Oyun Savunucuları Çocukların Oyun Hakkı İçin Bir Araya Geldi

30 Mayıs 2019
Bomonti Tarihi Bira Fabrikası içerisinde Atölye adlı mekanda gerçekleşen panelde oyun savunucuları erken çocukluk eğitimcisi Prof. Dr. Belma Tuğrul ve İngilizce Öğretmeni Berna Arslan ve Toyi oyuncağının tasarımcısı Elif Atmaca kendi deneyimlerinden yola çıkarak çocukların oyun oynama hakkı üzerine bilgilerini ve önerilerini paylaştı. Dinleyiciler arasında bulunan Çocuk Mekan ve Sokak Bizim Derneği ile de çocukların oyun hakkı üzerine görüşlerini ve projelerini konuştuk.

28 Mayıs Dünya Oyun Günü nedeniyle oyun savunucularının bir araya geldiği bir panel düzenlendi. Toyi İletişim ve Savunuculuk Yöneticisi Gizem Kendik Önduygu moderatörlüğünde gerçekleşen panelde katılımılar özellikle eğitimde oyunun önemine vurgu yaptılar. Çocukların oyun hakkı üzerine farkındalık yaratmayı amaçlayan panel, Oyun Savunucuları kavramını yaygınlaştırmaya çalışarak ebeveynden öğretmenlere herkese düşen sorumluluklarla ilgili bir bilinç yaratmayı hedefliyor.

30 yılı aşkın bir süre okul öncesi eğitimi veren Prof. Belma Tuğrul, geçmişle günümüzün şartlarını karşılaştırdı. Bugünün koşullarını her ne kadar avantajlı bulsa da eğitimde oyuna verilen önemin yine de istenen seviyede olmadığının altını çizerek, “Eskiden oyun dersi yoktu. Oyunla ilgili yapılan tezle bu kadar ağırlıklı değildi. Oyun konusunda edilen söylemler bu kadar kabul görmüyordu. Bu anlamda ben oyun konusundaki bilinçlenmenin ciddi bir ivme kazandığını sevinerek söyleyebilirim. Ama okullarda şöyle bir gelişme oldu; çocukların oyuna duydukları ilgi hiçbir zaman bitmez. Çağlar öncesinde de çocuklar oyun oynuyordu. Okullarda süre azdı. Bizim ülkemiz OED ülkeleri arasında en uzun okul sürelerinin olduğu ülkeleri arasında üçünü sırada. Teneffüs sürelerimiz çok kısa. Okul süreleri arttı ama okul süreleri içerisinde oyuna ayrılan süre artmadı. Çocukların oyun temelli bir şey öğrenme konusunda öğretmenler yüzde 70’in üzerinde çocuklar oyunda çok daha iyi öğreniyorlar diyorlar ama ekliyorlar: yetiştirmemiz gereken bir müfredat var.” diye konuştu.

“10 Çocuktan 6’sı Bir Saatten Daha Az Dışarı Çıkıyor”

Tuğrul’un önem verdiği bir diğer konu ise ebeveyn-çocuk ilişkisi. Bu ilişkinin çocuk lehine çok da verimli kurulamadığına dikkat çeken  Tuğrul, “Yapılan başka bir araştırmada yüzde 76 oranında anneler babalar çocuklar oyuna daha kolay dikkatlerini toplayabilirler ama çocuklarla dışarı çıkabilmek için zamanımız yok. İki aileden biri çocuklarıyla dışarı çıkmak için zaman ayıramıyor. 10 çocuktan 6’sı bir saatten daha az dışarı çıkıyor. Yedi çocuktan birisi hiç dışarıya çıkmıyor. Çocuklar teknolojinin gelişimi sayesinde evde oyun oynayabildikleri için anne babalara bu yeterli gibi geliyor. Daha bugün çocuk bir yaşında değil kesinlikle anne babası eline telefonu i-pad’i veriyor. Çocukların hakları ruh sağlığı beden sağlığı açısından teknoloji tam bir susturucu görevi görüyor. Sonra büyüyüp yetişkin olduklarında sinirli, agresif bireylere dönüşüyorlar. Çocukların harekete, beyinlerini ruhlarını rahatlatmaya olan ihtiyaçlarını oyunla rahatlatmadıkları müddetçe tahammül seviyesi düşük yetişkinlere dönüşeceklerdir.” dedi.

“Kimi Aileler Çocuklara Entelektüel İstismar Uyguluyor”

Tuğrul ebeveynlerde gözlemlediği bir diğer problemin çocukların üzerine çok fazla yük bindirilmesiyle ilgili olduğunu söylüyor. Tuğrul’a göre kimi aileler çocuklarına entelektüel istismar uyguluyor: “Müzik, spor, birkaç dil kursu… Çocuğun üstüne bir anda birçok şey yüklüyorlar. Çocuğun tek bir an bile boş vakti olmuyor. Hurry and Worry diye bir kitap var, çocuklar hızlı ve yorgun.” Köyde yetişen çocukların böyle sorunları olmadığı için doğayı tanıyarak büyüdüğünü ve böylece becerilerinin daha çok geliştiğini belirterek, “Ama tabi onun da başka problemleri, başka ihtiyaçları var. O belki ihmale uğruyor, şehirli ebeveynlerin çocukları ise entelektüel istismara uğruyor. Mükemmeliyetçi anne babaların çocukların ilk beş yılına ziplenmiş gibi her şeyi sıkıştırmak istemelerini, çocukların tüm yaşamına etki edecek bir problem olarak görüyorum. Yaşam ilk 6 yıl yapılanıyor. Özellikle ilk 3 yıl, o üç yılın da ilk bir yılı çok önemli. Toplumumuzda en görmezden gelinen yıllar maalesef. Bazı ebeveynler çocukların sıkılmasından, boş zamanının olmasından öyle rahatsız oluyor ki. Ağır okul dersleriyle, sınavlarla, sonrasında çeşitli kurslarla çocuklara hayal kurabilecekleri, nefes alıp oyun oynayabilecekleri bir an bırakmıyorlar. Ve ne yazık ki bunu iyi çocuk yetiştirmek sanıyorlar. Çocuğun kendi kendini keşfetmesi için yapılandırılmamış fırsatlara ihtiyacı var. Hayal gücü için alanlara zamanlara ihtiyacı var çocukların.” şeklinde konuştu.

“Teneffüs Gelsin Diye Saatine Bakan Çocuk Görünce Üzülüyorum”

13 yıldır İngilizce Öğretmenliği yapan Berna Arslan da çocukların hayatlarının inanılmaz dolu ve planlı olduğunu düşündüğünü söylüyor. Arslan’a göre çocuklar için bir şey yaparken çocukların fikrini almayı unutuyoruz. Arslan her şeyin çocukla iletişim kurmaktan ve aktif katılımını sağlamaktan geçtiğini söylüyor. Ama özellikle aileler kısmında tablo pek de iç açıcı değil.  Anlattığı örnek bir kara mizah örneği: “Verdiğim ödevlerden biri “Kendinize 20 dakika boş zaman yaratın ve hayal kurun”du. Velilerden çok yoğun şikayetler aldık. ‘Benim çocuğumun hayal kuracak 20 dakikası yok, boş boş oturacak mı 20 dakika…’ ve benzeri şeyler söylediler. Çocuklar da aynı şekilde aslında, ‘Arabada giderken yapabilir miyim? Zamanım yok’ dediler. Arslan, kesinlikle çocukları suçlamadığını söylüyor: “Çocukların gerçekten zamanları yok. Sabah 8:30’ta okul başlıyor, sabah 6’da antrenmana giden çocuklar var. Okuldan sonra da piyano dersine gidiyorlar. Çocuklarla birebir konuştuğunuzda çok yorgun ve bezmiş olduklarını görüyorsunuz. Derslerimi oyun odaklı geçirmeye çalışıyorum. Onlarla oyun oynayarak İngilizce öğretiyorum. Hatta aramızda bir oyun timi bile kurduk, yeni oyunlar geliştiriyoruz, derslerimizi bu oyunlarla yapıyoruz. Yine de çocukların oyun isteğini, hayal güçlerini yok etmede öğretmen olarak bizlerin de hataları var. Derslerde teneffüs gelsin diye saatine bakan çocuk görünce çok üzülüyorum.”

“Ne yazık ki Oyuncaklar Ticari Kaygılarla Geliştiriliyor”

Elif Atmaca bir asker çocuğu olarak çocukluğunu farklı şehirlerde ve farklı koşullarda geçirmiş. Doğu’da görece olarak imkanları kısıtlı şehirlerde de okumuş, deprem zamanı Kocaeli’nde oldukları için deprem çadırlarında da bulunmuş. Her nerede olursa olsun ailesinin ona sınırsız bir alan açtığını, hayal gücünü özgür bıraktıklarını söylüyor. Bu sayede büyüdükçe kaybolan sınırlanan hayal gücünü korumayı başarmış ve tasarladığı Toyi adlı oyuncakla da bunu çocuklarla paylaşmak istiyor. Ailesinin ona sunduğu anlayış ve özgürlük sayesinde her koşulda çocukluğunu doyasıya yaşayabilen Atmaca çocukların çocukluğunu yaşamada yetişkin müdahalesinin çok önemli olduğunu söylüyor. Atmaca’ya göre bir diğer önemli mesele ise oyuncak sektörünün ticari bakış açısına teslim olmuş olması: “Çocukların oyun oynamaya vakit buldukları çok kısa zamanlarda, artık ne yazık ki çocukluğu ticarileştirdiğimiz için, onların önüne sunulan oyunlar da ticari kaygılarla geliştiriliyor. Lisanslı oyuncaklar, çocukları sürekli tüketime yönlendiren ve doyumsuzluğu sürekli besleyen işlevsiz ürünler sunuluyor. Benim tasarımı olduğum için belki de, en hassas olduğum nokta bu. Onların gerçek ihtiyaçlarını doğru anlayıp, oyun oynama vakitlerini olabildiğine gönüllerine göre seçebilecekleri kendi oyun dünyalarını yaratabilecekleri araçlar sunmamız gerekiyor. Ticarileştirme başka farklı sorunları da getiriyor. Örneğin oyuncak dükkanlarında kızlar için belli kalıplaşmış oyuncakların olması, bazı oyuncakların ise sade ce erkek oyuncaklarıymış gibi laşe edilmesi, erken yaşta çocukların cinsiyet kalıplarını sağlıksız biçimde oluşturmasına yol açıyor.”

“İçerideki Her Şeyi Dışarı Çıkarabilirsiniz Ama Doğayı İçeri Sokamazsınız”

Yine Belma Öğretmen’e göre, çocuklar aslında teknolojik oyuncaklarla evde vakit geçirmektense en çok doğada ve sokakta vakit geçirmeyi seviyor: “Altı yaş ve altı çocuklarla bir araştırma yapıp en çok nerede oynamak istediklerini sorduk. İstisnasız hepsi sokakta oynamak istediklerini söyledi, hiçbiri teknolojik aletleri saymadı. Bu çok önemli bir veri bana kalırsa. Daha ileri yaşlardaki çocukların da aynı cevabı vereceğine inanıyorum. Çocuklar doğada oynama hazzını alamadığı için eve kapanıyor. Çocukların toprakla suyla çamurla oynamaya ihtiyacı var, çok da seviyorlar zaten. Good play/bad play adında bir araştırma yaptık. Çocuklar neye iyi oyun dese, ebeveynler ona kötü oyun diyorlar. Çamur, hoplama zıplama istemiyorlar. Düşermiş, yaralanırmış, üstü kirlenirmiş… Çocuğun algısıyla yetişkin algısı birbirinden çok farklı. Çocukların dışarıda, sokakta olma kültürünü de mümkün olduğuna arttırmak gerek. Dışarıda keşfedilecek şeyler sonsuz. İçerideki her şeyi dışarı çıkarabilirsiniz ama doğayı içeri sokamazsınız. “

“İstanbul Sokak Oyunları İçin Çok Konforsuz”

Çocuk Mekan’dan Başak İncekara, oyun hakkının kent ölçeğinde planlanması, alanlar bulmasıyla ilgileniyor, bu konuda tüm Türkiye genelinde atölyeler yapıyor ve projeler üretiyor. Şehir plancısı olan İncekara, kurduğu Çocuk Mekan adlı sosyal platformla çocukların sokakta oyun oynama hakkı, hayal güçlerini ulaşım yolunda dair kente katabilmeleri üzerine yaptığı çalışmaları anlattı: “Çocuklarla yaptığım atölyelerde sokak oyunlarını topluyorum, eskiden oynanan artık unutulmakta olan sokak oyunlarını toplayıp nasıl oynandıklarını gösteren küçük infografilerle biraz hatırlatmaya çalışıyorum. Çalışmalarıma internet sitemizden ulaşabilirsiniz. İleride sokak oyunlarını derlediğim bir kitap serisi de çıkarmayı planlıyorum. Şehirler özellikle İstanbul, sokak oyunları için çok konforsuz. Özellikle araçların baskın olmasından kaynaklı sorunlar var. Kırsal bölgeler daha avantajlı gibi görünse de orada da sadece çocuklara ait, tanımlanmış oyun mekanları çok az.”

İncekara, sokak oyunlarıyla ilgili 23 Nisan’da çocuklarla bir atölye yapmış ve çocuklardan yetişkinlere hangi sokak oyunlarını önermek istediklerini dinlemiş. Yakın zamanda da bu konuyla ilgili bir proje üretmek istediğini söylüyor: “Yetişkinleri kamusal alanda biraz daha oyunun içine sokabileceğimiz küçük oyunbaz müdahaleler diyebiliriz. Tabii çocuklar oyun oynarken bazen yetişkinlerle birlikte olmak işteşelerse genelde yalnız oynamayı seviyorlar.”

“Otomobil Odaklı Şehirleşmeden Vazgeçmeliyiz”

Erman Topgül, Sokak Bizim Derneği’nin Kurucularından ve gönüllülerinden. “Sokak Bizim Derneği olarak amacımız sokakları biraz daha yaşanabilir yapmak. Yaşanabilir sokaklar daha yaşanabilir şehirler doğuruyor. Bazı noktalarda yürünebilirlik, erişilebilirlik üzerine, bazı noktalarda ise tamamen sokağın kamusal alan olarak kullanılabilirliği üzerine çalışıyoruz” diyerek anlatıyor faaliyetlerini. Dernek, ayda bir gün” Sokak Bizim” adında bir etkinlik düzenliyor. Etkinlik, bir sokağı tamamen kapatıyoruz ve sokakta insanların istediklerini yapabileceği bir alan yaratmayı içeriyor. Etkinliğe katılım elbette en çok çocuklardan oluyormuş: “Biz her yaştan insan için çalışıyoruz tabii ama bu etkinliklere katılımın yüzde 90’ı çocuklardan oluyor. Pek çok yerde önce çocukları sokağa çekmenin bir yolunu buluyoruz ki o çocuklar ebeveynlerini de sokağa getirebilsinler.”  Topgül, otomobil odaklı şehirleşmeden vazgeçtiğimiz zaman sorunların da çözüleceğine inandığını söylüyor: “Ben Ankara’da sokakta oyun oynayarak büyüdüm. Şimdiki çocuklar bunu tadamıyor. Herkes sokakta oyun oynayabilmeli düşünesi bu derneği kurulmasındaki temel motivasyonlardan biridir. Artık hiçbir şey için alan kalmadı, en önemli sorun bu. Şehirleşmeyle ilgili problemler var, şehirleri otomobil odaklı kuruyoruz. Bundan vazgeçtiğimiz anda hem çocuklar hem de yetişkinler için daha yaşanabilir alanlar ortaya çıkacaktır.” Dernek, ayda bir kez yaptıkları sokak kapatma etkinliğinde Haziran’ın son haftasında bir gün Beşiktaş’ta Ihlamurdere ve Köyiçi civarında bir sokakta bu etkinliği gerçekleştirecekler.