Genç İşsizler: ‘İşsizliğin Toplumsal Bir Sorun Olduğunu Anlatmak İstiyoruz’

Genç İşsizler Platformu'nun kurucusu ve sözcüsü Dr. Mustafa Murat Kubilay,  politikacıların ve kamuoyunun dikkatini çekmek istediklerini ve işsizliğin toplumsal bir sorun olduğunun anlaşılması için çaba gösterdiklerini dile getiriyor.

DİSK-AR tarafından hesaplanan geniş̧ tanımlı işsiz sayısı Temmuz 2018’de 6 milyon 130 bin iken Temmuz 2019’da 1 milyon 54 bin artışla 7 milyon 364 bin oldu. Genç İşsizler Platformu’nun TÜİK ve İŞKUR verilerinden derleyerek hazırladığı ‘Kasım 2019 İşsizlik ve İstihdam Raporu’na göre ise 15-34 yaş arasını kapsayan genç işsiz sayısı geçtiğimiz yılın aynı ayına göre 515 bin kişi artarak 2 milyon 801 bin kişiye ulaştı. Son günlerde TÜİK’in açıkladığı veriler cumhuriyet tarihinin en yüksek genç işsizliğinin verilerini ortaya koydu. DİSK- AR ise gençlerin ve kadınların işsizlikte en dezavantajlı kesim olduğunu açıkladı. Şimdiye kadar veriler, devlet yetkililerinin açıklamaları ve uzmanlar tarafından  gündeme gelen genç işsizler kendi sözlerini söylemek için bir araya geldi. Genç İşsizler Platformu sözcüsü Dr. M. Murat Kubilay genç işsizliğine, platformun amaçları ve olası sosyal, siyasal sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Politikacılar İşsizliği Yeterince Gündemlerine Almıyor

Kubilay, platformun iki amacı olduğuna vurgu yaparak  politikacıların ve kamuoyunun dikkatini çekmek istediklerini belirtti: “Önümüzdeki süreçte genç işsizliğin artacağı; iş güvencesi, iş güvenliği, terfi imkanları, reel ücretler gibi diğer boyutlarda da bozulmanın açık bir şekilde süreceği görülmesine rağmen politika yapıcılar bu konuyu yeter düzeyde gündemlerine almamaktadır. İşsizlik; verileri aydan aya açıklanan ve tuzu kuru olanların ‘ah vah’ diyerek geçebilecekleri basit bir durum değildir. Aksine süresi uzadıkça psikolojik etkileri artan; sayısı arttıkça da sosyal bir duruma dönüşen bir bunalımdır.”

Bireysel Çözümlerin Toplumsal Bir Anlamı Yok 

Platformun ikinci amacının neoliberal dünya düzeninde sürekli bireyi suçlu tutan, onun kendisini yetersiz hissetmesine neden olan bakış açısını değiştirmek; işsizliğin bireysel değil, tersine toplumsal bir sorun olduğuna dikkat çekmek olduğunu belirten Kubilay, “Gençlerin sürekli aldıkları eğitimleri ve mevcut yeteneklerini yetersiz görmeleri; bitmek bilmeyen kendilerini geliştirme yollarına başvurmaları ve en nihayetinde kendilerini kabahatli buldukları mevcut bakış açısının hatalı olduğu; genç işsiz sayısının milyonlara ulaşmasıyla artık aşikâr hale gelmiştir. ‘Kendinizi farklı kılın, hayallerinizin peşinden koşun, dünyayı yakalayın’ temalı bireysel çözümlerin toplumsal bir anlam taşımadığını; üniversite, bölüm ve şehir tercihlerinin bile işsizlik sorununu çözmekte yeter düzeyde etkili olamadığı bir dönemdeyiz. İşte bu nedenlerden ötürü Genç İşsizler Platformu olarak konuya ilişkin verileri ve gelişmeleri topluma sunuyor; yaşananların insanı dram taraflarını da yansıtarak hassasiyeti artırmaya çalışıyoruz.“

‘Ekonomi Modeli Büyüme Sağlasa da İstihdam Sağlamadı’ 

Genç ve kadın işsizliğinin artıyor olmasına ilişkin sorumuza ise Türkiye’nin seçtiği ekonomi modelinin sorunlu olduğunu belirten Kubilay; “Mevcut küresel sistem; sosyal faydayı değil, sermayenin kar maksimizasyonunu amaçlamaktadır. Bunun doğrultusunda yaşanan teknolojik gelişmeler öncelikle mavi yakada yakın zamanda da beyaz yakada istihdam kaybına neden olmuş; iş gücünün pazarlık gücü ve ücret düzeyini düşürmüştür. Teknolojinin mülkiyetinin adil bir şekilde dağılmaması neticesinde; üretim hacmi artan imalathanelerde veya satış cirosu yükselen hizmet sektörlerinde istihdam aynı düzeyde artmamaktadır.’ Türkiye’nin seçmiş olduğu ekonomi modeli; mega projelere, banka kredilerine ve dış finansmana dayanmaktadır. 2013 yılı ile başlayan finansal istikrarsızlıklar; bu modelin ömrünün sona erdiğini göstermiştir. Çok sayıda olumsuz etkisi olan bu modelin sonucunda büyüme elde edilse bile, benzer oranlarda istihdam sağlanamamış, ayrıca çalışanların satın alma gücü düşmüştür. Son olarak Türkiye, 2018 yılı içerisinde ekonomik krize girmiştir. Küresel konjonktürün işçi dostu olmaması, uygulanan modelin yeterli düzeyde istihdam yaratamaması bir yana; işten çıkarmalar hız kazanmıştır. İş gücü piyasasındaki bu sorunlara karşı kamu istihdamının artırılması, özel sektöre verilen teşvikler ise sürdürülebilir değildir. Önemli bir kısmının üniversite eğitimi veya çeşitli kurslar neticesinde iş gücünden uzak tutulduğu gençler nihayetinde iş gücü piyasasına girmiş; ancak iş taleplerine karşılık bulamayarak işsizlik rekor düzeye gelmiştir.

Kadınların ise iş gücüne katılımları 2009 ekonomik krizinin ardından hızlı bir şekilde artarak şaşırtıcı düzeyde olmuştur. Köyden kente göçün devam etmesi, şehirlerdeki hayat pahalılığı, eğitim ve sağlık gibi sosyal devlet fonksiyonlarından devletin aşamalı olarak çekilmesi neticesinde; satın alma gücünün korunabilmesi için özellikle çekirdek ailelerde kadınlar çalışma talebinde bulunmaya başlamıştır. Bu talep 2009-12 döneminde işverenlerin iş gücü talebiyle eşleşse de sonraki dönemlerde biraz önce belirttiğim ekonomik aktiviteye ilişkin olumsuz süreç nedeniyle işsizlik haline dönüşmüştür.” diyor.

İş arayanların ya da hali hazırda çalışanların sürekli veya ömür boyu eğitimle uyum ve kapasite artırmalarını sağlayan programlara yönlendirilmesinin işsizliğe etkisini de değerlendiren Kubilay, “Sağlanan eğitim ve kursların eğer maddi yükü devlet tarafından karşılanıyorsa olumlu bulmakla birlikte; bu şekilde işsizlik sorununun tamamen düzelmesini beklemek fazla iyimserlik olur. En başta teknoloji olmak üzere dünya sürekli değişiyor. Bu nedenle bazı iş kollarında önemli ilerlemeler yaşanmakta; mevcut çalışanların kendilerini bu değişimlere uyarlaması şart olmakta. Bu uyum ciddi bir emek, zaman ve para harcaması gerektiriyor; neticesinde de çalışanlar bunun karşılığında daha iyi koşulları almak istiyorlar. Ancak teoride oldukça yerinde olan bu beklenti hali hazırda işsiz sayısının çok olması neticesinde, çalışanların ellerinin zayıf olmasına ve böylece de beklentilerini karşılayamayarak hayal kırıklığına uğramalarına neden oluyor. Son dönemde bu beklentiler daha iyi koşullardan öte mevcut işi koruyabilmek düzeyine kadar gerilemiş halde. Yine de bu beklentiler karşılanamıyor. Özellikle iş arayan gençlerin önemli bir kısmının en azından 2 yıllık üniversite mezunu olduğunu, temel düzeyde yazılıma ilişkin kurslar aldıklarını, yabancı dil öğrenmeye çalıştıklarını, mesleki yeteneklerini geliştirmek için o alanda önem taşıyan sertifikaları edindiklerini biliyoruz. Fakat daha önce belirttiğim gibi istihdamın azaldığı, iş gücünün ise tersi yönde hızla arttığı bir ortamda bu çabalar yeter düzey fayda sağlanamıyor. Özellikle kadınlar arasında bu durum gün geçtikçe yaygınlaşmakta.” diye konuştu.

“İŞKUR İşsizliği Çözmüyor Dindiriyor”

İşsizliğe yönelik; İşsizlik Sigorta Fonu, İş-Kur, Kalkınma Ajansları programları, KOSGEB gibi araçlar ne kadar işlevli, çözüm sunabiliyorlar mı Kubilay, bu tür aracıların ‘çözen değil dindiren’ konumda olduklarını şöyle dile getiriyor: “Türkiye’deki mevcut işsizlik sorununu en çok dindiren kurum İŞKUR. Ancak çözen değil, dindiren olduğunu vurgulamalıyım. İŞKUR, özel teşebbüs şirketlerinin büyüklüğüne bağlı olarak ilk kez sigortalı olacakların asgari ücret düzeyindeki maaşlarının belli bir kısmını yükleniyor. Haliyle bu şekilde özel sektör istihdamı bir derece desteklenmiş oluyor. Bu nedenle 2016 yılı itibarıyla stajyer ve kursiyer olarak sınıflandırılan çalışan sayısında yaklaşık 600 bin kişilik bir artış yaşandı.  İkinci olarak son 2 yıllık dönemde genel kamu istihdamı yaklaşık 1 milyon kadar artırıldı. Tahmin etmesi zor olmasa gerek; İŞKUR’un olumlu katkısının sınırını işsizlik sigortası fonunun büyüklüğü, kamu istihdamının sınırını ise bütçe açığı belirliyor. Bu nedenle bu tip yöntemler işsizlik sorununu bir nebze dindirse de çözmeye faydalı olmuyor. Benzer bir durum yerel veya teknolojiye dayalı yeni girişimleri destekleyen kalkınma ajansları ve KOSGEB için de geçerli. 

“İşsizlik  Yaşanan Problemlerin Sonucu”

Kubilay, Irak ve Lübnan’da yolsuzluk ve hükümet karşıtı gösterilerin kitlesini büyük ölçüde genç nüfus oluşturduğunu aynı şekilde Latin Amerika’da da benzer gösterilerde taleplerden birisi de iş sorunu Arap Baharı sürecini de dahil edildiğinde demokrasi ile iş ve gelecek gibi taleplerin bağlantısına dair ise ‘dünya genelinde sistemsel bir sorun’ olarak vurguladı. Sorunun ana temelinde mevcut küresel ekonomik düzen olduğunu belirten Kubilay, “Ülkelerin kendi sınırlarında yaptıkları model seçimleri ve uygulamaları ise durumu daha kötüleştirebiliyor. Bu durum Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerle sınırlı değil, örneğin gelişmiş bir ülke olan Fransa’da da 1 yıl önce Sarı Yelekliler eylemleri yaşandı. İşsizlik ise yaşanan birçok problemin yalnızca sonucu. İş gücü piyasasındaki düşük ücret, iş güvencesinin yitirilmesi, yan hakların kısılması gibi çok başka boyutlarda da bozulmalar var. Ayrıca işsizlerin eğitim durumu, daha önceki dönemlere göre çok daha yüksek; ötesi eğitime harcadıkları zaman, para ve emek de daha fazla. Tüm bunları denkleme koyduğunuzda, toplumda özellikle hayal dahi kurma şansları kalmamış gençlerde bu tip tepkilerin olması çok doğal. Gelir ve servet adaletsizliğinin yüksek olması; toplumun küçük bir kesiminin her şeye rağmen lüks ve konfor içinde yaşaması; politikacıların toplumsal hassasiyetlerini yitirmesi olayların süresini uzatıyor, şiddetini artırıyor. Elbette her ülkeye ilişkin özellikle temel hak ve hürriyetlere ilişkin demokratik nedenler de bulunuyor. Fakat merkezi otoriteye karşı cephe almak ve mücadele vermek cesaret gerektirdiği için; tüm bu yaşananları yalnızca özgürlüklerdeki sınırlamalar şeklinde değil, aynı zamanda refah kaybının sonucu olarak görmek gerek.” dedi.

Türkiye’de genç işsizliğinin artmasının diğer ülkelerdeki gibi toplu sokak eylemlerine dönüşmesi potansiyelini değerlendirirken de şunları söylüyor: “Türkiye’deki iktisadi sistem; dünyadaki sistemin haliyle onun başarı ve başarısızlıklarının bir uzantısı. Bununla birlikte Türkiye özelinde yerel faktörler oldukça baskın. Toplum olarak bir bütün halinde hak arama alışkanlığımız zayıf olduğu gibi hükümetin sivil gösterilere fazla alan bıraktığı da yok. Böyle bir ortamda kısa süre içerisinde benzer olayların Türkiye’de yaşanmasını beklemek; ülkenin gerçekleriyle pek uyumlu olmaz. Diğer taraftan hem işsiz sayısının hem de işsizliğin süresinin uzamasının mutlaka politik bir sonucu olacaktır. Normal koşullarda genel seçim veya yerel seçim gibi vatandaşın tepkisini sandık yoluyla ortaya koyabileceği bir fırsat önümüzdeki 3 yıllık süreçte bulunmuyor. Dolayısıyla gerginliğin artması, toplumsal bir tepkiye dönüşmesi ve genel yönetime etki edebilecek düzeye ulaşması bu 3 yıllık sürecin ileriki yıllarında mümkün. Sürecin gelişimini küresel ekonomik durgunluğun yaşanma ihtimali, Türkiye’nin yeni bir finansal istikrarsızlık yaşama durumu ve iktidarla muhalefet partilerinin tutumu belirleyecektir. “