PRIDE: Dünyada Neler Oluyor?

Tüm dünyanın sahip olduğu renklerin hem bir protesto hem de bir özgürleşme alanı olarak parladığı Haziran ayı içerisinde, dünyanın birçok farklı şehrinde birbirinden özgün ve güçlü sesler kendilerini göstererek Onur Yürüyüşünün yasaklandığı her yerde umut kaynağı oldular.

Pride, Türkçe meali ile Onur, nereden geliyordu, neden hem politik bir duruş, hem de herkesin rengarenk giyinip (kimilerine göre “çok aşırı abartılı”) kendilerini gösterdikleri bir festival havasında idi? Tüm renklerin özgürleşmesi ile yaratılan bu alandaki güçlü politik duruşun kökeni tam olarak nereye dayanıyordu, neden Haziran ayı idi? Türkiye’de de 2003’ten beri kutlanan Onur Haftası, neden hala insanların akıllarında bir soru işareti ve neden hala tarihi geçmişine dair bu derece az bilgiye sahibiz? İşte tam bu sorunun cevabının başladığı yerde Pride kelimesinin politik arkaplanı apaçık kendini gösteriyor.

Birçok milli kod ile oluşturulmuş ikili cinsiyet sisteminin dışında kalan her bireyi marjinalleştiren bir dilin içerisinden konuşuyorken, hele ki hala kendi “normalleştirdiği” dili içerisinde bile oluşturduğu dikotomik çerçevelerin her birinde sistematik olarak ezilen bir topluluk varsa, bu sorunun cevabına toplum olarak uzaklığımız çok da şaşırtıcı değil. Herhangi bir önceleme yapmadan vurgulamalı ki, kendi sorunlu sisteminin bile yarattığı ikili hiyerarşiler içerisinde körleşmiş bir söylemi yine aynı söylem içerisinden dönüştürmeye çalışmak, Kafka’nın hikayelerinden fırlayan o basamakları gittikçe artan kurumlarda amaca ulaşmak için çabalamaya benziyor. Yüzyıllardır süregelen bu sistematik ötekileştirmeyi zaten bunu her an yeniden inşa eden söylemin dışından, onun tüm “normal”lerini yıkarak gerçekleştirmek en etkin çözüm olsa da, bu örgütlenmeyi tüm ötekileştirilen grupların tarihi süreçlerde gördükleri ezilmeyi de içerecek şekilde gerçekleştirmek kimi zaman ciddi sorunlara sebep olabiliyor; ki bu noktada da herkesin erişimine açılmış olan tarihin eril yanlılığını da kesinlikle es geçmemek gerekiyor. Zaten halihazırda bulunan bunca engelin yanı sıra, renklerimizin çeşitliliğinin her birimize getirdiği deneyimleri dinleyecek kulakları yitirdiğimizde, yine var olan marjinalleştirici söylemin dışına çıkamamış ve özgürleşme alanından bir adım daha uzaklaşmış oluruz.

Tarihin ders kitaplarına giren kısımlarını devre dışında bıraktığımızda ve oluşturulmak istenen kodlardan sıyrıldığımızda karşılaşacağımız diğer bir tarihin bir kısmına burada yer vermek, az evvelki soruların cevapları için küçük bir altyapı oluşturacaktır. Elbette ki birkaç cümle ile özetlenemeyecek, her an her koşulda değişime her anlamda açık olan bir tarihten söz ettiğimiz için anlamayı hayatın hiçbir aşamasında asla bırakmamak oldukça önemli. Nitekim bir koddan kaçarken bir yenisini yaratarak başkası olarak gördüklerimize dayatmak, içinde sürekli olarak ötekilerini yaratıp hiyerarşik olarak onları çürütebileceği bir konuma yerleştiren güncel söylemden farklı olmaz. Dolayısıyla da hep bir ezen ve ezilen ilişkisi süregider.

27 Haziran 1969’da, “toplumun en marjinalleri” olarak görülen bireylerin mekanı olarak kabul ediken ve New York’un çevre semtlerinden Greenwich Village’da yer alan Stonewall Inn isimli bara yapılan polis baskını sırasında polis şiddetine ilk kez bir karşılık verilmesi ile bir hafta boyunca ayaklanma sürmüş ve ilk kez karşı politik bir söylem oluşturulmuş. Daha sonrasında hem hala sürdürülen bir politik duruşun temellerini atmış, hem de toplumun dayattığı kalıpların içinde kalmayı reddererek olabildiğince kendi özgün ve özgür renklerine bürünme alanı yaratmış bir olay Stonewall ayaklanması. Çok kısa bir zaman öncesine kadar ülkelerin çoğunda hapis cezası ile cezalandırılmasının yanı sıra, yine çok kısa bir zaman öncesine kadar da “psikolojik bir rahatsızlık” olarak görülen normalleştirilmiş erkek ve kadın kimliklerinin dışında kalan herkes şu an hala dünyanın bazı bölgelerinde marjinalleştiriliyor. Fakat 1969 ayaklanmasından sonra aslında psikolojik bir rahatsızlık olarak görülen her şeyin politik mücadele ve örgütlenme ile çözülebileceği kanıtlanmış olmakla birlikte, toplumun tüm ötekileştirilen azınlık gruplarını da kapsayan bir politik duruş yaratılmıştır. Hem ataerkil baskıyı paylaşan, hem de üremeye dayalı erotik dikotomiyi reddeden tüm grupların örgütlenmesine olanak sağlayan bu alanda, doğru-yanlış beden sorgulanmış ve bizleri engelli kılan toplumun bedenlerimizin ötesinde söylemler olduğunun farkındalığı sürecinin temelleri atılmıştır. 2002’de hayatını kaybeden Stonewall’daki ayaklanmanın lideri Sylvia Rivera’yı da anmadan geçmemeliyiz, ayaklanmanın hemen ardından Gay Liberation Front ve Gay Activist Alliance gibi gey haklarını savunan örgütlerinin kurucu üyeleri arasında yer almış ve dünyanın daha özgür bir yer olması için ciddi katkılar sunmuştur.

Silvia Rivera

Stonewall ayaklanmasından bir yıl sonra ilk kez 27 Haziran 1970’de New York’ta gerçekleştirilen yürüyüşü, 28 Haziran 1970’de Los Angeles ve San Francisco takip etmiş, Onur Yürüyüşü 1972’de Londra ve Toronto’nun da katılmasıyla yavaş yavaş tüm dünyaya yayılmaya başlayan güçlü bir sese dönüşmüştür.

Peki neden gökkuşağı bayrağı? İlk kez 1978’de Gilbert Baker tarafından yaratılan bayrak, barındırdığı renklerin renk terapisindeki anlamları düşünülerek bir araya getirilmiş. Öyle ki bayrak ilk başta sekiz renkli olarak tasarlanmış olsa da daha sonra sembolün LGBTQ+ gruplar arasında benimsenmesi ile birlikte seri üretim ihtiyacı duyulmuş ve standart üreticilerin paletlerinde bulunmayan iki renk çıkarılmak durumunda kalınmıştır. Pembenin seksi, kırmızının hayatı, turuncunun iyileşmeyi, sarının günışığını, yeşilin doğayı, turkuazın büyüyü, mavinin sükuneti, morun ruhu temsil ettiği toplam sekiz renkten, bugünkü gökkuşağı bayrağının sembolik renklerini oluşturan altı renk kalmış, pembe ve turkuaz da belki ilerleyen zamanlarda paletlere eklenir. Ki bayrağın kendisinin de politik bir duruşu var, İkinci Dünya Savaşı sırasında gey kimliğini açıkça yaşayan veya “gey olduğu düşünülen” insanları damgalamak için kullanılan pembe üçgene bir tepki olarak yaratılmış. Çünkü gökkuşağı bayrağı kendi içerisinde çeşitliliği, güzelliği ve doğayı barındırıyor.

(Berlin’de Tiergarten’da bulunan İkinci Dünya Savaşı sırasında öldürülen homoseksüeller anısına adanmış anıttan bir görüntü)

2018 yılında, Stonewall ayaklanmasından 49 yıl sonra dünya Pride’ı nasıl kutluyor? Hala devam etmekte olan kutlamalara Haziran ayı başında başlandı ve  birçok şehir rengarenk görüntülere ev sahipliği yaparken, dünya giderek güçlenmekte olan bir birlikteliğe şahitlik etmekte.

Varşova – Polonya

Varşova, Pride’ı 2001 yılından beri, yani 18 yıldır kutluyor. 2018 yılında ise kutlamayı hazırlayan komitenin raporuna göre 45.000 kişi katılım göstermiş.

Kutlamalar, içlerinde Brezilya, Montenegra, Avustralya, Bosna Hersek gibi ülkelerin de bulunduğu birçok ülkenin imzaladığı Polonya’daki İrlanda elçisinin okuduğu açık mektup ile başladı. Açık mektupta Polonya’daki ve dünyadaki LGBTQ+ komitelerine desteklerini ileten diplomatların sözlerine yer verilmişti. Bunun yanı sıra da kimi organizasyonlar, siyasi partiler ve iş dünyasından kuruluşlar da desteklerini gösterdiler.

Polonya hükümetinin evlilik eşitliğini sürekli reddedişi ve LGBTQ+ bireyler için yasal güvencelerin henüz sağlanmamış olması, ayrımcılığın ve özellikle ksenofobinin (yabancı düşmanlığı) artışta olması sebebiyle, LGBTQ+ hakları göz önünde bulundurulduğunda, Polonya Avrupa skalasında en son sıralarda yer almakta. Fakat bu durum ülkenin en “marjinal” vatandaşlarını yıldırmamış olsa gerek ki geçtiğimiz hafta sonu düzenlenen Pride sırasında Varşova’nın göbeğindeki gökkuşağı tüm dünyanın dikkatini üzerine toplamayı başardı. Su ve ışıktan yapılmış olan gökkuşağı, kullanılan malzemeler göz önünde bulundurulduğunda “zarar verilemez ve yıkılamaz” olması sebebiyle oldukça sembolik. Varşova’daki LGBTQ+ komitesinin gücünü temsil eden bu gökkuşağı da aslında 2012 yılında yine Varşova’nın merkezindeki meydanlardan bir tanesinde bulunan ve çiçeklerden yapılmış ve 2013’te politikacıların “mide bulandırıcı bir şey” olarak tanımladığı “Katoliklere hakaret eden bir provakasyon aracı” olarak görülen diğer bir sembolik gökkuşağına gönderme niteliğinde. Komite de, 2018’de bu yorumlara olan cevaplarını gücünü doğadan alan ve yıkılması mümkün olmayan gökkuşağı ile gösterdi.

Varşova’nın ana meydanlarından birinde bulunan ışık ve sudan yapılmış sembolik gökkuşağı

Roma – İtalya

Bu sene Roma’daki kutlamalara 500.000 üstünde kişi katılım gösterdi ve bir akşam üzeri İtalya’nın tarihi başkentinde gerçekleşen kutlamada 2018’in teması “Gökkuşağı Ekibi – Özgürleşme Sürüyor” idi. Roma Pride, yeni kurulan İtalya hükümetini evlilik eşitliğini tanımaya, trangender bireylere karşı şiddetin sonlandırılmasına ve faşizme karşı bir tepki oluşturmaya çağırdı.

Roma Pride’dan bir sanatçı

İtalya’nın gey ilişkileri yasallaştırmasının tarihi 1887’lere kadar uzansa da ve 2003’ten beri lezbiyen, gey ve biseksüeller için işyerlerinde koruma sunulsa da, İtalya bünyesinde birçok muhafazakar hükümet üyesi bulunduran oldukça Katolik bir ülke. Yakın zamanda İtalya Aile Bakanlığı’ndaki görevine başlayan Lorenzo Fontana’nın söylediğine göre Katolik İtalya’da hiç gey aile yokmuş. Gayet tabii buna tepkiler gecikmedi ve İtalya vatandaşı LGBTQ+ Instagram kullanıcıları #WeExist (Varız) hashtag’i ile ailelerinin fotoğraflarını paylaştılar.

Roma Pride 2018

2017’de Rainbow Europe’un değerlendirmesine göre, LGBTQ+ hakları göz önünde bulundurulduğunda, İtalya 49 Avrupa ülkesi içerisinde 32’nci olmuş. Bunun en temel sebepleri arasında, İtalya’nın ayrımcılık karşıtı söylemi ülke içinde yaygınlaştıramamasının yanı sıra LGBTQ+ bireyler için herhangi bir yasal koruma sunmaması ve evlilik eşitliğini reddetmesi bulunmakta. Ayrıca nefret söylemi ve nefret suçları için herhangi bir yasaya da sahip değil. Tüm bunlara ek olarak Roma’nın Pride komitesi, İtalya’nın 4 Mart’ta gerçekleşen genel seçimlerin ardından cumhuriyet tarihlerinin nefret, şiddet ve toleranssızlığın en çok yükselişte olduğu bir ülkeye dönüşme yolunda olduğunu kaydetti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında faşizmin kesinkes reddine rağmen, uzun yıllardır ilk kez bu kadar kötü seçim kampanyalarının gerçekleştirildiğini vurgulayan komite, ülkedeki zaten gergin olan iplerin bu vesile ile daha da gerildiğini ve bu yüzden de ırkçı, milliyetçi ve faşist söylemlerin gitgide daha da kuvvetlendiğini ekledi. Ülkedeki atmosferi göz önünde bulundurarak Roma’nın Pride komitesi tamamen bu yıla özel politik bir manifesto yayınladı. Yayınlanan manifesto içerisindeki başlıklara kısaca değinmek gerekirse, özellikle şu konularda farkındalık yaratarak çağrıda bulunuluyor: Toplumsal cinsiyet akışkanlığının, uyuşmazlığının ve kesişimsellik kökenli baskıların tanınması, üreme haklarının yeniden ele alınarak onarılması, interseks çocuklar üzerinde sorgusuz sualsiz gerçekleştirilen “normalleştirme” ameliyatlarına son verilmesi, trans* bireylerin sağlık güvencesine erişiminin sağlanması, daha fazla cinsel sağlık eğitiminin verilmesi, gey çiftlerin evlilik ve çocuk sahibi olma hakları.

Tüm bunlara ek olarak, gerçekleştirilen afterparty’de birçok ünlü DJ sahne aldı ve İtalya’nın en ünlü drag kraliçesi Karma B muhteşem bir performans sergiledi.

Karma B, Roma Pride’da

Seydisfjördur – İzlanda

Seyðisfjörður, İzlanda’nın tablo gibi kasabalarından yalnızca birisi ve 700 kişilik nüfusuyla dikkat çekiyor. Fakat kasaba geçtiğimiz haftalarda herkesin içini ısıtan bir görüntüye ev sahipliği yaptı.

Kasabanın merkezindeki ana sokaklardan birinin sokak taşları gökkuşağı renklerine boyanarak rengarenk bir patika oluşturuldu. Yapımında kasaba sakinleri ve yerel işyeri sahipleri hep beraber çalıştılar.

1999’dan beri her yıl olduğu gibi bu yıl da İzlanda’nın başkenti olan Reykjavík’te 12 Ağustos’ta gerçekleştirilecek olan ve yaklaşık 100.000 kişinin katılımı beklenen Onur Yürüyüşü, İzlanda’nın en büyük etkinliklerinden bir tanesi. Tam da bu sebepten dolayı yerel LGBTQ+ komitesi tarafından “dünyadaki en büyük küçük” Onur Yürüyüşü olarak isimlendiriliyor.

Reykjavík’te aynı zamanda Pride’a özgü bir gelenek de var, her sene kentin tarihi simgeleri gökkuşağı renklerine boyanıyor. Fakat yine de Reykjavík’ten 255 km uzaklıkta bulunan küçük kasaba Seydisfjördur’da herkesin birleşip el ele vererek yarattığı bu ince düşüncenin yanından geçemez.

2017 Reykjavík Pride’da boyanan şehrin tarihi simgelerinden birisi

Seydisfjördur’un kendine ait ilk Onur Yürüyüşü 2014’te gerçekleştirilmiş, kasaba sakinlerinden biri olan Snorri Emilsson başkentte gerçekleştirilen yürüyüşe katılamayınca kendi resmi olmayan yürüyüşünü, kendi kasabasında arkadaş çevresinden altı kişinin daha ona eşlik etmesi ile gerçekleştirme kararı almış ve etkinlikten sonra da Facebook sayfasında kutlamalarının fotoğraflarını yine kendi arkadaş çevresi ile paylaşmış. Fotoğrafları gören arkadaşlarının ilk tepkisi ise kutlamalar sırasında neden onlara da haber verilmediği yönünde olmuş. Bu sevimli olaydan sonraki senede de, Emilsson bu kez kasabadaki herkese açık bir etkinlik gerçekleştirileceğini duyurmuş ve Seydisfjördur’daki kuir yürüyüş böylece doğmuş. Bu yıl başkentteki yürüyüşle aynı tarihte, 12 Ağustos’ta, gerçekleştirilecek olan yürüyüşe yüzlerce kişinin katılması bekleniyor. Yürüyüş de tabii ki kasabanın merkezine yapılan gökkuşağı patikasında gerçekleştirilecek.

Antartika

Antartika bu sene ilk kez Onur Yürüyüşüne ev sahipliği yapacak. Güney kutuplarından yaklaşık 850 km uzaklıkta bulunan, Birleşik Devletler’e ait McMurdo Araştırma İstasyonu’nda görev yapan 10 LGBTQ+ birey çalıştıkları istasyonun hemen dışında fotoğraflar çekerek kutlamalar için ilk adımları attı.

2018 Antartika Pride kutlamaları

Onur ayı olan Haziran’da kendi Onur Haftalarını kendi yaşam alanlarında da anmak isteyen Shawn Waldron ve Evan Townsend kendi etkinliklerini düzenleme fikrini ortaya atar atmaz, hazırlıklara hemen Nisan ayında başlamak zorunda kaldılar. Çünkü doğal döngü sebebiyle yakında Antartika tamamen karanlığa bürünecekti.

Fikrin yaratıcılarından biri olan Waldron, dünyanın geri kalanına kuir temsillerin dünyanın sonunda bile var olduğunu göstermenin çok önemli olduğunu düşünerek gökkuşağı bayrağı ile fotoğraflarını çekmeye başlamış.

Kış sezonunda McMurdo’da yalnızca 133 kişi, yaz sezonunda ise 900 kişi çalışmalarını sürdürmekte. Az sayıdaki popülasyonuna rağmen, burası aslında çok güçlü bir LGBTQ+ topluluğuna sahip. Zamanlarının çoğunu çalışarak geçirseler de, topluluk aynı zamanda birçok etkinliğe de zaman ayırabiliyor. İstasyonda insanların katılım sağladığı az sayıda LGBTQ+ etkinlikleri olduğunu söyleyen Townsend, bu durumun sebepleri arasında zaten istasyonda çalışan çok az kişi olması ve popülasyonun azlığından dolayı da kimin aralarında olmak isteyip istemediğini anlamanın kolay olması olarak görüyor. Kuir bireyleri bu kadar uzak bir noktadan temsil edebilmenin oldukça önemli olduğunu vurgulayan Townsend, bu temsilin eğer ki ona çocukken sunulmuş olsaydı hayatındaki birçok noktada ona yardımcı olabileceğini kaydediyor. Çocukken örnek alabileceği ve ona yola gösterebilecek kimsenin hayatında olmaması sebebiyle, seyahat etme düşüncesinin bile onun için çok bir uzak kavram olduğunu belirtiyor. Seyahat eden ve kuirlikleri ile gurur duyan kuir insanların seyahatleri boyunca kazanacakları deneyimlerin önüne geçebilecek kimsenin olmadığını kendi hayatıyla kanıtlayan Townsend, çektiği fotoğraflarla bugün birçok kuir çocuğa kuirlikleri ile gurur duymaları için örnek olarak güç veriyor.

Antartika’nın hiçbir ülkeye ait değil ve uluslararası bir bölge olarak kabul ediliyor. Hiçbir otoritenin Antartika üzerinde söz söyleme hakkı da bulunmuyor. Dolayısıyla da ilk LGBTQ+ dostu kıta olduğu söylenirse de karşı çıkabilecek kimse yok. Sınırsızlık ne güzel.

York – Birleşik Krallık

York’ta da bu sene birlikteliğin simgelendiği oldukça renkli görüntüler, dünyada Onur Haftasının yasaklandığı ve polis kuvvetinin her geçen gün vatandaşları üzerinde daha büyük bir baskı oluşturduğu şehirlerde LGBTQ+ sakinlerinin yüreklerine merhem oluyor.

York Pride’ın canlılığını yansıtan bir video:

https://www.facebook.com/adamwatsonmedia/videos/vb.575733102811424/586902005027867/?type=2&theater

Son olarak, José Esteban Muñoz’un Ütopyayı Çark Etmek kitabına küçük bir gönderme yapacak olursak da kuir hep gelecektedir ve başarılabilmiş değildir; dolayısıyla özgürleşmeden sadece dünyanın bazı bölgelerinde bahsedilebildiği bir zamanda yaşarken ve kazanılan birçok hakkın da neoliberalizmin malzemesi olarak yine söylem içerisinde eritilmeye çalışıldığı şu günlerde katedilecek yollarda hep birlikte her an daha da güçlü durmak oldukça önemli.

Kaynak: 1 2 3 4 5 6 7

Etiketler