Kabataş Martı Projesinde Neler Oldu, Neler Olmalıydı?

Kamuoyunda “Martı Projesi” olarak bilinen Kabataş Aktarma Merkezi projesi geçtiğimiz hafta iptal edildiği iddiasıyla yeniden gündeme geldi. İddialar üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyesi, projenin tamamen iptal edilmediğini; yalnızca zeminin altında yapılacak olan kısımların yapılmaması kararı verildiğini açıkladı.

Belediyenin 8 Mart 2017 tarihli açıklamasında Kabataş’ta 60 bin metrekarelik bir meydan ve meydanın altında metro bağlantısı, müze ve sergi salonları, bin araç kapasiteli bir otopark, pazar ve mağazalar bulunacağı duyurulmuştu. Bunun yanısıra projenin kara kısmında araç alt geçidi ve zemin altı otobüs durakları bulunacaktı. İptal edilen kısımlar zemin altında planlanan fonksiyonları kapsıyor. Mevcut durumda beton dolgu ile meydan ve iskeleler tamamlanarak projenin kullanıma açılacağı ifade edildi.

İptal edilen araç alt geçidi
İptal edilen bodrum katlar

Kötü yönetilen proje süreci ve Kamu Mağduriyeti

Yüklü bir mimari program vaadiyle Ağustos 2016’dan bu yana Kabataş’taki tüm iskeleler yolcu kullanımına kapalı. Son noktada mimari projede bulunan bir çok işlev inşa edilmeyecek. Projenin tamamının biteceği öngörülen sürede aslında sadece meydan ve iskeler tamamlanmış olacak. Uzmanların projeyle ilgili eleştiri ve önerileri dikkate alınsaydı durum ne olacaktı üzerine düşünmek bu noktada önemli.

Ulaşım alanında uzman Prof.Dr. Zerrin Bayrakdar projenin en çok karşı çıktıkları kısımların tam da iptal edilen kısımlar olduğunu belirtirken Kabataş’ın proje öncesinde zaten iyi işleyen bir transfer noktası olduğunu belirtti. İtiraz etme nedenlerinden birinin önerilen projenin ulaşımı iyileştirmeyeceği, özellikle zemin altı otoparkın bölgeye araç trafiği çekeceği ve öyle dar bir alanda bunun çözümden çok sorun yaratacağı olduğunu ekledi. İtiraz ederken aynı zamanda çözüm önerisi de sunduklarını ifade eden Bayrakdar daha önce yazılarında da açıkladığı üzere söz konusu alanın etaplı bir projelendirme ile çok daha düşük maliyetle ve kentlinin gündelik hayatını etkilemeyecek biçimde iyileştirilmesinin mümkün olduğunu söyledi. Bayrakdar projeyle ilgili yazdığı kamu yararı odaklı eleştri yazıları nedeniyle Mimar Hakan Kıran tarafından dava edilmişti. Davanın karar duruşması 13.09.2018 tarihinde görüldü ve dava reddedildi. Zerrin Bayrakdar sonucu “hem bu davanın reddi hem de projenin büyük bir kısmının iptal edilmiş olması uyarılarımızda ne kadar haklı oldğumuzu ortaya koyuyor” şeklinde değerlendirdi.

“Kentliler proje sürecinden memnun değildi”

İstanbul Kent Savunması üyesi Deniz Özgür’le proje sürecine sivil insiyatiflerin dahil olma biçimleri hakkında konuştuk. Projeden haberdar olmakta ne kadar zorlandıklarını aktaran Özgür ancak meclis görüşmelerini takip ederek bilgi sahibi olabildiklerini açıkladı. İlk eylemlerini 17 Haziran 2016’da Kabataş’ta gerçekleştiren İstanbul Kent Savunması, hem Kabataş’ta hem de sosyal medya üzerinden imza toplamışlar. Deniz Özgür imza toplama sürecinde bir çok yurttaşın projeden bihaber olduğunu ve ilk defa kendilerinden detaylı bilgi alabildiklerini anlatıyor. Bu kampanyadan bir ay sonra yerel yönetimin Kabataş’ta proje tanıtımı yapmak durumunda kalmasını sivil toplum çalışmasının olumlu baskısı olarak değerlendirebiliriz.

İmza kampanyası sonucu kağıt üzerinde 10 bin, internet üzerinden 5 bin civarında imza toplandığını belirten Özgür, bu imzaları bir dilekçe ile yerel yönetime resmi kanaldan ilettiklerini fakat geri dönüş alamadıklarını iletti.

Deniz Özgür, Kabataş’ın hem deniz trafiği, hem de otobüs, tramvay, füniküler gibi önemli kara ulaşımı bağlantılarının birleşimi olmasından ötürü çok önemli olduğunu hatrlatarak imza topladıkları süreçte kullanıcıların çok tepkili olduğunu fakat tepkilerini gösterme konusunda çekimser olduklarını belirtiyor. Kabataş projesi ile ilgili sosyal medya paylaşımlarının şu ana kadar en çok etkileşim alan paylaşımlar olduğunu eklerken beyaz masa başvurularının da yurttaş için tercih edilen bir itiraz kanalı olduğunu söylüyor. Bütün kentliyi bu kadar etkileyen bir projede sivil toplumun çalışmalarının neden daha çok yayılamadığı sorusunu ise “asıl mağdurlar kolay kolay özne olmuyor, hele de her şeyin kutuplaşma siyaseti üzerinden ele alındığı bir iklimde kent ortak payda olmasına ve herkesi etkilemesine rağmen memnuniyetsizlik ortak bir tepkiye dönüşmüyor” şeklinde cevaplıyor.

Mimari sorunlar ve tarihi çevreyle ilişki

Molla Çelebi Cami, Dolmabahçe Cami, Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi, Kabataş Limanı ve Kitabesi, Yusuf Paşa Çeşmesi ve Sebili, Silahtar Yahya Efendi Çeşmesi, Çizmecibaşı Mahmut Ağa Kabri, Ömer Avni Cami, Kabataş Set Duvarı ve Mehmet Ağa Çeşmesi gibi bir çok tescilli tarihi eserin de bulunduğu çok önemli bir bölgeyi kapsayan alan 2017 tarihli “Kabataş İskelesi Ulaşım Transfer Merkezi 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı ve 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı Değişikliği” teklifine Mimarlar Odası bir çok nedenden ötürü dava açmış durumda.

Proje sürecine dair görüşlerini aldığımız Yüksek Mimar Mücella Yapıcı’nın aktarımına göre alan 1993’ten bu yana sit alanında fakat yürürlükte bir koruma imar planına sahip değil. Yapıcı böyle önemli bir alanda onaylı bir imar planı olmadan bu kadar büyük bir müdahalenin hukuki olmadığını belirtiyor.

Mücella Yapıcı projenin sadece “Martı Projesi” olarak bilinmesinin, yapının bir bütün olarak algılanmasının önüne geçmesine ve çok daha büyük sorunların mimari formun gölgesinde kalmasına neden olduğunu belirtiyor. Kanatlarını açmış martı formundaki istasyon binası projenin çok küçük bir kısmı. “Tarihi bir çevrede tarihi taklit etmek de saygısızlıktır, modern bir yapı tasarlanabilir ama bunun da silüetle uyumlu olması gerekir” diyen Yapıcı tek sorunun bu olmadığını, hem hukuki açıdan hem de teknik açıdan projenin ve sürecin bütüncül bir bakışla sorunlu olduğunu vurguluyor. Projenin önemli bir kısmı denize yapılacak dolgu ve bu dolguda inşa edilecek bodrum katlar oluşturuyordu. Bu kısımların iptal edilmesi özellikle de deprem riskiyle ilgili endişeler açısından olumlu gibi görünse de meydan alanının beton dolgusu tamamlanmış ve temel kazıkları çevreye yeterince zarar vermiş durumda.

Yapıcı’nın projeye dair başka bir eleştirisi ise bu kadar önemli bir kamu projesinin sivil toplumun da katılımıyla, ulusal mimari yarışması gibi katılımlı yöntemlerle tasarlanması gerektiği yönünde. Gerek planlama süreci gerek mimari proje süreci açısından daha şeffaf, daha katılımcı bir yöntem izlenmesi bu özellikte projeler için en uygun olanı.

İnşa edilmiş kısmın boğaza doğru çok uzanmış olduğunu ve oşinografik açıdan zor bir alan olan İstanbul Boğazı’nda böyle bir iskele tasarımının sorunlara neden olacağını belirten Yapıcı, “iskeleler kullanıma açıldığında çok büyük ihtimalle vapurdan inip karaya ulaşmak epey zor olacak. Rüzgar ve dalga yolcuları olumsuz etkileyecek” şeklinde öngörülerini aktarıyor.

Sorunlu planlama sürecine karşı Sivil Toplumun kazanımları

Kabataş Projesinin yer aldığı alanı da kapsayan 2010 yonaylı plana Beyoğlu Semt Dernekleri dava açmış ve plan İstanbul 10.İdare Mahkemesi tarafından Beyoğlu’nu turistleştirip içinde yaşayanları uzaklaştıracağı, tarihi kenti koruyamadığı, bütünsel olmadığı ve şehircilik planlarına uymadığı gerekçesiyle iptal edilmiş (2). Danıştay iptal kararını 30 Temmuz 2015’te bozmuş olsa da sivil insiyatifler itirazlarından vazgeçmeyerek 2017’de planın iptal kararını kesinleştirmişler (3). Bu sonuç kentlinin kendi mekanına dair verilen kararlar üzerinde etkili olabileceğine dair önemli bir emsal.

Onaylı bir imar planı olmayan bir alanda basit inşaat faaliyetleri bile plan onayını beklemek durumundadır. Yapı ölçeğinde, silüeti, dokuyu etkilemeyecek durumlarda yetkili kurum görüşleri doğrultusunda inşaat yapıldığı durumlar olabilir fakat “Kabataş İskelesi Ulaşım Transfer Merkezi” onaylı bir Koruma Planı olmadan uygulanmak için fazla kapsamlı bir proje. Mimarlar Odası’nın süreci hukuksuz bulmasının önemli nedenlerinden biri de bu. Şu anda projeye dair bir vaziyet planının işlenmiş olduğu imar planı da mahkeme tarafından iptal edilmiş durumda.

Sürece dair bir başka hukuksuzluk ise tarihi çevrede yapı inşasına dair verilen kararlarda ortaya çıkıyor. Yapıcı koruma kanunu kapsamındaki sıkıntıyı şu şekilde anlatıyor:

“2008’de sunulan avan proje ile 2013’te metronun dahil olmasıyla ortaya çıkan projenin ilgisi yok. Proje sadece Martıdan ibaret değil, yapıya bütüncül bakmak lazım, yani dolgu alanı ve dolgu alanında önerilen bodrum katlarla beraber. Ayrıca onaylı Koruma İmar Planı olmayan bir alanda bu kadar büyük çapta bir projenin böyle plansız bir süreçle yapılması çok yanlış. 2017’de itiraz ettiğimiz planda battı-çıktı kısmı karada kalıyor. Diğer fonksiyonlar ise (otopark, galeriler, alışveriş alanları) ise kıyı kenar çizgisinin deniz tarafında kalıyor. Deniz tarafında kalan kısımların 2863 sayılı kanuna dahil olmayacağına karar verildi. Aynı binanın bir kısmının koruma kanununa dahil edilip bir kısmının edilmemesi söz konusu olamaz. Bunların yanısıra inşaat bu kararları beklemeden başlamıştı zaten (4).” 

Mücella Yapıcı bu kadar tescilli tarihi eserin olduğu, boğaz silüetinin en  önemli alanlarından birinde ÇED raporunun olmamasını eleştirirken UNESCO’nun böyle projelerde Kültür Mirası Etki Değerlendirme Raporunu da (KMED) gerekli bulduğunu ekliyor.

Zararın neresinden döndük?

İBB’nin 2016 yılında vaad ettiği bodrum katların ve alt geçitlerin inşa edilmeyecek olması bir çok açıdan olumlu bir gelişme. Fakat süreç değerlendirildiğinde buna sevinmek mümkün olmuyor zira konunun uzmanları proje dile getirildiğinden bugüne eleştirilerini kamu kurumlarını iletmiş. Zerrin Bayrakdar’ın belirttiği gibi çok düşük maliyet ve yüksek kamu yararıyla rahatlıkla iyileştirilebilecek bir alan düzgün planlanmayan bu süreçte hem yüksek maliyet, hem ekolojik zarar hem de iki yıl boyunca aksayan kent içi ulaşıma malolmuş. Şimdi kullanıma açılacak beton dolgu meydanın ve boğaza uzanan iskelelerin kentli için ne kadar kullanışlı olduğunu hep birlikte deneyimleyeceğiz. İBB açıklamasında bölgede yeşil alanın arttırılacağını belirtiyor ama artık beton meydanlardaki ağaçlandırmaların tabi zemin vasıtasıyla yağmurun toğrağa karışımasının yerini tutmayacağını hepimiz  biliyoruz.

Sivil toplum şeffaflığa dayanan, uzaman görüşlerinin ciddiye alındığı, kamu bütçesinin ve kamu yararının gözetildiği projeler için mücadele etmeye devam ediyor. Kabataş Projesi gibi büyük bir projede dahi semt dernekleri önemli kararları etkileyebiliyor. Kullanıcı ve uzmanların izinin kentte daha etkili olması için sivil toplumun güçlenmesi gerektiği ve bunun etkili olacağını; kentliyi ve uzmanları dışlayan süreçlerin düzgün işlemeyeceğini Kabataş proje süreci bir kez daha hatırlatıyor.

  1. Belediyeye iletilen dilekçenin, hukuki olarak on beş iş günü içerisinde cevap verilmesi gerektiği halde cevapsız bırakılmış olması da proje sürecindeki şeffaflık ve kentliyle iletişim sorunlarını ortaya koyuyor.http://www.ankara.gov.tr/dilekce-ve-bilgi-edinme-hakkinin-kullanilmasina-iliskin-genelge
  2. İstanbul I Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 07.07.1993 gün, 4720 sayılı kararı İle Kentsel Sit Alanı ilan edilen bölgeye dair iptal edilen planlar sırasıyla 2009 yılında onaylanan 1/5000 ölçekli Nazım İmar Planı ve 2010 yılında onaylanan 1/1000 Koruma İmar Planı .Planlar aşağıdaki linkte mevcut.http://istanbul.csb.gov.tr/beyoglu-ilcesi-kabatas-iskelesi-ulasim-transfer-merkezi-amacli-1-5000-olcekli-nazim-imar-plani-ve-1-1000-olcekli-uygulama-imar-plani-degisikligine-ait-aski-ilani-duyuru-291841
  3.  Planların iptal sürecine dair bilgi için: http://bianet.org/bianet/toplum/188446-beyoglu-imar-planlari-ikinci-kez-iptal-edildi-peki-neyi-kapsiyor?bia_source=rss
  4. 2863 sayılı Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu yapıları bir bütün olarak değerlendirir, dolayısıyla tek bir parselde konumlanan bir yapının iki ayrı durumda ele alınması Kanunun işleyişi açısından sıradışı bir durum. Kaldı ki tek yapı olması dışında eski eserlerin komşu parsellerinde yer alan yapılar ya da tarihi çevreyle ilişkisi kuvvetli yapılar da bu kanun çerçevesinde değerlendirilmelidir. Dolayısıyla bir yapının bir kısmının 2863 sayılı kanuna tabi olup diğer kısmının olmaması aslında mümkün olmamalı.