‘Sol Ve Kemalizm, Alevilerin Savunma Kalkanı Rolü Oynadı’

Rıza Yıldırım ile "Geleneksel Alevilik" ile ilgili söyleşimizin ikinci bölümünde Alevilikle ilgili farklı görüşler, "Ali'siz Alevilik", modern Alevilik ve Alevilerin "sol" ile ilişkileri üzerinde durduk...

Röportajın birinci bölümü için tıklayınız…

Alevilikle ilgili çeşitli görüşler var, mesela yer yer gündeme gelen ‘Ali’siz Alevilik’ gibi. Bu tür görüşlerin inancını ‘geleneksel’ olarak yaşayan Alevilerde bir karşılığı var mı? Gözlemlerinizi paylaşır mısınız?

Çok haklısınız. Başta Alevi toplumunun kendi içinde olmak üzere Aleviliğin ne olduğu konusunda çok farklı görüşler ve yaklaşımlar var. Bence bu farklılığın ana sebebi Aleviliğin temel referansları konusunda bir görüş birliğinin olmamasıdır. Esasen Geleneksel Alevilik projesinin amacı da bu referansları tespit etme yolunda bir adım atmaktır. Ancak altını kalın çizgilerle çizmek gerekir ki, Aleviliğin inanç ve ibadet esasları, kültürel ve coğrafi aidiyetleri ve temel referansları konusunda karşımıza çıkan bu kargaşa son elli yılın ürünüdür. Bu manzaraya bakarak Aleviliğin tarih boyunca hep bu şekilde muğlak ve kendi içinde uyumsuz olduğunu varsaymak yanlış olur. Gerek kitapta gerek diğer birçok yayınımda dile getirdiğim üzere, Alevilerin kendi içindeki bu ‘aşırı’ çoğulculaşma süreci, 1950’lerden itibaren süregelen ani şehirleşme ve sekülerleşmenin bir sonucudur.

Alevi toplumunun ilk kentlileşen nesilleri çoğunlukla Geleneksel Aleviliği terk edip Kemalizm veya solculuğu benimseyerek sekülerleştiler. 1990’larda bir dip dalga olarak beliren Aleviliğe ait değerlere dönüş cereyanı 2000’lerde iyiden iyiye etkin olmaya başladığında solculuk ve Kemalizm artık Alevi kimliğinin içsel bir parçası haline gelmişti. Alevi toplumunun kentli ve eğitimli kesimi artık bu ideolojilerden biri veya ikisini öz benliklerinin parçası haline getirmişti. Bu nesil Aleviliği yeniden keşfedip yorumlarken ister istemez sosyalizm veya Kemalizm perspektifinden yorumluyordu. 60’lar ve 70’lerde sosyalizm veya Kemalizm adına Alevi değerlerini kategorik olarak terk eden neslin yerine şimdi bu ideolojilerle uyumlu bir Alevilik inşa etmek isteyen nesil gelmişti.  

Kemalizm ve sosyalizmin Alevi toplumu içine girişi Alevilerin Sünni egemen kent hayatına tutunma çabaları ile koşut olarak gerçekleşiyordu. Alevi tarihinin bu kritik döneminde söz konusu ideolojiler iki önemli rol oynadılar. Birincisi gerek sosyalizm gerekse Kemalizm Alevilerin kentlileşmesi sürecinde ideolojik ve kültürel katalizörlük işlevi gördüler. Aleviliğin kendi ideolojik ve kültürel kurgusu kır muhitine göre şekillendiğinden böyle bir katalizöre ihtiyaç duyuluyordu. İkincisi, bu iki ideoloji Sünni dışlayıcılığı ve baskısına karşı kalkan işlevi gördü ve böylece Alevilerin kentte kendilerine alan açmalarına yardımcı oldu.

Son dönemde Alevi toplumu içinde solla yaşanan bu kaynaşmayı sorgulayan bir damar güçlenmeye başladı. Gerçekten de Geleneksel Aleviliğin inanç ve ibadet yapısı üzerinde en büyük tahribatı solculuğun yaptığını söylemek abartı olmaz.

Bu tespitiniz Alevilerin neden kitlesel olarak sola yöneldiğini de açıklıyor herhalde değil mi?

Kesinlikle. Görebildiğim kadarıyla, 1960’lardan itibaren bürokrasiye girip devlet içinde tutunabilen Aleviler genel olarak Kemalizm’e; daha alt düzey devlet memurları, esnaf ve öğrenciler ise sosyalizme yönelmişler. Birinci grup sayıca azdır. Onlar Alevi toplumunun genel ekonomik düzeyine göre elit sayıldıklarından 90’lardan itibaren hareketlenen dernek ve vakıf faaliyetlerinde de pek yer almadılar. Esasen bu kesimin Aleviliğe dönüşü ancak 2000’lerden itibaren İslamcılığın devlete egemen olmaya başlamasından sonradır. Öte yandan sosyalizm 70’lerden itibaren kentli Aleviler arasında kitlesel bir boyut kazandı.

Son dönemde Alevi toplumu içinde solla yaşanan bu kaynaşmayı sorgulayan bir damar güçlenmeye başladı. Gerçekten de Geleneksel Aleviliğin inanç ve ibadet yapısı üzerinde en büyük tahribatı solculuğun yaptığını söylemek abartı olmaz. Nitekim zamanlarda akademisyen ve entelektüeller arasında bu duruma dikkat çekerek Alevilerin sola yönelişlerini anlamsız ve çelişkili bularak eleştirenler oldu.

Bu durum gerçekten de çelişkili görünmüyor mu? Siz ne düşünüyorsunuz?

Geçmişte bir dönem bana da çelişkili görünüyordu. Ancak özellikle Geleneksel Alevilik için yaptığım araştırmalardan sonra bunun çelişkili bir durum olmadığını anladım. Geleneksel Alevilik için yaptığım saha çalışması aynı zamanda bir sözlü tarih derlemesiydi. İnsanların anlattıkları tamamen son yarım yüzyıllık geçmişe dönüktü. Dolayısıyla bu proje sırasında Aleviler ve sol arasındaki ilişkiyi yakından inceleme şansım oldu.

Türkiye’nin genel sosyolojik yapısını göz önüne alınca Alevilerin sola yaklaşmasını gayet doğal buluyorum. Benim anladığım kadarıyla, bu yaklaşmanın temel sebebi sosyalizm ile Alevi inançları arasında bir yakınlık olması değil. Esas sebep muhafazakâr sosyolojinin dışlayıcılığı, yerelliği, insan haklarına karşı duyarsızlığı ve azınlıklar karşısındaki acımasızlığıdır. Ne yazık ki Türkiye’nin nüfus ve hegemonya bakımından gövdesini oluşturan muhafazakâr sosyolojinin temel kodları, temel insan haklarına karşı daima hegemon güç ve değerleri desteklemek üzerine kuruludur. Muhafazakâr çoğunluğun dip refleksi merkezden dışarıya doğru yayılan ve din-devletle temsil edilen nizamı (hegemonya sistemini) savunmaktır. O yüzden gerektiği zaman kişiler ve grupların temel haklarının ellerinden alınmasını gayet normal karşılar. Ve yine aynı sebepten, ülkenin muhafazakâr kültürü temel insan hakları gibi evrensel değerleri bir türlü içselleştirememektedir.

Esasen sosyalizm de birey karşısında sistemi esas alan totaliter bir sistemdir. Ancak Türkiye ölçeğinde bakıldığında, sol gelenekten beslenenlerin hem sağcı muhafazakârlar hem de Kemalistlere nazaran azınlıklar ve mağdur olan kesimlerin hakları karşısında çok daha duyarlı oldukları görülüyor. Örneğin, 28 Şubat döneminde başörtüsü yasağına karşı sesini yükselten çok sayıda solcu ve liberal (ki bugün liberal olarak adlandırılan insanların çoğunun geçmişi sol geleneğe dayanır) görmüştük. Son dönemde hepimizin gözü önünce gerçekleşen ve bence başörtüsü yasağının kat be kat ötesine geçen hak ihlallerine karşı sağcı muhafazakâr kesimden yükselen etkili bir ses duyamıyoruz.

1970’lerde de durumun benzer olduğunu söyleyebilirim. Aleviler yeni yeni girmeye çalıştıkları kentlerde bir yönüyle varlık mücadelesi verirken yanlarında sadece solcuları buldular. Evet şu kadarı doğrudur ki solcular Alevilere gelenek ve görenekleriyle beraber Alevi olarak değil potansiyel solcu olarak kucak açtılar. Ancak burada gözden kaçırmamamız gereken önemli nokta şudur: muhafazakâr sosyoloji Alevileri Alevilikten sıyrılsalar dahi kabul etmiyordu. Bu hazımsızlığın boyutunu yansıtması açısında kendi tanık olduğum bir örnek vermek isterim.

Buyurun tabii…

Ortaokul yıllarımın Turhal’ın Alevilerin yoğun yaşadığı bir kenar mahallesinde geçtiğini söylemiştim. O mahallede Alevi bir genç namaz kılmaya ve beş vakit mahallenin camisine gitmeye başlamıştı. Hatta bir süre sonra caminin gönüllü müezzinliğini yapmaya, imam olmadığında onun yerine namazları kıldırmaya başladı. Bu arada bizim evin karşı çaprazında oturan (ve gariptir ki kendisi de yüz yıl kadar önce Alevilikten dönen bir köyden olan) yaşlı bir adam mahallenin camisine gitmeyi kesti ve beş vakit namazını diğer mahallenin camisinde kılmaya başladı. Sonradan öğrendiğime göre, neden böyle bir şey yaptığı sorulduğunda, ‘Ben Kızılbaş’ın arkasında namaz kılmam!’ demiş.

Bu önyargı ve hazımsızlığın, şartlar oluştuğunda en büyük zalimlikleri ve insafsızlıkları o kitlenin gözünde nasıl kolayca normalleştirebildiğine inanamazsınız. Dersim’de yaşananlardan tutun da Çorum, Sivas, Maraş gibi yakın tarihimizin utanç dolu sayfaları zaten bunu mütemadiyen bize hatırlatmaktadır.

Aslına bakarsanız ben kendi hayatımda görüp yaşadıklarımdan sonra 70’lerde Alevilerin neden sola yöneldiğini çok daha rahat anlamaya başladım. Bakınız, Türkiye’de Alevilik üzerine kariyer yapmış, Alevi toplumunun kucak açtığı, sempozyum ve toplantılarda konuşurken Aleviden çok Alevicilik yapan birçok Sünni (bir kısmı muhafazakâr) akademisyen tanıdım. Bu meslektaşlarımızın ortak özelliği, her şeyin güllük gülistanlık olduğu dönemlerde kardeşlik ve birlik-beraberlik edebiyatı yapmaktır. Ancak ortam gerilip Aleviler kendilerini tehdit altında hissettiklerinde bunların sesi çıkmaz olur. Böyle zamanlarda yine meydanda sadece sol kökenliler veya sol eğilimli kişiler kalır.

Sebebi her ne olursa olsun, bu durum Aleviler ve sol arasında toplumsal ve politik bir yakınlaşma doğuruyor. Bu arada bir parantez açarak ‘sol’ kavramını birazcık açmak isterim. 70’lerden kalma bir alışkanlıkla Türkiye’nin siyasal ve ideolojik bölünmesini ifade ederken hala ‘sağ’ ve ‘sol’ tabirlerini kullanıyoruz. Ancak malumunuz olduğu üzere, bugün artık 70’lerdeki gibi bir sol kalmadı. Dolayısıyla Türkiye toplumundaki ana bölünmeyi izah ederken yeni bir kavramsallaştırma yapmamız kaçınılmaz. Elbette burada böylesi çetrefilli bir işe girişecek değilim. Ancak şu kadarını söyleyeyim, 2000’ler bağlamında konuşurken, sol dediğimde sosyalizm adına devrim peşinden koşanları değil, eski sol gelenekten beslenmekle beraber ana karakteri sekülerlik ve bireysel, özgürlükçü değerleri savunmak olan kitleleri kastediyorum. Bir başka deyişle, bugünün Türkiye’sinde sol kavramı sosyalist devrimcilikten çok daha geniş bir toplumsal, kültürel ve ideolojik alana işaret ediyor.

Peki Alevi toplumunun inanç ve geleneklerini yitirmesi ve bir yönüyle köklerinden kopması ile solla yakınlaşması arasına bir ilişki görüyor musunuz?

Şüphesiz. Hatta sadece sol değil Kemalizm de bu konuda etkili olmuştur. Ancak daha önce söylediğim gibi, eğitimli Aleviler arasında kitlesel kabul görmesi bakımından solun etkisi daha fazladır. Örneğin sizin önceki sorunuzda da geçen ‘Alisiz Alevilik’ gibi kavramlar bu seküler cereyanların beslediği nevzuhur yaklaşımların ürünüdür.

Geleneksel Aleviler arasında bunların bir karşılığı var mı?

Elbette yok. Geleneksel Alevilik her bakımdan Ehl-i Beyt’i merkeze alan bir inanç sistemi üzerine kuruludur. Yol sürmüş, erkan yürütmüş bir dede ile iki kelime konuşan ya da herhangi bir Alevi kaynağından iki satır okuyan herhangi bir kimse bunu hemen fark edecektir.

Öyle diyorsunuz ama bugün Alevi toplumuna baktığımızda Aleviliğin İslam’la bağını tartışan ve hatta reddeden Alevilerin sayısı da azımsanacak gibi değil.

Kesinlikle öyle. Bunu sosyolojik bir realite olarak kabul etmek zorundayız. Alevi toplumunun önemli bir kısmı seküler bir hayat tarzı benimsemiş durumda. Özellikle bizim kuşak ve sonrasında dinden uzaklaşan Alevilerin oranı ezici çoğunluğu oluşturuyor. Kendi hikayemden kısaca bahsetmiştim. Bunun bir istisna olduğunu düşünmeyin. Bizden bir veya iki önceki kuşaktan itibaren, köyünden (yani geleneksel kültür muhitinden) ayrılıp okuyan ve kent hayatına adapte olan Alevilerin neredeyse hepsinin durumu benzerdir.

Kopukluğun ne kadar derin olduğunu göstermek için bir örnek vereyim. Geleneksel Alevi hayatında her yıl görgüden geçmek şarttır. Görülmeyen kişi adeta geçici olarak Alevilikten çıkmış kabul edilir ve toplumdan dışlanır. O yüzden, örneğin çocukluğumun geçtiği köy hayatında her yıl görülmeden hayata devam etmek imkansızdı. Buna karşın, ben hayatımda hiç görülmedim. Çünkü gençlik yıllarıma geldiğimde o geleneksel ortamın dışına çıkmıştım. Zaten aynı dönemde görgü cemleri de terkedilmeye başlanmıştı.

Ne yazık ki Türkiye’nin nüfus ve hegemonya bakımından gövdesini oluşturan muhafazakâr sosyolojinin temel kodları, temel insan haklarına karşı daima hegemon güç ve değerleri desteklemek üzerine kuruludur. Muhafazakâr çoğunluğun dip refleksi merkezden dışarıya doğru yayılan ve din-devletle temsil edilen nizamı (hegemonya sistemini) savunmaktır.

Bir yandan Geleneksel Aleviliği otantik Alevilik olarak anlatıyorsunuz, diğer yandan bu Aleviliğin neredeyse tamamen terkedildiğini söylüyorsunuz. Bu durumda Modern Aleviliği otantik kabul etmiyor musunuz?

Çok önemli bir noktaya temas ettiniz. Bence her ikisi de otantik Alevilik olarak kabul edilmelidir. Çelişki gibi görünen bu önermenin mantığını anlamak için din kavramına biraz daha yakından bakmak gerekir. Dinler ancak insan toplulukları ile var olan canlı ve dinamik sistemlerdir. Bir din toplumsal dönüşümlere ayak uyduramaz ve gündelik hayatla uyumunu yitirirse, toplum tarafından yavaş yavaş terkedilir ve yok olur. Dolayısıyla yaşayan her din toplumsal hayatın dinamizmi ile uyum içinde devinmeye devam ediyor demektir. Ne var ki toplumsal dönüşümlerin ani ve keskin olduğu dönemlerde toplum ve din arasındaki senkronizasyon kesintiye uğrayabilir. 1950’lerden bu yana Alevi toplumunda yaşanan kimlik krizinin arkasında işte bu toplumsal dönüşümle dinsel dönüşüm arasındaki senkronizasyon sorunu yatmaktadır.

Yani demek istiyorum ki, dinler dinamiktir, sürekli değişir ve dönüşür. Dolayısıyla bir inanç kalıbı veya ibadet uygulamasındaki değişim tek başına o inanç veya ibadeti gayrimeşru yapmaz. Burada esas ölçü söz konusu değişimin toplum tarafından ne kadar benimsendiğidir. Bir başka deyişle, dini sistemler esas meşruiyetlerini ait oldukları toplumlardan alırlar.

Bu açıdan Aleviliğe bakacak olursak, Alevi toplumunun son yarım yüzyılda çok temel dönüşümler yaşadığı aşikardır. Alevi kimliğinin inanç ve ibadet bileşenlerinin de bu dönüşüme ayak uydurması kaçınılmazdır. Alevi inanç sistemindeki dönüşüm inanç ilkelerinin ve ibadet uygulamalarının yeni şartlara uyarlanması şeklinde de olabilir, bunların bazılarının tamamen terk edilmesi şeklinde de. Nitekim Alevi toplumuna baktığımızda her iki tercihin de çeşitli derecelerde hayata geçtiğini görüyoruz. Esasen ‘Ali’siz Alevilik’ adıyla ortaya atılan anlayış da bu ikinci tercihin uç versiyonundan başka bir şey değildir.

Bu durumda ‘Ali’siz Alevilik’ anlayışını da meşru bir Alevilik formu olarak mı görüyorsunuz?

Ben inanç özgürlüğüne inanıyorum. Kişiler istedikleri gibi inançlarını seçme hakkına sahiptir. Bu bağlamda Alevi toplumu içinde belirli bir kitle öyle bir form üretmiş ve ona inanıyorsa bunu bir realite olarak kabul etmek zorundayız.

Bununla beraber iki önemli noktanın altını çizmek isterim. Birincisi, Ali’siz Alevilik inşa etmek isteyen kişilerin şunu bilmesi ve açık yüreklilikle kabul etmesi gerekir: yapmaya çalıştıkları şey yeni bir inşadır; tarihten bize intikal eden Alevilikle alakası yok denecek kadar azdır. Bence Ali’siz Aleviliği açıktan ya da örtülü savunan yazar çizer takımının esas sorunu burada karşımıza çıkıyor. Neredeyse sıfırdan inşa etmeye çalıştıkları bu yeni olguyu Alevi geçmişine yansıtıp tarihi çarpıtmaya çalışıyorlar. Toplumsal düzeyde bunu anlarım, zira tarihsel derinliği olmadan hiçbir toplumsal kimlik ve inanç sistemi ayakta duramaz. Ancak entelektüel düzeyde tarihin bu derece çarpıtılmasını bilgi ve ideolojik üretimle açıklamak zordur. Bu tür iddiaları ortaya atan Alevi yazarların söylediklerinin uydurma olduğunu bilmemelerine imkân yok. Zira bunun için fazla uğraşmalarına gerek yok, kendi babalarının ve dedelerinin hayatlarına bakmaları yeterli.

Altını çizmek istediğim ikinci husus meselenin sosyolojik boyutuyla ilgili. Toplumsal dönüşümler iki karşıt dinamiğin diyalektik etkileşimi ile gerçekleşir. Bir yandan, sürekli değişen doğal çevre ve teknolojik yeniliklere tepki olarak toplumların altyapıları dönüşür ve bu dönüşüm toplumsal kurumlar ve değerleri mütemadiyen değiştirir. Öte yandan, toplumsal düzenin kesintiye uğramaması için tarihsel bir süreklilik şarttır. Bu süreklilik ihtiyacı her toplumda bir muhafazakarlık eylemsizliği oluşturur. Toplumsal dönüşümün yönünü ve hızını bu iki zıt kuvvetin kesişimi belirler.

Demek oluyor ki, hiçbir toplum değişmeden olduğu gibi kalamadığı gibi yine hiçbir toplum tarihsel sürekliliğini tamamen koparıp inançları, kurumları ve değerlerini sıfırdan inşa edemez. Alevi toplumu içinde karşımıza çıkan kimlik arayışları da bu iki zıt dinamiğin etkileşiminden doğan çeşitli sentezlerdir. Ali’siz Alevilik formu değişim dinamiğini uç seviyede benimserken tarihsel süreklilik dinamiğini tamamen göz ardı etmektedir ki bu durum sosyolojinin temel ilkelerine aykırıdır.

Öte yandan, Geleneksel Aleviliği olduğu gibi devam ettirmek isteyenler – ki bunların sayısı oldukça azdır – bu spektrumun diğer ucunda yer alıyorlar. Onlar da değişim dinamiğini tamamen göz ardı ederek eski hali olduğu gibi korumak istiyorlar ki elbette bu mümkün değildir.  

Yarın: Aleviler Cumhuriyetin en kötü dönemini yaşıyor…