”Kentleri Planlarken Merkezine Halk Sağlığını Koymalıyız”

İstanbul ve ötesinde; daha adil, demokratik, ekolojik kent ve kırsal mekanlarda yaşama hedefiyle; disiplinler-arası çalışmalar yapmak; yenilikçi, nitelikli ve kamusal bilgi üretmek, biriktirmek ve paylaşmak amacıyla kurulan Mekanda Adalet Derneği’nin kurucularından Yaşar Adanalı ile derneğin çalışmalarını ve pandemi süreci faaliyetleri üzerine konuştuk. Adanalı, kent planlamalarında önceliğin halk sağlığına verilmesi gerektiğini söylüyor.

Bize Mekanda Adalet Derneği’nden biraz bahsedebilir misiniz? ne zaman kuruldu, hangi alanlara odaklanıyorsunuz?

Dernek; akademi, sivil toplum gibi farklı alanlarda devam eden temasların sonucu 2016 yılının haziran ayında kuruldu. Dernek temelde daha adil, daha ekolojik, daha demokratik kent ve kırsal mekanlar için bilgi üretiyor. Bu bilgiyi interdisipliner yöntemlerle katılımcı araçları kullanarak üretiyor. Dolayısıyla daha adil mekan politikalarını etkileyecek alt yapıları oluşturuyor. İçinde mimarların, şehir plancılarının, belgesel film yapımcılarının, sosyal bilimcilerin, gazetecilerin, coğrafyacıların olduğu genişleyen, büyüyen bir ekibimiz var. 12 kişilik bir takım halinde çalışıyoruz. Onun dışında üyelerimiz ile projelerimizde yakın ortak faaliyetlerde bulunuyoruz. Biraz akademinin yapması gereken işleri yapıyoruz diyebiliriz. Bir taraftan hazırladığımız bilgi içerikleri, belgeseller ve yayın faaliyetleriyle medya ve gazetecilik faaliyeti sürdürüyoruz. Bir taraftan da aslında kamu aktörlerinin ve diğer sivil aktörlerinin iş birlikleriyle kent ve kır politikalarının daha sosyal adalet merkezli olmaları için çaba gösteriyoruz.

Derneğiniz şu anda ne tür faaliyetler yürütüyor? Devam eden faaliyetleriniz neler ve hangilerini pandemi süreciyle birlikte sürdürmeye devam ediyorsunuz?

Derneğin çok çeşitli faaliyetleri var. Hepsini sıralamak vakit alacaktır o yüzden pandemi üzerinden nelerin devam ettiğini anlatmak daha faydalı olur. Bizim MAD Akademi diye kamusal etkinlik programımız var. 2019 da 30’dan fazla mekanda adalet konularını merkeze alan paneller, film gösterimleri, yürüyüşler, farklı atölyeler düzenledik. Tabi pandemiden dolayı mekanları kullanamadığımız için bunları online platforma taşıdık. Salgında Adalet adıyla Webinar serisi başlattık. Burada 13-14 tane program yaptık. Salgının farklı mekansal boyutlarını uzmanlarla ve sahada mücadele veren insanlarla konuştuk. Oldukça ilgi gördü. Bu dönemde başlattığımız Salgın ve Sonrası isimli bir podcast serisi var. Uzun süredir yapmak istediğimiz bir şeydi fakat salgının bize vesile olduğu ya da ittirdiği üretimlerden biri oldu. Bu podcast üretimlerini sürdüreceğiz. Fiziki teması minimuma indirdiğimiz bu dönemde sivil toplum kuruluşları için  podcast önemli bir araç. Bir taraftan “Salgın sonrasını nasıl düşünmek lazım” diye bir manifesto projesi başlattık. Şu anda alanındaki uzman insanların farklı ekolojik boyutları ele alarak daha ekolojik bir dünya için salgından çıkartılan dersler ve geleceğe dönük projeksiyonları içeren bir seri manifesto üzerinde çalışıyoruz. Video haberler yapıyoruz. Mesela salgında adalet ve gıda konusunda, elverişli konut hakkı üzerinde video haberler yaptık. Evde kal, yaşlılık ve salgın, çocuk ve salgın meselesi gibi konularda da içerikler üretildi. Birlikte yakın temas halinde çalıştığımız fotoğraf sanatçılarıyla şu anda salgın döneminin İstanbul’una dair belgesel kitap çalışması içindeyiz. Bunlar pandemi döneminde çalışmalarımızı adapte ettiğimiz alanlar diye özetleyebilirim. Ayrıca iki yıldır devam ettirdiğimiz MADdaraştırma burs programımız var. Mekanda adalet konularında çalışma yapmak isteyen gazeteciler, aktivistler, nispeten kaynak ihtiyacındaki sivil toplum kuruşlarına verdiğimiz bir araştırma desteğimiz var. Bu sene bunun hem meblağsını arttırma şansımız oldu hem de odak olarak salgını ele aldık. Tabi bunun dışında süre gelen birçok farklı projelerimiz ve çalışmalarımız bulunuyor.

Mekan ve adalet kavramları üzerinde değerlendirecek olursak salgın sürecinin kazandırdıkları ve kaybettirdikleri konusunda bize neler söylersiniz?

Bu başlı başına bir programı hak eden bir soru. Ama kısaca cevap vermem gerekirse özellikle salgından çıkan en temel derslerden birisi yaşadığımız mekan; ev. Evde kalda insanların zorunlu olmadıkça evden çıkmadığı o dönemde konutun anlamını bir kere daha düşünme fırsatımız oldu. Evimizin olması aslında konut hakkımız olduğu, elverişli bir yaşama imkan veren konutlarda yaşadığımız anlamına gelmiyor. Ciddi olarak konut politikalarının elden geçmesi gerekiyor. Bir diğer mesele çok net şekilde kentin kamusal mekanlarının, yeşil alanlarının, ormanlarının, kıyılarının herkese erişiminin ne kadar değerli olduğunu anlamış bulunduk. Biz kentlerimizi yıkıp yeniden inşa ettiğimiz 15-20 yıllık bir dönemden geçtik. Yıkıp yeniden yaparken merkezine halk sağlığını, kamusal değerleri, insanların iyiliğini koymak yerine karlılığı, ekonomik büyümeyi koyduk. Dolayısıyla pek de yaşamak istemeyeceğimiz kentler üretmiş olduk. Pandemi döneminde kenti hiç kullanamadığımız zaman ilk çıktığımızda yapmak istediğimiz temiz hava almak, parklarda oksijen almak gibi şeylerin ne kadar önemli olduğunu ve artık kentleri planlarken merkezine halk sağlığını koymamız gerektiğini anlamış olduk diye özetleyebilirim.

Etiketler