“SEBUKA”: Feminist Bir Avukatın Toplumsal Cinsiyet Adaleti Mücadelesi

Aslı Karataş, Hukuk Fakültesi’nde öğrenci olduğu yıllardan bu yana sivil toplum alanında çeşitli örgütlenmelerde aktif rol üstlenen bir aktivist aynı zamanda bir avukat ve anne. Mesleki  sorumluluk duygusunun eklenmesiyle birlikte ortaya çıkan ‘SEBUKA’ (Sen bu kadınların avukatı mısın?) adlı internet sitesinde, taşımaya çalıştığı tüm bu kimliklerden hareketle farklı platformlarda yayınlanan sorgulayıcı, bilgilendirici ve tartışma başlatıcı yazılarını bir araya getiriyor.

İnternet sitesinin adına ilham olan ‘Sen bu kadınların avukatı mısın?’ sorusundan anlaşılabileceği üzere ‘feminist bir avukatın toplumsal cinsiyet adaleti mücadelesi’nin ürünü olan SEBUKA’da meslek yaşamında, hane içinde, annelik kutsalında sıkışıp kalan kadın kimliği ve bunu bağlı cinsiyetçilik sorunlarını; feminizm, cinsiyetsiz ebeveynlik, cinsiyetsiz hukuk başlıkları altında toplayan Aslı Karataş ile bireysel hikayesinden yola çıkarak, uzun yıllardır aktif dayanışma halinde olduğu sivil toplumu, kadın kimliği mücadelesinin toplumsal alandaki gerekliliğini, hukuki ve siyasal alanda ne gibi dönüşümlere ihtiyaç duyulduğunu konuştuk.

Aslı Karataş

SEBUKA fikri nasıl doğdu? Öncesinde biriktirdiğiniz deneyimleri ve ortaya çıkışını anlatır mısınız?

Koç Üniversitesi’nde lisans öğrencisiyken sivil toplumda çalışmalar yapıyordum. İlk gönüllü olarak çalıştığım kurum Helsinki Yurttaşlar Derneği oldu. Avukatlık ruhsatımı aldıktan sonra 2014-2016 yılları arasında, Ankara’da Hun Danışmanlık’ı yürüten Av. Sinem Hun ile birlikte çalıştım. Sinem ile çalışana kadar benim için hep kadın hakları ihlalleri, kadın hakları aktivizmi vardı. Sinem, benim hayatıma LGBT’yi de soktu. Kırmızı Şemsiye, Lambda ve Kaos ile çalışıyordu. Ve aslında hepimizin aynı noktada durduğunu öylece öğrendim. Bu bir kadın mücadelesi değil cinsiyet mücadelesi. Hepimiz aslında cinsiyet ayrımcılığına maruz kalıyoruz. Dolayısıyla o yelpazeyi genişletmek Sinem’le birlikte çalışmakla oldu. Van’da Ekogenç davasında beraberdik. Hem cinsiyet ayrımcılığını hem de ekoloji sorunlarını gündeme getiren bir derneğin kapatılma davasıydı.

Şu anda UCİM (Saadet Öğretmen Çocuk İstismarıyla Mücadele Derneği) ile çalışıyorum. Bugüne kadar dernek olarak duruşmalara katılma talebimiz kabul edilmedi. Biz taraf olarak katılamasak da tüm duruşmaları izlemeye gayret ediyoruz. Beni özellikle mutlu eden bir şey bu. Avukatları görmek çocuklara cesaret veriyor. Cinsel saldırı davalarında yetişkinler bile böyle bir tavır gösteremezken onlar her duruşmaya gelip davalarının takipçisi olmak istediklerini söylüyorlar ve mücadele ediyorlar. UCİM’in çalışmaları bu anlamda çok kıymetli. Kadın Meclisleri ve KAHDEM (Kadınlara Hukuki Destek Merkez Derneği) ile de yeni yeni çalışmaya başladım.

‘Genel anlamda ulaşmak istediğim kitle başta hukukçular ve cinsiyet mücadelesiyle ilgilenenler. SEBUKA’da cinsiyet mücadelesi odaklı sorunların hukuki düzlemde tartışılmasını ve buradan yasa tasarısı önerileri çıkmasını isterim.’

Kadın hakları, kadın mücadelesi ergenliğimden bu yana hayatımın gündemimdeydi. Anne olduktan sonra da kadın mücadelesine bakışınız değişiyor. Biraz da avukat perspektifiyle bakınca hukuki düzenlemelerin de toplumsal cinsiyet rollerine destek olduğunu görüyorsunuz. Herkes kendi uzmanlığı noktasında düşünüyor. Bunu fark edince oraya yöneldim. Dijital Topuklar isimli bir platformda yazıyordum. Dijital Topuklar, bir kadın sitesi evet ama hukuk perspektifinde değil. Bu nedenle, kendi sitemi oluşturmam gerektiğini düşündüm. SEBUKA fikri buradan çıktı. Bu çaba aslında bir portfolyoya dönüşecek. Mesleki bir alışkanlıkla, Resmi Gazete’de yayınlanan Anayasa Mahkemesi kararlarını hep okurum. Orada ayrımcı olduğunu düşündüğüm ve ilginç bulduğum kararları arşivliyordum. İnternet sitesinde buna da yer verdim. 16 Aralık’ta yayına başladı site. Yazılarımı koydum, karar arşivini koydum. Güncel yazılar devam edecek, farklı başlıklar açmayı da düşünüyorum. Genel anlamda ulaşmak istediğim kitle başta hukukçular ve cinsiyet mücadelesiyle ilgilenenler. SEBUKA’da cinsiyet mücadelesi odaklı sorunların hukuki düzlemde tartışılmasını ve buradan yasa tasarısı önerileri çıkmasını isterim.

Annelik, taşımaya çalıştığınız tüm bu kimliklerin yanında bir kırılma noktası oldu mu?

Çok büyük bir kırılma noktası oldu.

Neden?

Çünkü, aslında anne olana kadar sosyal hayatta da iş hayatında da kadınla erkeğin denk olması anlamında dengeleri tutturmak çok daha kolaydı. Ama annelik yükü sırtınıza yüklendiği anda bütün dengeler tekrar bozuluyor. İşteki beklenti, toplumun sizden beklentisi, kendi kendinizden beklendiğiniz şey de çok değişiyor. Halbuki o çocuk tek başına yaptığınız bir çocuk değil. Ama baba bunu sizin hissettiğiniz gibi hissetmiyor. Ben, Efe (Oğlu için) 5 aylıkken işe başladığımda “Ay burnunda tütüyordur, ay nasıl bıraktın da geldin?” gibi sorulara maruz kalıyordum. Sonra onlara,“Ya eşim iki gün sonra işe başladı ona dönüp sordunuz mu nasıl bıraktın diye, burnunda tütüyordur bilmem nedir diye…” Bu tamamen kadının iş hayatındaki varlığını bastıran, demotive eden, “Senin yerin burası değil, evde bebeğin bekliyor, senin burda ne işin var?” cümlelerini alttan alta duyduran bir şey. Dolayısıyla, annelik benim hayatım için somut bir gösterge oldu. Neden kadın hep mücadele etmek, tırmalamak zorunda kalıyor? Hakikaten anneliğin gündemime girmesiyle benim hayatım sürmenaj oldu. Bir noktada “Ay yetişemiyorum hiçbir şeye!” haline geldim. İşe gidiyorum, bir taraftan sivil toplumda bir şeyler yapıyorum, bir taraftan yoğurt mayalıyorum. Hiçbir şeye yetişemez hissettim kendimi.

‘…Bu cinayetlerin ortak noktası katillerin erkek olması. Aynı şekilde trans cinayetleri de politiktir. Eşcinsel cinayetleri de politiktir. Tamamen cinsiyet üzerinden sağlanan iktidara dayanarak bu cinayetleri işliyorlar.‘

SEBUKA’nın  amacı ne? ‘Feminist bir avukatın toplumsal cinsiyet adeleti mücadelesi’ olarak mı tanımlıyorsunuz? Toplumsal cinsiyet adaleti açısından sivil toplumun rolünü nasıl değerlendirirsiniz?

Aslında istediğim, feminist felsefenin hukuki düzleminin daha tartışılır hale gelmesi. Kadın dernekleri çok güzel çalışmalar yapıyorlar bunca zamandır. Kanunlardaki değişiklere vesile oldular bu mücadeleler neticesinde. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu var, ben de parçasıyım. Kadın cinayetlerinin istatistiklerini tuttular ve “Kadın cinayetleri politiktir” dediler. Hatta bunun adına kadın cinayetleri değil erkek cinayetleri demek istediler. Çünkü maktül üzerinden değil katil üzerinden ilerlediler. Bu cinayetlerin ortak noktası katillerin erkek olması. Aynı şekilde trans cinayetleri de politiktir. Eşcinsel cinayetleri de politiktir. Tamamen cinsiyet üzerinden sağlanan iktidara dayanarak bu cinayetleri işliyorlar. Ama bugün artık medyanın etkisiyle kazanımlarda ciddi bir geriye dönüş başladı.

‘…bugün, herkesin malumu, birtakım medya organları sözünü ettiğimiz 6284 sayılı kanunu “yuva yıkan kanun” olarak lanse ediyorlar.

Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun çok ciddi bir mücadelenin sonunda ortaya çıktı. Kanun, kadının şikayeti üzerine uzaklaştırma kararı çıkarabilecek düzlem sağlasa da bugün, herkesin malumu, birtakım medya organları sözünü ettiğimiz 6284 sayılı kanunu ‘yuva yıkan kanun’ olarak lanse ediyorlar. Kanunu budamaya çalışıyorlar. Şöyle haberler çıkıyor mesela; “Uzaklaştırma kararı alan adam, cinnet geçirip karısını öldürdü” diye. Sanki uzaklaştırma kararı adamı katil etmiş gibi bir resim çizmeye başlıyorlar. Halbuki uzaklaştırma kararının sebebi adamın şiddet eğilimi. Yani, sorunu öyle yanlış çerçeveliyorlar ki sorumlusu kanun oluyor. Keza, nafaka düzenlemesi için de aynı algı geçerli. Süresiz ihtiyaç nafakası meselesini de “Kadınlar evde yan gelip yatıyorlar, bütün parayı erkekler kazanıyor ve boşanma gerçekleşince de erkeğin servetine ortak oluyorlar.” şeklinde yorumluyor medya. Ben Şeyma Subaşı örneğinin de bu yüzden gündem oluşturduğunu düşünüyorum. O, lanse edildiği kadarıyla “Yiyelim, içelim, gezelim” şeklinde bir insan ve 14 ay gibi bir süre evli kaldı. Şu an kılını kıpırdatmadan ayda 150.000’e sahip olabiliyor. Sanki herkes Şeyma Subaşı’ymış gibi. Rezalet bir algı ama bu şekilde destek topluyorlar. Kanun zaten erkekler kadına baksın demiyor. Kanun; “Boşanma sebebiyle yoksulluğa düşecek taraf nafakaya hak kazanıyor.” diyor. Bunu bir konuşalım. Neden boşanma sebebiyle yoksulluğa düşen hep kadın oluyor zaten? Kadın yoksulluğu ciddi bir sonuç ve bu da tamamen toplumsal cinsiyet rolleriyle alakalı bir şey.

‘…hukuki düzenlemelerin cinsiyetsizleştirilmesi esas olmalı. Herhangi bir kanunda pozitif ayrımcılık yapılacaksa bunun haklı bir gerekçesi olması lazım.‘

Genel anlamda cinsiyet eşitliğinin sağlanması için ne gibi toplumsal ve hukuki dönüşümlere ihtiyaç var?

Konuştuğumuz tüm bu meseleleri yeniden gündeme taşımak için kesintisiz bir hukuki mücadeleye ihtiyaç var. Kadının lehine görülen düzenlemeler de aslında kadının aleyhine. Örneğin, kadının evlenme sebebiyle kıdem tazminatını alıp işten ayrılma hakkı var. Evlenip işten ayrılmayı teşvik ediyor kanun. Evlenme nedeniyle bir şehir değişikliği yapılması gerektiği hallerde, evlenmenin işten ayrılma sebebine dönüşmesini anlayabiliyorum ama bunun sadece kadına tanınmasını anlayamıyorum. Pozitif ayrımcılık gibi dursa da düpedüz ayrımcılık bu. Bugün bulunduğumuz noktada hukuki düzenlemelerin cinsiyetsizleştirilmesi esas olmalı. Herhangi bir kanunda pozitif ayrımcılık yapılacaksa bunun haklı bir gerekçesi olması lazım.

‘…hep diyorlar ya “Bu ülkenin kadın başbakanı oldu” diye. Evet oldu ama kadın kimliğiyle mi oldu? Bütün militarizmiyle, tüm sertliğiyle orda olan bir başbakandı. Adam gibi kadındı o. O yüzden kabul gördü. ’

Yazılarınızda hane içinde, toplumsal yaşamda, iş hayatında kadın kimliği üzerinden var olabilmenin türlü hallerine değiniyorsunuz. Eleştirel, tartışma başlatıcı yazılar bunlar. Çoğu zaman kadınları da özeleştiri yapmaya itecek cinsten. İçlerinde özellikle dikkatimi çeken bir tanesi var: ‘Tek Çare Erkekleşmek mi?’ başlıklı yazınız. Siyasi figürlerden örneklemeye çalışmışsınız. Dünyada da görünüm aynı. Tansu Çiller’den sonra yakın bir örnek olarak Meral Akşener örneğine değinmişsiniz. Kadınlar giyimiyle, duruşuyla, sözde erkek işleri diye kodlanan kimi pozisyonlarda varlık göstermek için erkekleşmek durumundalar mı?

Çok güzel bir soru. Benim de üzerine oldukça düşündüğüm bir soru bu. Bir kere sözünüzü geçirmek istiyorsanız duruşunuzun oldukça sert olması gerekiyor. Ses tonunuzun ona göre daha kararlı olması gerekiyor. Bunlar hep erkeğe özgülenen şeyler.  Aydınlanma Çağı’ndan bu yana erkek hep rasyonel olmakla övülüyor kadınsa daha böyle şefkatli, duygusal olmakla övgü kazanıyor. Akıl çağındayız, rasyonel olan makbul. Dolayısıyla kadın sürekli kendini “Ben de mantıklı bir insanım, ben de rasyonel kararlar alabilirim.” şeklinde ispatlamak durumunda kalıyor. Bir diğer nokta; bence daha fazla kadın iş hayatına girdikçe erkekleşmek zorunda kalmayacağız. Bu ufak ufak dönüşmeye başladı. ‘Tek çare erkekleşmek mi?’ sorusu tabi biraz retorik bir soru. Keşke gerek olmasaydı. Buna neden olan sebepler ortadan kalktıkça bu sonucun da ortadan kalkacağını düşünüyorum. Politik figürlerden kastım da; hep diyorlar ya “Bu ülkenin kadın başbakanı oldu.” diye. Evet oldu ama kadın kimliğiyle mi oldu? Bütün militarizmiyle, tüm sertliğiyle orda olan bir başbakandı. Adam gibi kadındı o. O yüzden kabul gördü. O kadın zarafetiyle, duygusallığıyla orda olsaydı, “Sen bu devleti yönetebilecek cinsiyette değilsin, siyasete karışma!” denirdi.

‘…Biraz da erkekliğin konuşulması lazım. Annelik çokça çalışıldı. Artık babalığın çalışılması lazım. Birilerinin erkekliği de dönüştürmesi lazım.’

Son yıllarda sivil toplum ayağında ‘toplumsal cinsiyet’ kavramı üzerinden farkındalık çabaları ile birlikte platformların sayısında dikkate değer bir artış var. Düzenlenen paneller, sempozyumlar, eğitimler konuyu hep gündemde tutuyor. Siz sivil alanda yürütülen tüm bu çabaları nasıl görüyorsunuz?

Biraz popüler oldu feminizm. Pop şarkıcıların, Hollywood yıldızlarının gündemi oldu. Dolayısıyla daha bilinir hale geldi. Hem olumlu hem olumsuz etkileri var bunun. Feminist cümlesi önceden hakaretamiz şekilde kullanılıyordu. Feminist denilince insanlarında aklına öfkeli lezbiyenler geliyordu. Sürekli itiraz eden, erkeklerden nefret eden… Böyle bir imaj vardı. Meseleyi daha fazla insan sahiplenince o algı kırıldı. Olumsuz etkisi ise kavramın biraz içinin boşaltılması oldu. Birçok insan feminist felsefeyi okumadan, düşünmeden ana akım medyadan gördükleri üzerinden feminizmi anlıyor. Hem çarpıtılıyor hem de içi boşaltılıyor. Bir örnek vereyim; bir firmanın ‘kadınlar her şeyi yapabilir’ içerikli bir reklam filmi var. Film şöyle başlıyor: kadın uyanıyor, erkek olan dış ses diyor ki “Sen her zaman bakım veren şeysin, şefkatlisin, her şeyi düşünürsün…” sonra makyaj yapıyor kadın, işe gidiyor ve bir erkeğin yapabileceği ağır işleri yapıyor ve eve geliyor. Ve slogan cümle; “Sen her şeyi yaparsın.” Yani kadına yük üstüne yük anlatımı var. Kadına hem çocuğuna bak hem makyaj yap hem tüm bu ağır işleri de yap dediğin zaman, ‘çocuk da yaparım kariyer de’ sloganındaki sorun gibi oluyor. O kadına sürekli kendini yetersiz hissettiriyor bu algı. Bir de artık kadınlarla ilgili söylenmesi gereken her şey söylendi. Biraz da erkekliğin konuşulması lazım. Annelik çokça çalışıldı. Artık babalığın çalışılması lazım. Birilerinin erkekliği de dönüştürmesi lazım. Eşzamanlı toplumsal cinsiyetin çalışılabilmesi için biraz da erkeklik çalışılması lazım. Böyle olursa feministlerin erkeklerle değil erkeklikle bir mücadelesi olduğu anlaşılabilir.

‘Kendini savunmada desteğe ihtiyaç duyan, güçsüz hisseden, yalnız olduğunu düşünen kadınların  avukatıyım.’

Son olarak, SEBUKA kısaltmasına neden olan o malum soru var. Ne kadar eril bir söylemden türetildiği ortada. Belki kişisel yaşamınızda avukat olmadan öncesinde dahi defalarca karşınıza çıkan bir soru oldu bu. Ben de sormak isterim Aslı Hanım, peki “Sen bu kadınlarının avukatı mısın?”

(Gülüşmeler) Evet. Sonuna kadar. Yani bu çok sinir bozucu bir laftır. Toplumda biraz böyle bu; hakikaten zayıf olan, kendini savunamayanın bir başkası tarafından savunulması hoş görülmez. “Bırak o kendini anlatsın, sen niye onun yerine karşı çıkıyorsun?” derler. Bu biraz kadınların da dayanışma içerisinde örgütlü mücadelesini sağlayan şey. Çünkü, hakikaten bir araya geldiğimizde çok güçlüyüz. Bu şekilde olumlu sonuçlar alıp mücadelemizi gerektiği yere taşıyoruz. Tam olarak yaratmak istediğim hikaye bu. Kendini savunmada desteğe ihtiyaç duyan, güçsüz hisseden, yalnız olduğunu düşünen kadınların avukatıyım. Bu arada ben de kendimi tek başımayken güçsüz hissediyorum. Evet, birbirimizin destekçisiyiz ve her zaman omuz omuza olduğumuz sürece her türlü hak ihlalinin üstesinden hakkıyla gelebileceğimizi düşünüyorum. Ve bu mücadele savunuculuk yapmanın, fiilen davada olmanın da yeri çok büyük arka planda mevzuat mücadelesi vermenin yani o aygıtları geliştirmenin de yeri çok büyük.