlendirmede, geliştirmede olumsuz şartlara da oldukça sahip, bu da ciddi bir mücadeleyi, emeği getiriyor.

Pandemi Sonrası  ‘Yeni Normal’de Ortaya Çıkacak Olan Hibrit Formlar

Pandemi, çalıştığınız konular açısından size ne gösterdi? Pandemi öncesi- pandemi süreci- pandemi sonrası şeklinde bir ayrım yapabilir misiniz? Pandemi sonrasına dair bir öngörünüz var mı?

Pandemi tabii herkesin yaşamını çok ciddi etkiledi ve başta bahsettiğim dijital ve teknolojik dönüşümü hızlandırdı. Evden çalışma, sağlık çalışanlarına ve bilim insanlarına destek, hastalığın takibi, ekonominin işleyişi vb konularda son teknolojilerden yararlanıyoruz. Pandemi sonrasında bu koşullardan birden geriye dönülmeyecek, büyük ihtimal daha hibrit formlar ortaya çıkacak. Örneğin okullarda dersler olacak ama online dersler ve imkanlardan da vazgeçilmeyecek.

Benim konumla ilgili esas kaygım ise pandemiyle mücadele için tüm dünyada devletlere ve ayrıca şirketlere büyük imkanlar verilmesinden kaynaklanıyor. Örneğin temas takip uygulamaları ile kişisel verilerimizi paylaşıyoruz, denetim toplumu gelişiyor. Mesela Çin’de maskeli insanları tanıyan yüz tanıma sistemleri gelişiyor, robotik alanında çalışmalar daha çok gündelik yaşamda görülüyor vb. Hem denetim toplumu ile demokratik kurumların ve kamusal alanların tasfiyesi, politik manipülasyon ve kişisel verilerin ihlali konularında önemli tartışmalar yaşanacak hem de birçok sektörde insan emeğine olan ihtiyaç azalacak. O nedenle COVID-19 bittiğinde, işsiz kalanlar yeniden işbaşı yapamayabilecekler. Bu iki konunun önemli bir siyasi kapışma alanı olacağını düşünüyorum.

Algoritmik çözümlerin nötr, objektif olmadığı ve önlem alınmazsa eşitsizlikleri arttırdığı artık net şekilde bilindiği için, algoritma geliştirirken işin siyasi, sosyal yanlarını bilenlerin de dahil olması gerekiyor.

Teknolojik gelişmeleri izlemek sosyal bilimciler ve sivil toplumcular için elzem mi? Eşit olanaklara sahip olmayan kesimlerin ve kimsenin geride kalmaması” için ne yapılabilir?

emre erenBenim tavsiyem bu konuda ciddi çalışmaların yapılması gerektiği üzerine. Sosyal bilimciler ve STK’lar da doğal olarak aktif yer almalı. Şu anki eğilim de interdisipliner çalışmalara hayat vermek yönünde. Algoritmik çözümlerin nötr, objektif olmadığı ve önlem alınmazsa eşitsizlikleri arttırdığı artık net şekilde bilindiği için, algoritma geliştirirken işin siyasi, sosyal yanlarını bilenlerin de dahil olması gerekiyor.

Ülkemizde bu konuda biraz daha özen göstermek gerekiyor diye düşünüyorum, örneğin çok sayıda göç çalışan araştırmacı ve STK var ve çok kaliteli işler yapılıyor ama dijital ve son teknolojilerin etkisi ve sonuçları yeterince çalışılmıyor.

Şu açık bir gerçek, bir insanın akıllı telefonunun olması, sosyal medyada aktif olması, birçok aplikasyonu kullanması vb onun dijital okuryazar olduğu anlamına gelmiyor. Sahte haberler, siyasi manipülasyonlar, veri güvenliği gibi çok çeşitli konularda bir bilince sahip olmak gerekiyor. Bunun için teknolojilerin teknik altyapısına hâkim olmak gerekmiyor ama çalışma prensipleri ve sunduğu hizmetler eleştirel bir şekilde değerlendirilmeli. Bunun için de akademiye, kamuya, STK’lara önemli görevler düşüyor.

Biz şu sıralar Oxford Üniversitesi desteğinde kurduğumuz OCTD sosyal girişim şirketi ve yereldeki ortak kurumlarla birlikte bir dizi çalışmaya imza atıyoruz. EBRD’nin (Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası) fon verdiği Türkiye’de Suriyeli mülteci girişimciler için dijital kimlik çözümleri üzerine bir proje yapıyoruz. Facebook tarafından desteklenen Türkiye’de Dijital Vatandaşlık konusunda bir White Paper hazırlıyoruz. Burada dijital okuryazarlık konusuna katkı sunmayı hedefliyoruz. Yine KOBİ’lerin dijitalleşmesini ölçen bir metodoloji geliştirmek için uğraşıyoruz. 2019’un ikinci yarısında da Türkiye’de yerel yönetimlerde dijital yönetişim konusunda bir rapor hazırlamıştık.

Bunların dışında Kenya’da bir “self-sovereign digital ID” denilen blockzinciri temelli ve kullanıcının kontrolünde bir dijital kimlik çalışmasına “akademik eleştirmen” olarak katkı sunuyoruz. Bununla beraber teknoloji, kalkınma ve göç odaklı birçok projeyi de formüle ediyoruz. Bu alanda bilgi birikimine katkı sunmayı amaçlıyoruz.