”Erkeklere, Erkeklik Rollerini Oynamıyorum Deme Cesaretini Verin”

‘Erkeklik Krizi’ni ‘haklarımı aslında ayrıcalıklarımı kaybediyorum’ korkusuyla yapılan birtakım eylem ve söylemler olarak tanımlayan Ebru Nihan Celkan, “Erkeklik, Türkiye’de hiç kolay bir şey değil. Dünyada da kolay olduğunu düşünmüyorum. Oynamak istemediğiniz birçok rolü oynamanızı gerektiren bir şey. Bu rolleri oynamıyorum deme cesaretini vermek önemli. Eminim içlerinde o verilen rolleri oynamak istemeyen birçok erkek var.” Diyor.

Sivil Sayfalar olarak, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü gelmişken cinsiyet eşitliği mücadelesine erkeklerden doğru baktık ve hegemonik erkeklik meselesini merkeze alarak bir dosya hazırladık: Erkeklik Elden Gidiyor mu!? Dünyada ve Türkiye’de farklı erkeklik stereotiplerinin kriz halleri, erkeklikler meselesi erkek/kadın/LGBTİ her bireye dokunuyor. Sünnet, askerlik, evlilik, cinsellik, para kazanma, babalık gibi birçok sınav gibi etabı içeren erkek kelimesini “hak etmek” gerekiyor. Biyolojik olarak erkek doğan bir bireyin bedenine aldığı müdahale ile ilk adımını attığı bu süreç; “Erkek Adam Ağlamaz” cümleleriyle tamamlanıyor. Ardından askere gitmeden önce ilk cinsel deneyim: Milli Olmak meselesi. Çok bağıranın daha çok erkek olduğu askerliğin ardından para kazanmak geliyor, toplumun ideal erkeği güç ve para ile ilişkilendirilirken sınav bitmiyor. Baba olmamış bir erkek toplum tarafından tam bir erkek olarak görülmüyor.

Peki hiçbir şey değişmiyor mu? Modernizm, postmodernizm derken yeni yeni farklı erkeklikler ortaya çıktıkça kırılmalar olmuyor mu? Erkekliklerine başkaldıran erkekler yok mu? Ya da kadınların güçlenmesinden rahatsız olanlar. Erkeklik krizde diyebilir miyiz? Sivil toplum uzmanlarına, akademisyenlere sorduk… Edebiyattan, toplum bilimden, felsefeden, cinsellikten, şiddetten, teknolojiden, cinsiyet mücadelesi veren birçok kişiye sorduk. “Erkekler cinsiyet eşitliği mücadelesinde nerede olmalı? Hangi erkekler bu krizi yaşıyor? Peki ya babalar? Bu krizden çıkış nasıl mümkün olur? Kadın hareketi destek vermeli mi? Babaları ilgili baba yapmak o erkekleri eşitlikçi erkekler yapar mı?, Baba otoritesi? Babalar gerçekten dönüşüyor mu? Edebiyatta erkeklik krizleri? Cinsellik bu krizin neresinde? Televizyonda yeniden yeniden üretilen hegemonik erkeklikler… Felsefede eril tahakküm kodları…

Biz bu yazı dizisini hazırlarken biliyoruz ki kadınlar hala öldürülüyor ve erkeklik krizde olduğu ile yüzleşemiyor…

İlk röportajımız Ebru Nihan Celkan ile…

Ebru Nihan Celkan, birçok şapkası olan, hepsini sorgulayarak taşıyan güçlü bir isim… 14 yıl Volvo’da farklı görevler yapan Celkan, 2007 yılından bu yana oyun yazarlığı yapıyor. Merkeze oyun yazarını alan çalışmalarıyla öne çıkan buluT’u kurdu. Türkiye – Avrupa arasında farklı coğrafyalarda eşitlik için mücadele ediyor, konuşuyor, tartışıyor… Aynı zamanda TÜSİAD, Mercedes-Benz, Vodafone, Koç Holding, UN Global Compact gibi kurumlarda eğitim veriyor. 

‘Erkeklik Krizi’ni ‘haklarımı aslında ayrıcalıklarımı kaybediyorum’ korkusuyla yapılan birtakım eylem ve söylemler olarak tanımlayan Celkan bu krizin erkeklere ne yaptığını erkeklerin konuşmaya başlaması, yardım istemesi, haykırması ve yine kendilerinin çözüm üretmeleri gerektiğini ancak feminist hareketin yine el uzatmak durumunda kalacak gibi göründüğünü söylüyor. Ve özellikle erkeklere ‘geleneksel erkeklik rollerini oynamıyorum deme cesaretini vermenin’ önemini vurguluyor.

Biz bu röportajda Ebru Nihan Celkan ile Erkeklik Krizi’ni iletişim perspektifinden, bolca örnek ile ele aldık. Dert bende dermen bende diyebilecek erkeklerle tanışmak umuduyla okuyun…

Erkeklik krizi nedir?

Yüzyıllardır kendisini inşa etmiş ataerkil bir sistemden bahsediyoruz. Kamusal alanda özel alanda var olan bir sistem. Erkeklik krizi bu ayrıcalıkların sorgulanmasıyla başlıyor. Bu sorgulama başladığı andan itibaren gelen savunma mekanizması, ben ayrıcalığımı kaybediyorum, haklarımı kaybediyorum korkusuyla yapılan birtakım eylemler ve söylemler.

Uzun yıllar kurumsal alanda iletişim üzerine yönetici olarak çalıştınız. Kurumsal alanda yaşayan erkekler hangi alanlarda kriz yaşıyorlar?

Açıkçası ben bir İsveç firmasında çalıştığım için biraz daha farklıydı. Birtakım kuralların en baştan konduğu ve oldukça sıkı takip edildiği bir yerdi. Ancak hayatın olağan akışında kadın ve erkek arasındaki farkı mümkün olduğu kadar eşitlemeye çalışan bir atmosferde olmasına rağmen sektör olarak iş makinası olduğu için bunu yapabilme kapasitesi ve Türkiye’de olduğumuz için biraz daha sınırlıydı tabi.

Kurumsal hayatta erkeklik krizi hayatın olağan akışında yaşananlardan farklı değil

Hayatın olağan akışında yaşanan alanlardan çok farklı olduğunu deneyimlemedim. Yönetim söz konusu olduğunda özellikle de cironun temelini oluşturan satış gibi alanlarda açık tereddütlerin dile getirildiği ve getirilirken de bunun normalmiş gibi ifade edildiğini çok fazla örnekle karşılaştım: “Tabi ki satışçı bir kadın olamaz”, “tabi ki böyle olması gerekiyor”, “tabi ki bu işe erkek çalışan bulmamız gerekiyor”, “tabi ki başvurular erkek olacak” gibi bazı departmanlar, çalışma alanları, işler için doğallaşmış ve hiç sorgulanmadan kabul edilmiş durumlar var. Orada bir sorgulama yaratmak imkânı oldukça zor. Spesifik bir iş için söyleyeyim mesela benim yaptığım: Saha mühendisliği. İş makinalarını sahada indiren ve onları harekete geçiren, eğitimini veren bir görev tanımı. 14 yıl aynı firmada çalışmış biri olarak ben hiç kadın saha mühendisi görmedim. Bu soru akla bile gelmiyor. Gündeme geldiğinde ciddiye alınmıyor. Şaka, espri olarak görülüyor. Hayatın olağan akışında var olan krizden çok farklı bir kriz yok ama şiddetin çeşidi değişiyor. Erkeklik krizi aile içerisinde yaşandığında bu direk eşe ve çocuklara yönelik bir şiddete dönüşürken ve fiziksel şiddet de söz konusuyken burada biraz daha farklı.

Psikolojik şiddetten bahsediyoruz. Ben bunu yaşadım diyemem kendi adıma bilinçli bir psikolojik şiddete maruz kalmadım ama şakalardan tutun da herhangi bir toplantıdaki tavra kadar bu böyle.

Erkeklik krizi bazen mikro hareketlerde…

Erkeklik krizi dediğimiz şeyin her türlü mikro harekette var olduğunu unutmamak lazım. Toplantıda bir kadın konuşurken dinlememek, kadının söylediği cümlelere küçümseyen mimiklerde bulunmak veya tartışmalarda erkeklere verildiği kadar söz vermemek… Küçük gibi görülse de aslında her biri bir araya geldiğinde büyük yaralar açan durumlar. Bunların her birinin de bilinç dışı erkeklik krizi olduğunu söyleyebilirim. O tavrı o kadar normalleştirmiş ki…

Mikro hareketler yani kâğıt kesikleri…

Bu oldukça basit görünen mikro aksiyonların her birine ben kâğıt kesiği diyorum ve milyonlarca kâğıt kesiğinin sakat bıraktığı bir durum var iş hayatında. Çünkü ortaya da çıkamıyor. O kriz hayatın olağan akışında çok rahat bir şekilde fiziksel şiddet olarak kendini gösterirken, kuralları çerçevesi çizilmiş yerlerde yüzünü başka şekilde gösteriyor ama bu şiddet değil mi bu da bir şiddet. Dolayısıyla ben fazla bir fark olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta önümüzde bir ekonomik kriz var ve başladı geliyor diye düşündüğümüzde de bu erkeklik krizinin iş alanlarında biraz daha görünür olacak. Bu zorlaşma karşısında erkekler kimi hedef olarak görecekler? Hayat bize bu kaybın acısının kadınlardan çıktığını gösterdi. Umarım öyle olmaz.

İletişimde erkeklik krizi örneklerinden bahsedebilir misiniz?

Reklam ajansları üzerine düşünmek için oldukça önemli bir alan. Kim kreatif kim müşteri temsilcisi diye baktığımızda; işte kreatifin başında kimler var demeliyiz… İletişimin dilini kim oluşturuyor diye sormak gerekiyor. Bu tarihteki gibi. Tarihi kim yazdı? Dışarıdan baktığımızda denebilir ki iletişim başlığı altında kadınlar oran olarak çok daha fazla. O zaman ikinci bir soruya geçmeliyiz. Kadınların bu artışı iletişimin hangi başlıklarında etkin? Bunu sorgulamamız gerekiyor. Kadınlar karar verici olmadıkları takdirde bu bize görsel dünyamızı şekillendiren çıktılar olarak yansıyor. Kadın bile olsalar, altını çizmek lazım, erkeklik krizini anlayabilmek için içselleştirilmiş cinsiyetçiliğin izlerini takip etmek lazım. Yani kadınlarda da içselleştirilmiş cinsiyetçiliğin izlerini takip etmek lazım. Oransal olarak kadınların yükselmesi aynı zamanda o alanda cinsiyet eşitliğinin sağlanmış olduğu anlamına gelmez. Bunu direk etkilemez. Bunun için bazı farkındalık çalışmaları lazım.

Bu kriz nerede baş gösteriyor. Yıllardır yapılan reklamlar oldukça cinsiyetçi diye fotoğrafı koyduğumuz anda şu refleks geliyor: İyi de ne yapalım erkekleri yemek yaparken mi resmedelim? Sorunun kendisi bir erkeklik krizi olmakla beraber bunu bir defansa çeviriyor olmak oldukça problemli. Sen beni mutfağa sokamazsın, ben yemek yapmam… diyor. Ve bu soru genelde erkeklerden geliyor. Şöyle sorularla da karşılaştığımız oluyor? Neden arabayı kadınlara kullandırmıyorsunuz? Aa hiç fark etmemiştik. Burada o kadar içselleştirilmiş bir cinsiyetçilik var ki arabayı hep erkeklere kullandırdığının farkında olmama durumu söz konusu. Peki şimdi bundan sonra yapar mısın? Ya benim arabam transporter, daha başka işlerle hasbihal eden bir araç, bunun şoförünü şimdi kadın mı yapayım. Erkeği çıkartıp kadını koymak üzerine düşünüyor olmak bile başlı başına bir travmatik hal yaratıyor. Direk bunlar sorgulandığı zaman zihinlerde ben alanımı kaybedeceğim korkusu başlıyor. Bu korku kendisini hem dilde hem jestte gösteriyor. Jestleri çok önemsiyorum çünkü dil gibi değil hemen gelmiyor, feminist hareket dil üzerine çok yoğun çalıştı. Bu konuyu erkekle konuşmamaya başladı. Bu da konuyu anlamaktan mı yoksa eleştiriden çekinmekten mi kaynaklanıyor çok emin değilim.. Konuşmamaya ve bunu jestlere intikal ettirmeye başladıklarını görüyorum yaptığım eğitimlerde. Bu da üstüne düşünmemiz gereken bir şey.

Sonuçta baktığımızda iletişimdeki göstergeler yıllardır oldukça cinsiyetçi iletişim çalışmaları yapıldığını ortaya koyuyor sayısal veri olarak da içerikte de. Tartışmaya açtığımız anda savunma mekanizması krizin boyutunu gösteriyor. Kadının yeri tabi ki mutfak, o arabayı tabi ki erkek kullanacak, tabi ki o pompacı erkek olacak. Bunun sorgulanması dahi ilk önce espriye, dalga geçmeye, işin biraz daha ciddiyetini anladıktan sonra korkuya ve bu korkuyu dile getirmeye dönüşebiliyor. Eğitimlerde neden bu reklamda kadın yok dediğimde, “ne yapalım, kadınlara lastik mi değiştirtelim” gibi oldukça içi boş, tamamen defansif cevaplar alabiliyorum.

TV’de, reklamlarda nasıl bir erkeklik kurgulanıyor?

Bu bir mücadele, anlık bir şeyle değişebilecek bir şey değil. Şu çok önemli: Tarihin en eski adaletsizliği ile uğraşıyoruz. İster yaratılış teorisine inanın ister evrim teorisine inanın. Dolayısıyla üç beş tane çalışma yaptık, dört beş tane yasa çıkarttık diye burada ani bir düzelme beklemek hem yanlış hem aldatıcı fakat diğer taraftan şunu da fark etmek lazım birtakım gruplar birtakım çalışmalar yapıyor. Özellikle kadın hareketinin güçlü ve başarılı bir şekilde bu konulara eğilmesi, arkasını bırakmaması ve sürekliliği reklamlarda birtakım değişikliklere sebep oldu. Özellikle babalık konusu reklamlarda pozisyon değiştirmeye başladı ama bunun peşini bırakmamak lazım. Oransal olarak bilmiyorum ama surette bir değişim olduğunu, birtakım firmaların birtakım reklamcıların arzulu olduğunu ve bu alanda denemeler yaptığını görüyoruz önemli olan onları cesaretlendirmek ve onların sayısını artırmak. Eşitliği sağlayana kadar da peşini bırakmamak.

 Türkiye’de hangi alanlarda erkeklik krizi yaşanıyor?

Her alanda var, nerelerde olmadığına bakalım. Ben medyada erkeklik krizinin biraz daha farklı yaşandığını gözlemliyorum. Kadın gazetecilerin oldukça ısrarlı tutumu, var olan sorunları tartışmaya açmaları, birtakım erkeklerin bu tartışmalara kendi üslubunca katılıyor olması erkeklik krizinin farklı bir şekilde yaşandığını gösteriyor.

Hiç beklemediğimiz alanlardan beklenmedik şeyler çıkabiliyor. Mesela ben mavi yakalılarla, gri yakalılarla eğitim yaptığımda erkeklik krizinin daha az yaşandığını görüyorum. Biraz daha üst sınıf beyaz yakalı, orta üst sınıf ile yaptığımda daha şiddetli bir erkeklik krizi ile karşılaşabiliyorum. Sınıfsal bir şey değil. Alt sınıf erkeklik krizini daha az yaşıyor, üst sınıf biraz daha fazla yaşıyor gibi bir şey diyemiyorum. Ama şaşırtıcı yerlerde şaşırtıcı şeylerle karşılaşabiliyorum. Genelleme yapılamaz, her yerde karşımıza çıkabilir. Bankada kuyruk beklerken bile karşımıza çıkabilir. Benim işim acil, önemli sen evde oturuyorsun benden sonra dur gibi. Bu da bir erkeklik krizi. Nerede çıkacağını bilemiyoruz. Politikada olduğu kesin. Bir parti %33 kadın kotası uygulayacağım diye kendisi yazmış, ne belediye başkanı adaylarında, ne milletvekili adaylarında %10’u sağlayamamış. Söylemle eylem arasında bu kadar fark var.

Ama tartışan alanları görüyorum. Biliyorum ki oyuncular, sinemacılar, dizi yapanlar, tiyatrocular bu konuyu gündemlerine almış durumdalar ve tartışıyorlar.

Iletişim dünyası da açık. Radikal tepkiler alıyorum bazen ama bazı reklamcıların, ‘ne yapalım bu hatayı yapmışız’ dediklerini de görüyoruz. Erkeklik krizi konusunda feminist hareket oldukça başarılı. Diyalog kanallarını açık tutarak, bunları sürekli tekrarlayarak, bu istatistikleri sürekli ortaya koyarak, problemin kaynağını sürekli göstermeye çalışarak, büyük bir sabırla yaşanan şiddet olaylarında davaları asla bırakmayarak, o davalarda yapılan savunmalar üzerinden erkeklik krizini göstererek oldukça önemli bir işlev görüyor. Bunu bu kadar net ortaya koymak çok önemli.

Özellikle kadın hareketinin güçlü ve başarılı bir şekilde bu konulara eğilmesi, arkasını bırakmaması ve sürekliliği reklamlarda birtakım değişikliklere sebep oldu. Özellikle babalık konusu reklamlarda pozisyon değiştirmeye başladı ama bunun peşini bırakmamak lazım. Oransal olarak bilmiyorum ama surette bir değişim olduğunu, birtakım firmaların birtakım reklamcıların arzulu olduğunu ve bu alanda denemeler yaptığını görüyoruz önemli olan onları cesaretlendirmek ve onların sayısını artırmak. Eşitliği sağlayana kadar da peşini bırakmamak.

Türkiye toplumu erkeklik krizini konuşmaya hazır mı?

Türkiye çok çeşitli. Bazı kesimleri çok hazır bazı kesimlerin ise hazır olmadığını gözlemliyorum, deneyimliyorum. Konuşmak zorundayız çünkü bu ülkede kadınlar öldürülüyor ve öldürülmeye devam ediyor. Sayı gittikçe artıyor. Burada konuştuğumuz şey hayati bir mesele. Ne kadar teorik bağlamda konuşuyorsak da hayatın olağan akışında biz bu konuları konuşmazsak insanlar ölmeye devam edecekler. Şunu fark etmek çok önemli: Bunu kabul eden erkekler olduğunu da görüyoruz. Patriarka dediğimiz şey, erkek egemen toplum, erkeği de ezer. Erkeklik krizi yaşamak yerine, ‘Ben bundan nasıl etkileniyorum. Bu ataerkil toplum yapısı bana hangi noktalarda problem yaratıyor’u sorgulamaya başlayan erkeklerin arttığını görüyorum. Erkeklik Türkiye’de hiç kolay bir şey değil, dünyada da olduğunu düşünmüyorum. Oynamak istemediğiniz birçok rolü oynamanızı gerektiren bir şey. Bu rolleri oynamıyorum deme cesaretini vermek açısından önemli. Eminim içlerinde o verilen rolleri oynamak istemeyen birçok erkek var. Dolayısıyla benim gözlemim birazcık daha gençler arasında sorgulandığı.

Erkeklik krizi konusunda dünya ile Türkiye’yi kıyaslarsak…

Ben Almanya’ya gidip geliyorum. Bir de İsveç firmasında çalıştığım için oradan bakabilirim. Bizim en büyük avantajımız kadın hareketi. Türkiye’deki kadın hareketi oldukça köklü, güçlü, derin ve yaygın çalışma yapıyor. Feminist hareket özellikle Almanya özelinde çok lokal kalmış durumda. Oldukça küçük gruplar ve sayıya indirgenmiş bir mücadele şeklinde yürüyor. Bizim Türkiye’de yaygın şekilde yaptığımız sorgulama Almanya’da çok sınırlı alanlarda yapılıyor. Bu bizim avantajımız ve bu tartışma alanlarının çeşitliliğini arttırmamız gerek.

Peki dezavantajımız ne?: Yasalar. İsveç özelinde konuştuğumuzda, İsveç’teki avantaj sadece yasalar değil, toplumun genelinde toplumsal cinsiyet meselesine bakış var. Bu meseleye bakış küçük yaşlarda ele alınıyor. Okuldan başlıyor yasadan da önce. Ama erkeklik krizini onların da yaşadığını biliyorum.

Mesela Almanya’nın bazı bölgelerinde kurumlar eşitlik profesyoneli istihdam etmeye başlamışlar. Her kurum bir eşitlik profesyoneli alıyor kendisine. Sürdürülebilirlikten hariç sadece eşitlik konusunda çalışıyor o kişi. Erkek öğrencilerle kadın öğrencilerin hakları eşit mi, erkek öğretmenlerle kadın öğretmenlerin hakları eşit mi, biz bursları eşit mi dağıtıyoruz? Bütün anlamda eşitliğe bakılıyor. Ve hep kadın alınıyormuş bu kişiler. Bir toplantıda bir müdür dedi ki: “Ben bunu anlamıyorum neden bir erkek eşitlik müdürü olamıyor.” Aslında güzel bir soru. Ama bir yandan da kendi haklarının bir kadın tarafından korunuyor olmasını sorguluyor. Yıllardır kadınlar haklarının nasıl erkekler tarafından verilmesini beklediyse şimdi de aslında bunu eşitlemek için böyle bir durum var. Şu an terazinin eksi tarafında bulunan kadınlar eşitliği sağlamak konusunda biraz daha farklı bakıyor olacaklardır dedik sonra da kotalardan şikayetçi oldu. “Yasalarla kotaların konmasını çok anlamsız buluyorum çünkü bir işi ben daha iyi yapıyorsam ve orada sadece kotayı tutturmak için oraya kadın alıyorsam burada bu problem var” gibi.

Benim Almanya’da en çok duyduğum şeyler: Kota uygulamasından şikayetçi olunması, eşitlik, çeşitlilik gibi konularda kadınların daha çok ön plana çıkıyor olması. Erkeklik krizinin yaşandığı alanlar olarak bunları görüyorum ama tabi iktidar pozisyonunu kaybediyor olmanın yaşattığı oldukça sıkıntılı bir durum var. Çok farklı tepkiler görmüyorum Almanya özelinde de. Ayrıcalıklarımızı neden paylaşmak zorunda kalıyoruz sorusunu görmek mümkün. Ama şunun altını çizmek istiyorum Almanya’da kanun koyucular bu anlamda farklı bir açıklığa sahip.

Burada da eskisi gibi değil artık kötüleşmeye başladı diyen arkadaşlarımın yaşadığı İsveç örneğimiz var bir de. Her şey hem yasalar tarafından kontrol altına alınmaya çalışılıyor, bu anlamda hem de insanların bilinçlendirilmesi çalışmaları sürekli yapılıyor. Ama zaten dünya ekonomik forumunun her sene açıkladığı cinsiyet eşitliği raporunda da İskandinav ülkeleri ilk sıralarda. Şunu görmek önemli: Türkiye’de çok güçlü bir kadın hareketi var. Bu konuları tartışma gündeminde tutuyorlar çünkü çok rasyonel bir gerekçe var, ölüyorlar. Bu mücadelenin 6284 İstanbul Sözleşmesi gibi anayasada daha da çok yer alması bizi çok iyi bir yere getirecek. Türkiye’de sistemin kadınların sesini duyması bu sese kulak vermesi gerekiyor. Ve bu bağlamda yasalar çıkartması gerekiyor.

Erkeklerin bu krizden çıkmaları için bir fırsat var mı?

Gönlüm isterdi ki herkes kendi çözümünü kendisi bulsun. Ama maalesef erkeklere feminist hareket el uzatmak durumunda kalacak. Onları bu krizden çıkartacak şey yıllardır kadınların yaptığı sorgulamayı başlatıyor olmaları kendileri için. Kadınların yaşadıkları durumları sorgulayan gözlerine erkeklerin de sahip olmalarıyla ancak mümkün. Öncelikle bu yaşanan durumun kendileri üzerinde sosyolojik, psikolojik yarattığı negatif durumların farkına varmaları lazım. Feminist hareket bunu sorguluyor, bunu fark etmeleri için oldukça zorlayan birtakım şeyler yapıyor ama ne olursa olsun kendilerinin söz alıp demeleri lazım ki ben bu erkeklik gömleğini giydiğimden beri bunları bunları tecrübe ettim ve bu tecrübeler beni psikolojik olarak, fiziksel olarak kötü etkiledi. Ben bu gömleğin giyilmesinin doğru olmadığını düşünüyorum veya ben farklı bir erkekliğin benim yaşam kalitemi daha da değiştireceğini güçlendireceğini, benim hayattaki var oluşumu zenginleştireceğini düşünüyorum. Bunu duymamız veya bunu deneyimlemeleri gerekiyor. Babalık çalışması yapan birtakım kurumlar var ve onların yayımladıkları birtakım kitapçıklar var, orada bu çok güzel anlatılıyor. Çocuğumla beraber vakit geçirmenin ve sadece çizilmiş sınırlar içerisinde değil onun her şeyiyle ilgilenmenin nasıl benim değiştirdiğini gördüm diyen farklı farklı sınıflardan babalar var. Çizilen erkeklik rolünün dışına çıkıldığında erkeklerin ne tür bir çeşitliliğe açılabildiğini görmesi bu krizden çıkmanın en önemli yolu ama işte yara bende şifa da bende demek lazım. Ajda Pekkan’ın dediği gibi, “dert bende derman bende”. Bunu erkeklerin söylemesi lazım. Buradaki dert erkeklerde nasıl bir olumsuzluk yaratıyor, bunu haykırmaları ve çözüm üretmeleri gerekiyor. İlham almak için feminist harekete ve LGBTİ hareketine bakmanın oldukça faydalı olacağına inanıyorum.