İnsanca Yaşamanın Garantisi: Sosyal Haklar

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde insanca yaşamın temel koşullarından olan sosyal hakları, Sosyal Haklar Derneği Başkanı Melda Onur ve Hak İnisiyatifi kurucusu insan hakları aktivisti Fatma Bostan Ünsal ile konuştuk.

Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etmesinin 71. Yıldönümünde insan hakları alanında ne denli yol aldığımız, hem Türkiye, hem de dünya bazında karnemizin nasıl olduğuna yönelik sorulara cevap vermek pek kolay değil. Sosyal hakların ne olduğu, demokratik haklarla kesişimi, kapsadığı alanı ve önemi, ihlal edilmesi durumunda toplumda nelerin yaşanacağı gibi konular üzerine Melda Onur ve Fatma Bostan Ünsal ile görüştük. 

“Sosyal Haklar Bireyin İnsanca, Onurlu ve Güvenli Yaşamasını Sağlar”

Sosyal Haklar Derneği Başkanı, gazeteci ve siyasetçi Melda Onur, sosyal hak kavramını açıklayarak başlıyor sözlerine: “Sosyal haklar, toplum hayatında bireyin insanca, onurlu ve güvenli bir yaşam sürmesini sağlayan haklardır. Tarihçesine bakarsak; Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 16 Aralık 1966 tarihinde kabul edilen ve 3 Ocak 1976 tarihinde yürürlüğe giren Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi ile tanımlanmış ve güvence altına alınmıştır.”

Sosyal hakların kişilere sağladığı avantajları ise şu sözlerle ifade ediyor Onur; sosyal haklar, kişinin doğduğu andan itibaren toplum içerisinde insanca, onurlu, güvenli bir yaşamı sürdürmesi için gerekli temel ürün ve hizmetleri güvence altına alır. Bu hizmetlerden eşit ve adil biçimde yararlanmasını sağlar. Bu haklar hiçbir surette herhangi bir stratejik, ekonomik ya da kamusal adı altındaki gerekçelerle vazgeçilebilecek veya ertelenebilecek haklar değildir.”

Melda Onur, sosyal haklar karşısında devletin rolünü koruyucu ve anayasal güvence verici olarak tanımlıyor: “Devlet kişinin sosyal haklarını korur, bunun için Anayasal güvence sağlar. Sosyal hak konusu olan tüm ürün ve hizmetlerinin, eşit ve adil bölüşümünü, kişilere en uygun ve güvenli koşullarda ulaştırılmasını sağlar. Bu ürün ve hizmetlerin piyasalaşarak belirli ellerde toplanmalarına engel olacak yasal düzenlemeleri hayata geçirir. 

Sosyal Haklar, ekonomik ve siyasi ortam ne olursa olsun temin edilmesi elzem olan haklardır.

Bu haklardan faydalanan bireylerin din, dil, cinsiyet, etnik köken, yaş, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, engellilik hali, hastalık ve benzeri sebeplerden ötürü ayrımcı bir muameleye maruz kalmaması gerekir. Öte yandan çocuklar, hamileler, engelliler, yaşlılar ve toplum içerisinde her türlü pozitif ayrımcılık sağlanması gereken grupların sosyal haklara erişimi için özel koşullar oluşturulmalıdır. Devlet bu koşulları da sağlamak ve güvence altına almakla sorumludur.”

“Demokratik Haklar Mutlaka Sosyal Haklarla Desteklenmeli”

Melda Onur, demokratik haklarla sosyal haklar arasındaki kesişme ve ayrımları anlatırken sosyal haklarla desteklenmeyen demokratik hakların doğru işleyemeyeceğini söylüyor: “Demokratik haklar sosyal haklarla desteklendiği sürece yaşam hakkı ihlalleri yaşamayız ya da daha az yaşarız. Sosyal haklar bir çeşit önleyici tıp gibidir. Sağlığınıza iyi bakarsanız hastalanmazsınız. Sosyal hakları doğru uygular, denetler ve ihlal etmezseniz yaşam hakkı ihlali olmaz. Aladağ’da çocukların eğitim hakları ihlal edilmeseydi, köylerinde bir devlet okulu güvencesi altında okusalardı, cemaat yurdunda hayatlarını kaybetmezlerdi. Benzer nedenlerle ulaşım hakkı ihlali sonucu Çorlu ve benzeri diğer acı olaylar yaşanmıştır.” 

Hukuki düzenlemelerle desteklenmeyen ya da hukukun işleyiş bağlamında atıl kaldığı, bu nedenle de ihlale uğrayan sosyal haklar mevcut. Melda Onur’a, sosyal hak ihlallerinde sorunların nasıl aşılabileceğini sorduğumuzda Onur,  “Sosyal hak ihlallerinde sorunlar sosyal hak disiplin başlıklarının düzenli denetlenmesi ile olur. Bu konuda vatandaşa ve demokratik toplum kuruluşlarına çok iş düşüyor. Denetleyen vatandaş olmak gerek. Sosyal hak ihlali gördüğümüz ortamlarda ilgili demokratik toplum kuruluşu ile irtibata geçmek, kamuoyu oluşturmak etkili olabilir ancak tabii tüm bunların devlet tarafından düzenlenerek bu ihmallerin ve bu ihmallere bağlı ihlallerin önlenmesi gerekiyor” sözleriyle düşüncelerini ifade ediyor. 

“Rant İşin İçine Girince Sosyal Hak Kalmıyor”

Sosyal Haklar Derneği Başkanı, gazeteci ve siyasetçi kimliğiyle sosyal haklar üzerine çokça gözlem yapabilme imkanına sahip olan Onur, sorunların en çok işin içine rant konusunun girdiği alanlarda yoğunlaştığını söylüyor: “Sosyal haklara dair sorunlar Özelleştirme, neoliberalizm, vahşi kapitalizm gibi alanlarda daha çok toplanıyor, etkisi güçleniyor. Tüm bunlar ve bunları besleyen ekonomik ortam, sosyal hakların en büyük düşmanı. Daha çok üretim için güvenli iş hakkı ihlal edilen madenciler Soma’da ve daha birçok yerde Sosyal Cinayetlere kurban gidiyor.”

Onur, toplumun sosyal haklarının bir hukuk alanı olarak toplumda yeni yeni yer bulsa da giderek yaygınlaştığını ancak hukuki düzenlemelerin çok da yeterli olmadığını vurguluyor: “Artık herkes eğitim hakkı, sağlık hakkı, çevre hakkı gibi disiplinlerden söz ediyor ama kimi zaman hukuk yetersiz kalıyor. Yani sosyal hakların dava konusu olabilmesi için düzenlemelerin çeşitlenmesi gerekiyor.”

Melda Onur,  10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü için ise Sosyal Haklar Derneği olarak daima birlikte çalışmanın gücüne inandıkları vurgusu yapıyor: “Biz daima insanların sosyal haklarıyla var olduğunu savunuyor ve ikisini birbirinden ayırmıyoruz. Çünkü birini ihmal ettiğinizde diğeri zaten ihlal ediliyor. Hakları öncelemeden birlikte çalışılması gerektiğine inanıyorum.”

“Sosyal Haklar, Devletin Aktif Rol Alması Gereken Bir Alandır”

Hak İnisiyatifi kurucusu ve insan hakları aktivisti Fatma Bostan Ünsal, sosyal haklarla birlikte birincil ve ikincil hakların tanımlarını yapıp aradaki farkları açıklıyor: “Sosyal haklar, insan hakları sınıflamasında kullanılan bir kavramdır. İkinci kuşak haklar veya pozitif haklar da denen bu haklar kategorisinde, devletin bu hakların temini için pozitif olarak müdahale etmesini gerektiren haklar kastedilir. Liberal devlet geleneğinde tarihsel olarak önce ilk kuşak haklar veya negatif haklar denilen devletin müdahale etmemesi gereken, mesela özel hayatın gizliliği, ifade hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti gibi haklar söz konusu iken sosyal haklar dediğimiz barınma, eğitim ve çalışma alanında devletin aktif rol alması söz konusudur. 1982 Anayasası 49. Madde mesela çalışma hakkı ile ilgili olarak ‘Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve benzeri koşullar için gerekli önlemleri alır’ ifadesinden de anlayacağımız gibi birinci kuşak haklardan farklı olarak devletin o alana müdahale etmemesi yeterli olmaz, çeşitli şekillerde tedbir alması gerekir.”

Bostan, sadece birinci insan haklarının tanınmasının sürdürülebilir bir toplumsal yaşamı sağlamadığı için bu sosyal hakların gündeme geldiğini, sosyal hukuk devleti tanımı ile de ifade edilen bazı yükümlülüklerin doğduğunu söylüyor:  “İnsan hakları ile ilgili literatür daha ziyade liberal devlet çerçevesinde ortaya çıkmış özel tanımlar, isimlendirmeler olsalar da haklar ya da devletin yükümlülükleri çok farklı insan toplulukları için söz konusudur. Sermayedarın işçi karşısındaki avantajlı konumu nedeniyle devlet araya girerek asgari ücret, azami çalışma süreleri tayin ederek, çalışamadığı sürede vatandaşını destekleyerek sosyal hakları temin etmeye yönelmiştir. Keza eğitim hakkı da daha ziyade yirminci yüzyılın devleti için söz konusu olan bir haktır. Daha öncesinde eğitim ailelerin uhdesinde, bireysel olarak veya bazı inanç gruplarının temin ettikleri bir etkinlikti.” 

Modern devletin ortaya çıkışı ve devletin eğitim, çalışma ve barınma konularında aktif rol üstlenmesi ile bu tür hakların gündemimize girdiğini ifade ediyor: Devletin bu alanlara karışmamasının çok büyük eşitsizlikler ve sonrasında büyük toplumsal alt üst oluşları beraberinde getiriyordu. Bunun açık bir şekilde tecrübe edilmiş olması da rasyonel ve öğrenen bir varlık olan insanları bu alana devletin müdahale etmesi yönünde ikna etmiş ve böylelikle sosyal haklar ortaya çıkmıştır.” 

“Sosyal Hak İhlalleri Toplumsal huzuru ve Yaşam Kalitesini Düşürür”

Fatma Bostan Ünsal’a göre piyasanın veya toplumsal statükonun yeniden ve yeniden ürettiği eşitsizlikler, bir şekilde hafifletilmediğinde hem toplumsal huzuru temin etmek zorlaşır, hem de topluma katkıda bulunacak insan miktarı azalır. Bostan sosyal hakların olmamasının dezavantajlarını anlatmaya devam ediyor: “Aynı şekilde eğitimin sadece toplumun çok küçük bir kısmı için mümkün olduğu bir ortamda çok az sayıda insan bilimsel üretime katılabilir, 19. yüzyılın sonunda 20. yüzyıl boyunca eğitimin hemen herkes için ücretsiz temin edildiği dönemde ise bilimsel üretime katkıda bulunacakların sayısı neredeyse yüz kat artmıştır. Bu itibarla, sosyal hakların hukuk teminatı altına alınmadığında asgari ihtiyaçları karşılanmayan insanlar büyük zorluklar içine düşecek, zorluklar hafifletilemediği için toplumsal düzen bozulacak ve çok sayıda insanın katkıda bulunacağı ortam da olmayacağı için toplumsal refah da ciddi oranda düşürecektir. Bu durum tüm toplumun huzuru ve refahı için bir tehdit oluşturmaktadır. Finlandiya gibi ülkelerin eğitim politikaları ile ilgili radikal dönüşümleri toplumun refahına çok büyük pozitif etki sağladığını göstermiştir.”

Bostan, sosyal haklara yönelik tüm düzenlemelerin devletin elinde olmasının bazı sıkıntılar doğurabileceğine de değiniyor: “Daha önce örgütlenmiş çeşitli inanç grupları ve sivil inisiyatiflerin yaptığı pek çok iş, bugün büyük ölçüde devletin üstündedir. Bu işler devletin üstünde olduğunda bazı sorunlar da ortaya çıkmaktadır. Küçük grupların büyük bir adanmışlıkla ve çok büyük maliyet gerektirmeden yaptıkları bu işler devlet eline geçtiğinde maliyetleri arttırmakta, işin kalitesi değişmekte, politikaları ve faydalanıcıları iktidardaki partiye göre ciddi oranda değişebilmektedir. Yakın zamanda kamuoyuna yansıyan, engelli olmadığı halde engelli aylığı alan 60 bin insanın olduğu tespitinde olduğu gibi bazı istismarlara açık hale gelmektedir. İşte faydalanıcıların büyük oranda değişmesinin toplumda yarattığı hoşnutsuzluk birinci kuşak hakların kullanımını da bir süre sonra sıkıntıya sokmaktadır. Kuzey İrlanda’da çatışmaya varan toplumsal sorunların kökeninde de bu vardır. Protestanlara tanınan sosyal haklar aynı oranda Katoliklere tanınmadığında, polis teşkilatı Protestanlardan oluştuğunda, konut hakkı yine Protestanlar için geçerli olduğunda genel rahatsızlık yaratmış, bu taleplerin dile getirilmesine izin verilmemiş, yani ifade özgürlüğü, ki birinci kuşak haktır, engellenmiş, yasaklanmış, direnilince şiddete başvurulmuş ve çatışma ortaya çıkmıştır. Keza devlet okullarının eğitim kalitesi çok düşebilmekte, çok büyük kaynak israfına yol açabilmektedir. Ama bugün modern devletin geldiği seviye, bu hakların devlet eliyle sağlanması noktasında geriye dönüşün mümkün olmadığını gösterdiği için bu aksamaların nasıl giderileceğine yönelik tartışmalar yerinde olacaktır.”

Tüm bunları aktaran Bostan, sosyal haklarda söz konusu olabilecek ihlalleri aşmakla ilgili görüşlerini şöyle ifade ediyor: “Sosyal haklar herkes için eşit tanınmadığı zaman bu büyük bir haksızlık duygusuna yol açıyor. Haksızlığın giderilmemesi sorunları ağırlaştıracaktır. Bu döngünün kırılması önemli. Bu yüzden yönetimin şeffaf, hesap verilebilir bir yönetim olması ve asla birinci kuşak haklardan taviz verilmemesi, sosyal haklarla ilgili bir ihlalin çözülme yoluna girilmesinin garantisi olacaktır.”

“En Önemli Sosyal Hak İhlalleri Eğitimde Yaşanıyor”

En büyük sosyal hak ihlallerinin eğitim alanında yaşandığına dikkat çeken Bostan, “Türkiye geçmişte toplumun el alt gelir kesiminden gelip iyi bir eğitim ile ekonomik ve siyasi olarak en üst makamlara gelebilmeyi temsil eden “Çoban Sülü’den Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e” şeklindeki toplumsal mobilizasyonu eğitim yoluyla sağlayabilmiş bir ülke oldu. Bugünlerde devlet okullarının bir kısmı halen bu başarıyı temsil etse de çok sayıda okul temel becerileri öğrencilere kazandırmaktan uzak. Nitekim PISA anketlerinde Türkiye ortalaması çok düşük, OECD ülkelerinin en sonunda yer alıyor. Genel neo-liberal politikaların etkisi altında kalan Türkiye’de devlet eğitimi eski başarısını gösterememekte, potansiyeli yüksek gençleri bilimsel katkı yapmaya teşvik eder görünmemektedir. Ayrıca eğitimin daha önceki toplumsal mobilizasyonu sağlamaktan uzak oluşu, eğitimli nüfusun yüksek işsizlik oranı, eğitime yönelik özellikle dar gelirli kesimde bir uzaklaşma meydana getirmiş, bir milyondan fazla öğrencinin okulu terk etmesine yol açmıştır. Ayrıca işe alımlarda politik yakınlığın çok yüksek oranda belirleyici olması çok nitelikli nüfusun yurt dışına gitmesini de teşvik ettiği için eğitim alanı ciddi problemli bir alan haline gelmiştir.”

Bostan’ın sosyal hak ihlalleriyle ilgili öne çıkardığı bir diğer alan ise çalışma hakkı ile ilgili sorunlar: “İşsizlik ödeneği, asgari ücret tespiti, toplu pazarlık yapma usulleri ve grev yasakları, taşeron kadrolaşma ile ilgili sorunlar, artık çok sayıda insanın neredeyse açlık sınırında yaşaması sonucunu getirdi. İş güvencesinden yoksun büyük kitleler için, ‘survival point’teki (ancak hayatını devam ettirebilen denilen nokta) milyonlar için, kendilerini gerçekleştirebilecekleri ortamdan uzak yaşamalarını getirmiştir. Bu itibarla sadece bu durumun etkisi ile değil elbette ama 1970’lerin toplumsal hareketliliğinden daha geride bir çalışan hareketliliğini getirmiştir. Son dönemlerdeki Olağanüstü Hal uygulamaları da bu alandaki hakların uygulanmasını ciddi oranda kısıtlamıştır.”

Bostan’ın son olarak değindi konu ise barınma hakkı ile ilgili sorunlar… Bostan’a göre Türkiye barınma konusunda hemen hemen en kötü örnek olan ABD ile bu konuda çeşitli çareler üreten Kuzey Avrupa ülkeleri arasında yer alıyor: “Durumu ABD kadar korkutucu olmasa da belirli birikimi olmayan vatandaşlarının konut edinmesini sağlayacak yeterli konut üretiminde bulunamamaktadır. TOKİ’nin son dönemlerde bu konudaki üretimi genel ihtiyacı giderecek bir kapasiteden olmaktan uzaktır.”

“İfade Özgürlüğünün Olmaması Hak İhlallerinin Çözümünü Zorlaştırıyor”

Tüm bu sosyal hak ihlallerinin görünür ve çözülebilir olmasını engelleyen etkenleri de şöyle sıralıyor Bostan: “Birinci kuşak haklardan olan toplanma ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünün ciddi alanda kısıtlılığı, sosyal hak alanlarındaki problemleri görmeyi, konuşmayı ve ortak çözüm aramayı da engellemektedir. İnsan Hakları örgütleri ve savunucularının daha ziyade birinci kuşak haklarla ilgili olması da sosyal hak alanındaki sorunları görmeyi zorlaştırıyor. Yıllardır insan hakları alanında çalışan biri olarak mesela ilk defa sosyal haklarla ilgili görüşüme başvurulmasını da bu alakasızlığı gösteren bir örnek olarak belirtmek isterim.

Fatma Bostan, insan hakları örgütleri ve savunucularının genelde birinci kuşak haklarla meşgul olduğunu, medyanınsa tek yanlı davrandığını ifade ediyor:  “Medyanın tek yanlı ve hükümet destekli sermaye grubunda olması nedeniyle genelde insan hakları, özelde sosyal haklar ile ilgisi zayıf, (hatta çevre hakkı ile ilgili olarak CNN Türk’teki yakın dönemde yapılan yayıncılık, hükümetin termik santralin filtresiz çalıştırılma süresinin uzatılmasını desteklemek üzere, filtresiz çalıştırmanın ekonomik getirisi ile ilgili yayının gösterdiği gibi) medyanın bağımsız bir sosyal haklar perspektifi geliştirmesini imkansız kılıyor. Şu anda iktidarda bulunan sağ parti genelde toplu pazarlık, grev gibi konulara mesafeli olmakta, olağanüstü hal döneminde bu hakları daha da kısıtlamakta pek sorun görmüyor. İktidarının ilk yıllarında dezavantajlı kesimlere yapılan sosyal transferler yaygın olsa da, sosyal hak konseptinden ziyade hayır faaliyetine benzer kodlamalar revaçtaydı. Hak temelli kurumlar dışındaki sivil toplum kuruluşları ise genelde hayır faaliyeti çerçevesinde faaliyet gösterdiği için sosyal hak konusunda devlette ve medyada farkındalık oluşturacak bir çalışma içinde olmaktan uzaktır.

“Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Şartı’na Uymak Çok Önemlidir”

Fatma Bostan, 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nde hala insan hakları alanındaki sorunlarımızı çözmek için mücadele verdiğimizi söylüyor: “Bir arada yaşamanın asgari şartı, doğuştan getirdiğimiz, insan olmamızla ilgili devredemediğimiz hakların tanındığı bir toplum içinde olmaktır. Toplum adına en çok yetki kullanan siyasi iktidar olduğu için, biz insan hakları savunucuları bu hakların teminat altına alınmasını iktidardan bekler, ihlal olduğunda yüzümüzü onlara dönerek ihlalin sonlandırılmasını, ihlal yapanların cezalandırılmasını talep ederiz. Bütün insanlığı tek bir metin altında birleştiren Birleşmiş Milletler’in İnsan Hakları Şartı önemlidir. Çok çeşitli hukuk sistemlerinden faydalandığı açık olan bu evrensel şart insanlık için bir kazanımdır,  referanstır, pek çok kriteri Türkiye dahil pek çok ülkede hala tam uygulanamamaktadır. En evrensel haklardan biri olan seçme ve seçilme hakkını ele alalım; Türkiye’de çok sayıda şehirde vatandaşın seçme ve seçilme hakkı, Olağanüstü Hal döneminde çıkartılan bir kararnameye dayanarak ihlal edilmekte, yerel başkanlar, yerel meclisler hükümsüz kılınmaktadır. Yani 1948 yılında kabul edilse de 2019 yılında halen BM İnsan Hakları Şartını gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu Şartın kabul edildiği 10 Aralık Günü hala bizim için bu alandaki eksiklerimizi göreceğimiz ve problemlerimizi çözmek için işbirliği yapacağımız bir zemin olmaya devam etmektedir.”