Faili değil, kurbanı yaşatmak için: Yaralarımızı iletişimle sarmak

29 Haziran 2016
10 Ekim bombalı saldırısının ardından “yas iletişimi” üzerine biraz çalışmıştım. O vakitler iletişim literatüründe böyle bir kategori başlığı oluşmamıştı. Hâlâ da yok. İnsanlık tarihi bize iletişimin yas tutmanın en önemli araçlarından biri olduğunu söylüyor. İnsanın varlığını (türünü) sürdürme içgüdüsü, sadece hayatta kalmayı değil, türdaşlarını unutmamayı da içeriyor. Dünyadan gidenlerin ardından, onları diğer insanlara anlatma ve […]

10 Ekim bombalı saldırısının ardından “yas iletişimi” üzerine biraz çalışmıştım. O vakitler iletişim literatüründe böyle bir kategori başlığı oluşmamıştı. Hâlâ da yok.

İnsanlık tarihi bize iletişimin yas tutmanın en önemli araçlarından biri olduğunu söylüyor. İnsanın varlığını (türünü) sürdürme içgüdüsü, sadece hayatta kalmayı değil, türdaşlarını unutmamayı da içeriyor. Dünyadan gidenlerin ardından, onları diğer insanlara anlatma ve hatta tarihe kaydetme refleksi olarak yani iletişim biçiminde tezahür ediyor.

Yakınlarını kaybeden insanlar onların ardından ağıtlar yakıyor, şiirler okuyor, hikâyelerini anlatıyorlar. Mezar ziyaretleri, ölüm ve hatta doğum yıldönümleri, kaybın hayatımızdaki izlerinin daha uzun süre kalmasını sağlamak için yapılan şeyler. Bir açıdan bakarsan dua etmek bile kayıplarımızın ardından onunla iletişimi sürdürmek için yapılan bir eylem sayılabilir.

Bir bombalı saldırının ardından doyurucu bir yazı yazacak çok sayıda yazar var. Ancak bu tür meselelere iletişim açısından yaklaşmanın pek yapılmayan bir şey olduğunu düşünüyorum.  Bu yüzden, okurun anlayışına sığınarak, bu yazıda özellikle güncel politik değerlendirmeye girmeden, meselenin sadece iletişim boyutuna odaklanmayı tercih ediyorum.

Kitle İletişim Araçları Yas Tutma Zemini Olabilir mi?

Büyük toplumsal kayıplarda, yası iletmenin bir yolu olarak kitle iletişim araçları ve bunlara yön veren iletişim içerikleri devreye girer. Sadece kitle katliamları değil, savaşlar, deprem, sel gibi çeşitli doğal felaketler, Soma, Ermenek gibi büyük iş kazaları ve benzeri olaylar sonrası ortaya çıkan toplumsal travmalar da bu kitle iletişimine konu olur.

Kitlesel toplumsal kayıplarda kollektif enerjimizi doğru kullanmak ve bunu iletişim yoluyla çoğaltabilmek özel bir önem kazanır.

Katliamların ardından sıklıkla söylenen şeylerden biri “felaket kurbanlarının bir sayı ya da istatistik verisi değil, hayatta varlıkları olan, iz bırakan, sahici insanlar oldukları”dır.

İşte tam da bu yüzden kurbanların hikâyelerini yazmak, anlatmak, onlar hakkında film, belgesel gibi görsel, biyografi gibi yazılı, müzik eserleri, besteler gibi işitsel ürünler ortaya çıkarmak önemlidir.

Pek çok gazetenin yaptığı fotoğraf seti yayımlamak buna iyi bir örnek. Ama bununla yetinmeyip bir kaç cümlede de olsa bu insanların hikâyelerini de bu görsellere eklemek gerekir. Yok olup gidenler bir isim, yaş ve şehirden ibaret değiller. Onlar birinin evladı, birinin ana babası, birinin iş arkadaşı. Dün bizimle yaşayan ve bir değer ifade eden insanlar. Bu değerlerini hatırlamak, hatırlatmak ve görünür hale getirmek yas iletişiminin başlangıç noktası olmalı.

Kurbanların bir büyük felaketle aramızdan alındığını uzun süre gündemde tutmak, onları sürekli olarak hatırlamamızı sağlayacak iletişim faaliyetleri ve işler yapmakla mümkün olabilir.

Kurbanların Hikâyelerini Kaydetmek

Yas iletişiminin işlevlerinden en önemlisi, anıları biriktirmek ve kurbanları unutturmamaktır.

10 Ekim katliamında, ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü öğrencileri, kaybettiklerimiz anısına kampüse güvercin figürleri asarak, bir ipe dizili onlarca güvercin figürünün üzerinde yazan kurban isimlerinden oluşan bir enstalasyon yapmıştı. Benzeri pek çok iş yapılacaktır. Ama bu işleri kitle iletişim araçlarıyla duyurmak, etkisini sadece yapıldığı yerde bırakmamak gerekir.

Anı köşeleri oluşturarak kurbanların hikâyelerini buralarda temsil etmek önemlidir. İnsanlar her bir kurbanın temsilini üstlenerek “benim yaşımdaydı”, “meslektaşım(ız)dı” başlığıyla anlatabilir. “Bir evlattı / babaydı / anneydi / dedeydi / nineydi”, “bir kadındı”, “bir işçiydi” gibi başlıklarla kurbanlar hakkında yazılı ya da sözlü kısa bilgiler verebilir. Süreklilik açısından bu bilgilerin zamanla çoğaltılıp derinleşmesi ve belli periyotlarla güncellenmesi de önemlidir.

Yaratıcı eylemler ve etkinlikler yapmak da bu iletişimin bir parçası olabilir. Mesela kurbanları toplu taşıma araçlarında, sokakta, sinemada, lokantada “katledilmeseydi, şu anda burada oturuyor olabilirdi” gibi gerçek olması muhtemel durumlarda temsil etmek türünde yaratıcı etkinlikler yapılabilir.

Bazen bir not pusulası, bazen yüksekçe bir yere çıkarak konuşma bu işlevi yerine getirmeye yeter. Küçük çıkartmalar, el ilanları, 6 saniyelik vine filmleri vb. hepsi bu tür iletişimlerin araçları olabilir.

Toplumsallaşmış Yas Sağlıklıdır

Bu yazının konusu gereği, toplumsal manada yaygınlaşmış, bu yüzden de kitle iletişimi yoluyla yayılan bir yastan söz ediyoruz.

Bu konuda herkes bir şeyler yapabilir. Müzisyenler, yazarlar, ressamlar, karikatürcüler, bakkallar, manavlar ya da doktorlar. Herkes ama herkes bir şeyler yapabilir. Önemli olan bir ortak enerji ortaya çıkartmak için organize olmaktır.

Popüler kültür ve araçlarının kullanılmasından kaçmamak, yasın her toplumsal katman tarafından görünmesini sağlar. Senaryo yazarları ellerine aldıkları her senaryoya bir kurbanın hikâyesini, onu beceremezlerse sadece adını girebilirler mesela. Televizyonlar her sabah bir kurbanın hikâyesiyle açılabilir. Gazeteler her biri hakkında bir gün olmak üzere onlarca, yüzlerce gün, küçük de olsa bir köşelerini ayırabilir.

Siyasi partiler, meslek örgütleri, STK’lar bu türden çabalara içerik desteği verebilir ve çoğaltabilir.

Sözcülük Üstlenmek

Hemzemin radyo programlarından birinde yas iletişiminde bir yöntem olarak “sözcülük üstlenmek” diye bir kavram ortaya atmıştım. Kurbanlardan birinin temsilini kişisel olarak üstlenmek… Bir nevi “Hepimiz Ermeniyiz!” sloganındaki tavrın bireyselleşmiş hâli.

Belki sosyal medya profilinde ismine onun da ismini eklemek, belki bir yaka rozetine temsilini üstlendiğimiz kurbanın ismini yazarak taşımak etkili işler olabilir ve hem olayı, hem kurbanları topluma anlatmak için yeni iletişim kanalları açabilir.

Böyle durumlarda kurbanları anma ya da anısını yaşatma amaçlı resim, heykel, karikatür, şarkı gibi ürünler ortaya çıkartmak yaygın bir davranış. Ama çoğu zaman felaketin sonuçları çok  büyük olabiliyor.

Soma’da 301 madenci, 11 Eylül’de 3000’e yakın (2996), yakın dönemdeki hac felaketinde gayrı resmi rakamlara göre 1400’e yakın hacı öldü. Adapazarı, Düzce ve yakın zamandaki Van depremleri de bu kitlesel kayıpların olduğu toplumsal felaketler. Madımak’ta 37, Ankara katliamında 109, dünkü havalimanı saldırısında şu ana kadar 41 insan öldü. Hepsinin ortak noktası onlarla, yüzlerle ifade edilen sayıda insanı yitirmiş olmamız. Böyle durumlarda tüm kurbanları anlatabilmek için “sözcülük üstlenmek” iyi bir yol olabilir.

Faili Değil Kurbanı Yaşatmak

Zaman içinde yaygınlaşarak ve/veya bir mücadele sonucu toplumsallaşmış, bu yüzden de kitle iletişimi yoluyla yayılan bir yastan söz ediyoruz. Böyle durumlarda kurbanlar kadar failler de konuşulur ve bu acının öfkeyle karışmasına neden olur.

Ne olursa olsun hakikatler yüzleşmek, felaketin üzerindeki bilinmezlik perdesini kaldırmak önemlidir. Ama son noktada bizim için kurbanlar önemli. Sonuçta faillere ya da fail olan doğa olayına vb. öfkemizin nedeni insanlarımızı aramızdan almış olmaları.

Bu yüzden failleri ya da nedenleri unutmamak, ama özellikle ilk günlerdeki infialin ardından faile değil, kurbanlara odaklanmak önemli. Yas iletişimi sürecinde zamanla failin ağırlığının azalıp kurbanın bilgisinin daha fazla duyulması ve gündeme gelmesi sağlıklı bir sonuçtur.

İletişimle Bir Vicdan Kalkanı Oluşturmak

Kitle iletişimiyle yayılan her insan hikâyesi, her bilgi ve duygu, her bir kurbanın bir değerler manzumesi olduğunun kanıtıdır. Bu kanıtlar üst üste yığılıp biriktikçe kaybın değeri ve hayattan alıp götürdükleri daha kolay hayal edilebilir hale gelir.

Gerek bireysel, gerek kitle iletişimiyle ulaşılan her bir insan giderek kurbanlarla daha fazla özdeşlik kurabilir hale gelir. Bu özdeşlik, kendimiz kadar önemli ve değerli birini kaybettiğimizi fark etmeyi sağlar. Böylece bir başka saldırının zihinsel meşruiyet zemini azalır. Bir başka deyişle, kayıplarımızın birer insan olarak hikâyeleri, onlara maruz kalanların zihninde ve elbette toplumsal hafızada bir vicdan kalkanı oluşturur.