Sivil Toplum Espoo Sözleşmesi’nin Neresinde? [2]  

Mevcut yasalar uyarlanmış, hukuk tarafsızlığını ve bağımsızlığını kaybetmişse mücadelenin bu ayağını sınır ötesine doğru uzatmak bir seçenek olmanın ötesinde midir? Geçen hafta Akkuyu Nükleer Santrali'yle ele aldığımız  Espoo Sözleşmesi'nin örtük ihtimallerini bu defa Sinop Nükleer Santral Projesi için değerlendirelim.

Türkiye’de biri bitmeden ikincisinin kurulması için Sinop’un işaret edildiği nükleer santral projesine dünyanın ikinci büyük nükleer felaketinden 2 yıl sonra karar verildi. Fukuşima’dan yükselen radyoaktif etkilere dair  kabuslar dünya kamuoyu tarafından da görülmeye başlamışken  Japonya ile  hükümetlerarası anlaşma 2013 yılında  imzalandı. “Hatalarımızdan ders alıyoruz!” mottosuyla ülke içinde yaşanan korku ve paniğin sevk ettiği nükleer santralleri tekrar çalıştıramama ihtimaliyle dünya nükleer endüstrisinin imajını kurtarmak adına en “akılcı” yol  şirketleşen dünyanın pazarlama mantığına  uygun olacaktı. Kullanamadığını parlatarak satmak gibi bir stratejiyle bu sermaye yoğun riskli teknoloji ve binlerce insan kaynağına yönelik yeni müşteri küresel piyasada nasılsa bulunabilirdi… Bu düşünceler Türkiye ve Japonya [1] arasında nükleer anlaşmanın imzalanmasının ardından  Fukuşima Nükleer Felaketi’nin neden ve sonuçlarının küresel manada anlaşılması için parçası olduğum Fukuşima’ya düzenlenen bir eğitim gezisi kapsamında beni Oneda Nükleer Santrali’nin yetkilisine şu soruyu sormaya sevk edecekti: “Japonya’da  53 reaktör var ve bunların bazıları ömrü dolduğu için  kapatıldı, bazıları ise geçici olarak devreden çıkarıldı, binlerce personelin ve teknolojinin maliyetini nasıl tolere edeceksiniz?  -Bir “yabancı” olarak dolambaçlısını beklediğim yanıtın dik açılı saflığı, düzlüğü ve netliği beni şaşırtmıştı: “Onları yurt dışı projelerimizde değerlendireceğiz…” 

Fukuşima Nükleer Santrali'nden bir görüntü 
Fukuşima Nükleer Santrali’nden bir görüntü

Bu uzun girişi küresel sermayenin tıkanan damarlarını  açma taktiğine nükleer güç bağlamında bir örnek olarak düşünelim. Zira Türkiye’de gerek Japonya’nın gerekse küresel nükleer endüstrinin taleplerine cevaz veren bir hükümet on sekiz yıldır icraatlarını sürdürmekte. Bu gibi planların gerçeğe dönüşmesi için izlenen yolda ise demokratik kitle örgütlerinin ve halkın itirazlarının engellenmesine ek olarak geriye düşülen hak ve özgürlüklerde en son kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi kanunu üzerinden  mesnetsiz suçların atfedilmesi, kayyım atanmasına kadar  varıldı. 

Küresel Sermayeyi Kendi Yöntemiyle Yenmek

Tıkandığı noktada uluslararası çözümler üretebilen nükleer endüstrinin karşısında mağduriyete uğrayacak olan  halkların sınırların ötesine taşarak dayanışma sağlaması açısından 1970’lerde Avrupa ve ABD halklarını bir araya getiren nükleer testlerin durdurulmasını sağlayan hareketler hatırlanabilir. Bununla birlikte 1997’de yürürlüğe girerek Sınır aşan Çevresel Etki Değerlendirmesi (Espoo) Sözleşmesi  ortak bir coğrafyada bulunan herkesin çevresel bilgiye ulaşmasını ve kararlara katılmasına olanak tanımasıyla yasalar kapsamındaki önemli bir  seçenek olarak değerlendirilebilir. Zira Karadeniz çevresindeki ülkelerden  Rusya, Romanya, Ukrayna, Gürcistan  ve Bulgaristan’da yaşam görece kapalı bir deniz olan Karadeniz’in kıyısındaki Sinop ‘a kurulacak bir nükleer santral nedeniyle etkilenecek.  

hayrettin kılıçAvrupa Komisyonu:  Sinop NGS Karadeniz’in güvenliğini ilgilendiriyor, Türkiye ESPOO Sözleşmesi’ni imzalamalı!

Karadeniz’in kıyısına kurulmak istenen Sinop NGS’nin bu denizi  Avrupa ülkeleriyle paylaşıyor olmasından hareketle Fizikçi Prof. Dr Hayrettin Kılıç da sivil toplumun sorumluluk duyan bir ferdi olarak Türkiye’nin Espoo Anlaşması’nı imzalaması için Avrupa Komisyonuna ve Bükreş Konvansiyonu Sekreteryasına ithafen bir mektup kaleme aldı. 

Karadeniz çevresindeki ülkeler

Mektubunda Sinop NGS’nin kaza gibi bir felaket olmasa dahi salt kurulmasıyla  Karadeniz ekosistemine nasıl olumsuz etkilerde bulunacağını açıklayan Kılıç Türkiye’nin Sinop NGS projesiyle 1982’de taraf olduğu Sofya Protokolü ile 1986’da taraf olduğu Bükreş Konvansiyonunu açıkça ihlal ettiğini de hatırlatıyor. Bu mektupta Sinop NGS’nin özellikle tüm deniz organizmalarını içeren kıyı yüzey suyunu emerek sadece ısı ile değil, aynı zamanda ayrıca soğutma suyu sistemine enjekte edilen kimyasallarla da zehirleyerek 10 yıl içinde Karadeniz’de yerel deniz yaşamının yok olmasına yol açacağını açıklandığı gibi ÇED raporunda toksik kimyasalların buharlaşma oranlarıyla bölge nüfusu üzerinde oluşabilecek sağlık risklerine dair herhangi bir bilgilendirmenin de belirtilmemiş olduğuna vurgu yapılıyor. 

Bu çerçevede projenin her açıdan Karadeniz’in güvenliğini tehdit ettiği gibi olağan ÇED sürecinin de demokratik olmayan, şeffaflıktan uzak bir şekilde ve yurttaşların katılımının engellenmesiyle gerçekleştirildiği belirtilerek Espoo Anlaşması uyarınca uluslararası prosedürün Sinop-ÇED prosedürüyle birlikte yürütülmesi gerektiğine de işaret ediliyor. 

6 Şubat 2018- Sinop NGS için  Halkın katılamadığı "Halkın Katılımı Toplantısı"
6 Şubat 2018- Sinop NGS için  Halkın katılamadığı “Halkın Katılımı Toplantısı”

Türkiye Hükümeti’nin Espoo Sözleşmesi’ni imzalamaktan imtina etmesinin nedenini nükleer santralin lisans sahipleri / işletmecilerinin  Karadeniz’in güney kıyılarında sadece 200-300 metre sınırlı deniz yaşamının sonunun başlangıcı olacak bir kazanın meydana gelmesi halinde zararın tazmin yükümlülüğüyle karşılaşılmasını önleme amacı taşıdığına da vurgu yapılan  mektupta Karadeniz Bükreş Anlaşması imzacılarının ilgisini talep ediliyor. Zira  Türkiye Sinop NGS Projesi ile aslında Karadeniz ‘in Çevresini ve doğal ortamını korumak üzere Karadeniz çevresindeki ülkeleri (Rusya, Romanya, Ukrayna, Gürcistan  ve Bulgaristan) de bilgilendirmeyerek imzalamış olduğu Bükreş Anlaşmasını  ihlal etmekte [2].

Avrupa Komisyonu Çevre Komisyonu Başkanı Davor Percan tarafından değerlendirilen  bu tespitler “Türkiye’de çevre ve insan sağlığı üzerinde olumsuz sonuçlar doğurabilecek nükleer projelerle ilgilenildiği”  şeklinde karşılık buluyor. Nitekim Percan’ın yanıt mektubunda ülkelerin kendi topraklarında nükleer santral kurma kararlarına  yönelik herhangi bir müdahale veya yaptırım olmasa da  hala ‘AB üyeliği bekleyen bir Türkiye’den bahsediliyor ve  Avrupa ile çevre, deniz, karasal  çevre ve nükleer güvenlik dahil  yasal müktesebat açısından uyumunun  önemine işaret ediliyor. 

Ne dersiniz? Hazır Bükreş Anlaşması Sekreteryasından Türkiye’nin anlaşmayı ihlal ediyor olmasına dair bir geri dönüş yapılması beklenirken demokratik kitle örgütlerinin/sivil toplum örgütlerinin  sözleşmeye taraf olan ülkelerin  hükümetlerinin  sessiz kalmayı tercih etmesi ihtimaline karşı  sınır aşırı ülkelerde işbirlikleri geliştirmesi  bu girişime ivme kazandırabilir mi? 

Yazının ilk bölümüne ulaşmak için tıklayınız.

[1]  2019 yılında Japonya hükümeti ve şirketleri Sinop’taki nükleer santral projesinden çekilmişse de Sinop’a nükleer santral kurulması için girişimler devam ediyor. Halihazırda hangi ülkenin know-how teknolojisiyle inşa edileceği  bilinmese de bir referans reaktör baz alınarak buna Çevre Etki Değerlendirme Onayı verildi. demokratik  kitle örgütlerinin ve halkın itirazlarıyla proje yargı sürecinde bulunuyor.

[2]  Violation of the Convention on the Protection of the Black Sea against Pollution, Bucharest’s Convention of 1992 and the Sofia Protocol of 2018 by Turkish Government’s Sinop Nuclear Power Complex Project (Karadeniz’in Kirliliğinin önlenmesini hedefleyen Bükreş sözleşmesi ile Türkiye tarafından  2018 yılında imzalanan Sofya protokolünün ihlali) Journal of Environmental Science and Engineering A 10 (2021) 34-38

Pınar Demircan

Üyelik Tarihi: 24 Temmuz 2019
35 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör