Dünya Basın Özgürlüğü Günü: Yeni Bir Ana Akım mı Doğuyor?

Türkiye’de medya giderek tek sesli hale dönerken ve baskı tartışmaları yoğunlaşırken; yabancı basın kuruluşlarının Türkçe servisleri artmaya, eski ana akımın yerini yeni medya almaya başlıyor. Son olarak uluslararası yayın kuruluşları BBC, Deutsche Welle (DW), France 24 ve Voice of America’nın (VOA) Türkiye’ye özel yeni YouTube kanalı +90’ı hayata geçirdi. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nde basının son durumunu medya çalışanları ve akademisyenlerle değerlendirdik.

Bugün 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü… Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) tarafından her yıl yapılan ‘Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, bu alanda 180 ülke içinde 157. sırada. Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin hazırladığı rapora göre 2019’un ilk çeyreğinde ülkemizde 78 gazeteci işten çıkarıldı. Türkiye’de tutuklu gazeteci sıralamasında dünyada 3’üncü. Dünyada 2018’de 80 basın mensubu öldürüldü.
Türkiye’de basının kendini özgür hissetmediği bir ortamda, yabancı basın kuruluşlarının Türkçe servisleri kendini göstermeye ve eski ana akımın yerini almaya çalışıyor. Son olarak uluslararası yayın kuruluşları BBC, Deutsche Welle (DW), France 24 ve Voice of America’nın (VOA) Türkiye’ye özel yeni YouTube kanalı +90’ı hayata geçirdi. Dünya basın özgürlüğü gününü kutlarken, biz de Türkiye’deki son durumunu, eski ana akımı ve yerini almaya çalışan yabancı basın kuruluşlarını, medya çalışanları ve akademisyenlerle görüştük.

Ceren Sözeri

Ana akım medyanın yaşadığı sermaye değişiklikleri sonrasında bugün geldiği yeri değerlendiren Evrensel Gazetesi yazarı ve Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Ceren Sözeri, ana akım medyanın doğası gereği çeşitliliğe çok da açık bir yer olmadığını söyledi. Popüler olana ilgi gösteren, farklı olanı marjinalleştiren, ticari kaygılarla hareket eden medyadan söz ettiğini belirten Sözeri, “Aynı zamanda reklam pastasından da en fazla payı alanlar. Türkiye’de medyaya baskının çok uzun yıllardır var olması, kendi ticari geliriyle ayakta durmanın özellikle 80’den sonra pazara giren yeni sahiplerle ortadan kaldırılması, onun yerini medyayı diğer yatırımları için araçsallaştıran mantığın alması, devlet zihniyeti ile bütünleşen medya sahiplerinin ve yöneticilerinin bu uğurda gazetecilik ilkelerinden kolayca vazgeçebilmesi eski ana akımın tarihsel anlamda bu sıfatı hiç hak etmediğini düşünmemizin gerekçeleri” diye konuştu.

‘Ana Akımı Canlandırmak İsteyen Gazeteci ve Sermayedarlar Var’

Ana akımın ölüm ilanının Doğan Grubu’nun medya kurumlarının Demirören’e satmasıyla verildiğini ifade eden Sözeri, bunun bir anlamda haklı bir kaygı olduğunu belirterek, şunları söyledi: “Çünkü Doğan Grubu her ne kadar hükümete her fırsatta boyun eğiyor olsa da kurumun geçmiş deneyimi, önceki siyasi ve ekonomik krizlerden kurtulma başarısı, pazardaki gücü, kimi özerk alanların korunmasını sağlıyordu. Bunun tamamen ortadan kalktığı, tüm grubun Sabah – ATV satışı gibi kamu bankası kredileriyle alındığı, gazetecilik adına heyecan duymayan yöneticileri ile tüm gücünün yerle bir edildiğine tanık olduk, olmaya devam ediyoruz. Bu anlamda ana akım öldü, evet ama bu dışında kalan mecraların o alanı doldurduğu anlamına gelmiyor. Ana akım sermaye ister, ben Türkiye’de beğensek de beğenmesek de eski ana akımı canlandırmak isteyen gazetecilerin de sermayedarların da olduğuna inanıyorum. Uygun zaman olduğunda yeniden o günlere dönülecektir. Fox Haber’in tek başına her gün reyting listesinin zirvesinde olması bunun en kayda değer göstergesi bence.”

‘Fırsat Tanınırsa Gazeteciliğin Kalitesi Artar’

Bugün yabancı yayın organlarının Türkçe servisleri, ana akım medyanın görevini, en azından internet ortamında devralmış gibi göründüğü bir ortamda, bu fikre tam olarak katılmayan Ceren Sözeri, pek çoğunun doğru haber alma ihtiyacında olan, yorumdan mümkün olduğunca kaçınan okuyucuya, izleyiciye hitap ettiğini dile getirdi. Sözeri, uluslararası standartlara uyma zorunluluğunun, en azından tüm unsurları barındıran, 5N1K içeren haberlerin olması, çoğu habere titizlikle eklenen arka plan bilgisinin Türkiye’deki gazetecilik standartları için de örnek teşkil ettiğini vurguladı.

“Peki, kim yapıyor bu haberleri, imzaların pek çoğu geçmişte ana akımda çalışmış, deneyimli, araştırmayı seven, haberleriyle ödüller almış, bilinen, sevilen iyi gazeteciler” diyen Sözeri, sözlerini şöyle sürdürdü: “Dolayısıyla fırsat tanındığı takdirde gazetecilik kalitesinin nasıl arttığının en önemli göstergesi. Ama bunun yanında devlet ajansları da var örneğin ve evet onların da habercilik açısından standartları var, ancak bağımsız olduklarını söylemek, ana akıma dönüşme potansiyellerinin olduğunu söylemek mümkün mü? Uluslararası sermaye, ancak karlı bir ortam olursa ana akıma yatırım yapar, parası boşa gitsin istemez. Türkiye şu anda ekonomik açıdan ne kârlı, ne de gazetecilik için özgür bir ortam. Ancak uluslararası basın kuruluşlarının da göz ardı edemeyeceği kadar önemli bir merkez, bir nevi hub. Dolayısıyla buradaki gazetecileri desteklemeye, haberciliğe ufak tefek yatırım yapmaya devam edeceklerdir. Daha ileriye götüreceklerini sanmıyorum.”

‘Hürriyet Ve Milliyet’in Düştüğü Hali Hayal Edemezdik’

Deutsche Welle’den gazeteci Burcu Karakaş ise, bugün artık ana akım medyadan bahsetmenin mümkün olmadığını söyleyerek, medyanın ‘iktidar yanlısı olanlar ve olmayanlar’ şeklinde ikiye ayrıldığını savunarak, “Yaptıklarını beğenelim ya da beğenmeyelim, örneğin, “ana akım” olarak ifade edebileceğimiz Hürriyet ya da Milliyet’in bugün düştüğü hali 10 yıl önce hayal edemezdik” diyen Karakaş, kendisinin Milliyet’te çalıştığı dönemde bir ateşkes ve çatışmasızlığın var olduğunu aktardı. Bu durumun habercilik ortamını da etkilediğine değinen Burcu Karakaş, “Bir eşcinselin intiharı da gazetede haber olabiliyordu. Sonrasında kanun hükmünde kararnameler, seçimler, olağanüstü haller, ihraçlar, patlamalar görmeye başladık. Politik atmosfer değişince gündem, gündem değişince basın da değişti haliyle. “Çözüm süreci”nin medyaya olumlu yansıması çoktur, ancak ne yazık ki kısa süreli oldu” şeklinde konuştu.

Burcu Karakaş

İktidar yanlısı medya denilen kurumların propagandadan öteye gidemediği için yabancı basın kuruluşlarının haber yapmasının göze battığını ifade eden Karakaş; “Durumun bundan ibaret ve bu kadar yalın olduğunu düşünüyorum. Her şeyin politikleştiği bir ortamda elinizi haberci olarak neye atsanız ‘iktidarı rahatsız edebilecek’ bir konuyu ele alma tehlikesiyle(!) karşılaşabiliyorsunuz. ‘Zam’ kelimesini kullanamayan basın kuruluşlarının varlığından bahsediyoruz. Daha başka söze gerek var mı? Bu durumda elbette yaptığımız haberler ön plana çıkıyor, bundan daha doğal bir şey olamaz. Esas doğal olmayan medya kuruluşlarının propagandaya bu denli sırtlarını yaslamış olmaları. Ancak artık kendilerinin de bu durumun farkında olduklarının ve hatta mevcut vaziyeti sıkıntılı bulduklarını düşünüyorum.” diye konuştu.

‘Bugünkü Ana Akım İktidarın da Elinde Yük’

Akademisyen Orhan Şener de geçmişte tüm eksiklerine ve sorunlarına rağmen Türkiye’de bir ana akım medyanın var olduğunu söyledi. Ana akım medyanın, son tahlilde, çok farklı kesimlerden geniş kitlelerin dünyada ve ülkelerinde neler olduğuna dair başvurdukları medya olarak tanımlanabileceğini dile getiren Şener, bunun geçmişte Türkiye’de Hürriyet ve Milliyet gibi medya kuruluşlarının sağlayabildiğini aktardı. Milyonlarca insanın izlediği ana haber bültenlerinin var olduğunu hatırlatan Şener, konuyla ilgili düşüncelerini şöyle aktardı: “Bunların yayın kalitesi, haber kalitesi tabii ki tartışmalı, ancak bu vasfı bir yere kadar yerine getirebiliyorlardı. Zaten var iken önemini çok anlayamadığımız medyayı kaybettiğimizde eksikliğini somut bir şekilde hissetmeye başladık. Bugün ise böyle bir ana akımdan bahsetmek mümkün değil. Çok geniş bir havuz medyası olarak tabir edilen, iktidara doğrudan bağlı veya organik ilişkiler içerisinde olan bir medyadan bahsedebiliyoruz. Ancak şöyle bir sorun var; ana akımı satın alıp kendi siyasetinizin iletişim aracı olarak kullanmaya başladığınızda, ana akım ana akım olmaktan çıkıyor. Haliyle bugün ana akımın eski vasfını yitirdiğini söyleyebiliriz. Birçok insan bu gazeteleri almayı bıraktı, bu kanalları izlemeyi de bıraktı. Dolayısıyla bunları ele geçiren iktidarın da elinde biraz yük olarak görülüyor, diyebiliriz.”

‘Youtube Kanalları Önemli Bir Eksiği Kapatacak’

Orhan Şener

Yabancı basın kuruluşlarının Türkçe yayın yapmasına ilişkin görüşlerini de paylaşan Şener, yabancı medyanın, özellikle en son +90 Youtube kanalının ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya’nın ortak girişimi olduğunu hatırlattı. Bu alanda oldukça ciddi adımlar atıldığını belirten Orhan Şener, “Böyle bir şeyi daha önce hiç bir yerde yapmadılar. Bunun öncesinde zaten Deutsche Welle, Independent , Al Jazeere, Fox ve BBC Türkçe deneyimleri var. Bu kadar çok yabancı aktörün olması bize somut bir şey gösteriyor. Bir; burada var olmaları kendilerine siyaseten bir avantaj kazandırıyor, ana akımın yarattığı boşluğu doldurabiliyorlar, en azından doldurmaya çalışıyorlar. ikincisi, finansal bakımdan da zarar etmeyecekleri kadar geniş bir pasta var burada. Hiç bir siyasi kaygı olmasaydı da, sırf ticari kaygılarla bile bu işe belki de girilebilirdi. Ancak orada bir de şöyle bir sorun var, gerek Reuters verilerine, gerekse diğer benzeri raporlara baktığımızda Türkiye’de hala birincil haber alma kaynağının televizyon olduğunu görüyoruz. Evet, basılı gazete belli bir yaş kesimi için çok az yüzdelik paya sahip ( yüzde 6, radyo bile yüzde 7) ama televizyon 1’inci sırada geliyor. Onun ardından internet geliyor. Çok geniş kitleler internete erişiyor, ama televizyon özellikle kırsalda, taşrada, belli bir eğitim seviyesinde, belli bir yaş kesiminin üstünde, en önemli haber alma mecrası. Bu anlamda yabancı mecraların kurduğu Youtube kanallarının bu boşluğu doldurması mümkün değil, ama özellikle genç, kentli nüfus için çok önemli bir eksiği kapatacağı muhakkak. Televizyon kanalı kurmak hem izin, bürokrasi anlamında hem de maliyet açısından mümkün değil bu mecralar için. Ama Youtube kanalıyla, oldukça düşük bir maliyetle geniş kitlelere ulaşabiliyorlar. Amacın da bu olduğunu tahmin ediyorum” diyerek sözlerini noktaladı.