Halkın sillesi

27 Temmuz 2016
“Darbe oldu evine dön” dediği an bir askerin boğaz köprüsünde bir vatandaşa, işte o an, darbenin püskürtüldüğü an oldu aslında. Bir daha darbe olursa evde oturmam, sokağa çıkma yasağına asla uymam diyen bir neslin ve onların yetiştirdiği çocukların, üzerine tank sürmekle sindirilemeyeceğini görmeyişleri, bizi anlamayışları, bizim şansımız. Haber sitelerine boğaz köprüsü üzerindeki asker ve tank […]

“Darbe oldu evine dön” dediği an bir askerin boğaz köprüsünde bir vatandaşa, işte o an, darbenin püskürtüldüğü an oldu aslında.

Bir daha darbe olursa evde oturmam, sokağa çıkma yasağına asla uymam diyen bir neslin ve onların yetiştirdiği çocukların, üzerine tank sürmekle sindirilemeyeceğini görmeyişleri, bizi anlamayışları, bizim şansımız.

Haber sitelerine boğaz köprüsü üzerindeki asker ve tank görüntüleri düştüğü, Ankara semalarında jetlerin alçak uçuşları başladığı an ilk aklıma gelen büyük bir terör ihbarı olmuştu. Korkunç bir saldırıyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüp saflıkla asker dahil güvenlik kuvvetlerimiz için evcek duaya durmuştuk bile.

Sosyal medyada boğaz köprüsünde bir askerin darbe oldu sözü yayılınca insanlar sokağa çıkmaya başladı. Medyadan önce gruplardaki arkadaşlarımızdan öğrendik 15 temmuz gecesi Ankara’da yaşanmakta olanları. Dikimevi önündeki tankları ve halkın bu tankları kuşatmış olduğunu, tankların geri çekilmek zorunda kalarak Kızılay meydanına giden caddeyi açtıklarını orda olan bir arkadaşımdan öğrendim. Kızılay meydanındaki bir arkadaşım “F16lar sürekli bomba atıyor, korkunç gürültülerle üstümüzden alçak uçuş yaparken her an bir yerler bombalanıyor” yazıyordu. Ve, ekliyordu hiç kimsenin kaçışmadığını, alanı terk etmeyi düşünmediğini… Ve, yanı başındaki genç bir kadının, 1 yaşındaki çocuğuyla gelmiş olan kadının “eğer bugün burada olmazsam ileride çocuğumun yüzüne bakamam” dediğini…

Sonra kimileri sonik patlama izahatına girişmişse de bu yüksek bilgi(!) o gece üstünden jet geçen insanların anlık ruh halini küçümsemeye ya da önemsizleştirmeye dönüşürse tehlikeli. 15-16 Temmuz gecesi ve sonraki günlerde ülkemizi bekleyen tehlikelerden biri de kalkışma püskürtüldüğü halde henüz isyandan ümidini kesmemiş sivil destekçilerinin harekete geçme ihtimali. Meydanlarda demokrasi nöbeti tutan geniş kitlenin kışkırtılması ihtimali… Bilerek bilmeyerek üzücü adli vakaların halk çatışması gibi sunulup ciddi çatışmalara dönüştürülmesi ihtimali… Darbe karşıtı geniş kitlenin demokrasi yanında ortaklaşmış farklı parti seçmenleri olduğu gerçeğinin gözden kaçması da tehlikelerden biri. Öfkeli kalabalıkların galeyana gelmiş ruh haliyle idam isteyip siyasetin buna prim vermesi de linç kültürünü beslemekten başka bir şey değil. Ancak tüm bu tehlikelere rağmen darbe girişimini püskürten halkın, kışkırtmaları da boşa çıkaracak ferasete sahip olduğuna inanıyorum.

Şimdi bir darbe kalkışması yapacak kadar güçlenmiş askeri cunta ile ve diğer kurumlardaki destekçileri ile hukuken ve idari olarak mücadeleye girişilmiş halde. Bu arada akıllara bir not düşelim halkın sillesini darbeyi püskürtürken önemseyenlerin halkın karar alma süreçlerine katılımını da önemsemesi gerekir. Bir düşünelim helikopter ateşi altında sokaklarda, jet bombaları altında meclisin içindeki vekilleri desteklemek amacıyla binanın çevresinde olmaktan kaçınmayan bir halk yasa yapım süreçlerine katılıp, idari uygulamaları izler ve raporlarken ne harikalar yaratır. Aklımızda tutalım da aklımız şu an ne kadar başımızda o ayrı soru. Jet ve helikopter bombardımanından sonra şimdi bilgi bombardımanı altında dumur halindeyiz. Artık şöyle bir derin nefes alıp sağlıklı düşünmeye de ihtiyacımız var.

OLMAZ İLAÇ SİNE-İ SAD PAREME

Bir haftadır hiç müzik dinleyemediğimi ürkerek fark ettim. Alanlarda, TV ve radyolarda duyduğum hiçbir parça ruhuma iyi gelmiyordu. İyi gelmemek şöyle dursun hepsi beynimi tırmalıyordu. Kendimden korktum. Kendimi sağaltma ihtiyacıyla hayat boyu müzik listemin bir numarasına keyfince kurulmuş olan şahane esere sarıldım, medet umarak. Olmaz ilaç sine-i sad pareme… Hacı Arif Beyin besteleyerek klasik müziğe kazandırdığı bu dizeleri, Namık Kemal de kendi döneminin toplumsal siyasal sorunlarıyla boğuşurken bir yudum sağlıklı nefes için mi kaleme almıştı, kim bilir, belki. Ardından hicazkâr sirto geldi. Bir başka darbe/isyan sonucu hazin ve hala karanlık bir ölümle hayata veda eden Sultan Abdülaziz’in bestesi de aldı götürdü ta Osmanlı darbelerine. Yine böyle bir cunta kalkışması / yeniçeri isyanı ve isyancılarla ortaklaşan bürokrasi vs. vs. İsyan bastırıldıktan sonra yaşanan olağan üstü dönemin olağan üstü tedbirleri… Tedbir dediğimiz de asmak, kesmek tasfiye etmekten ibaret bir siyasal kültürün yeniden icrası… Avazım çıktığı kadar haykırmak istiyorum.

AYRIK OTUNU TEK TEK YOLAMAZSINIZ BAYIM!

Ayrık otuyla etkin mücadeleye benziyor darbe kültürüyle etkin mücadele de… Toprakla uğraşanlar bilirler ayrık otu bulduğu boşlukları dolduran bir zararlıdır. Toprağın altında kökleri örümcek ağı gibi dolanır. Bu zararlı birbirinden aldığı güçle çoğalır. Bahçeyi, bağı, bostanı bakımsız bırakırsak görürüz ayrık otunu. Ve bir kere ayrık otu sardı mı bahçeyi tümden bellemek, belledikçe keseklerin içinden tek tek kökleriyle birlikte ayırıp imha etmek gerekir. OHAL tedbirleri böyle bir şey evet ama çare değil. Çare olaydı yeniçeri isyanlarından ittihat terakki komitacılığına ve bilindik darbeler tarihimizden günümüz cunta kalkışmasına dek köklü darbeci zihniyet yaşamazdı. Üçüncü yüzyıla devredecek kadar kökleşmezdi darbecilik kültürü. Hasılı kelam uzun çok uzun yıllardır yapılagelmekte olan siyasi, idari, hukuki hatalar nedeniyle 15-16 temmuz gecesini yaşadığımız bilinmeli. Etkin mücadele için tarlayı boş bırakmayacaksınız. Düzenli bakımı yapılacak. Mesele bu… Toplumsal siyasal düzlemdeki karşılığı meydanı hukuksuzluklara bırakmamak… Evrensel demokrasi kriterlerini yani herkesin bildiği ve sizlerin herkesten fazla bildiğiniz gerçekleri yaşama geçirmek.

ATANMIŞLARIN VESAYETİNDEN KURTULMALI SİYASET

Şimdi sadece bürokrasiye ilişkin gördüğüm sorunları yazacağım, sorun siyasette ve halkta değil atanmışlarda ve atamalarda olduğu için. Göz yummamak haksızlıklara ve haksızlıklardan siyasal fayda elde etmeyi terk etmek… Liyakat ve ehliyet esasıyla görevlendirdiğiniz bürokratları da toplumsal kesimlerin tümünü içerecek denli çoğulculuk anlayışıyla iş başına getirmek gerek. Toplumsal, siyasal aidiyet dengelerinin bürokraside kurulması idari yapıda çeteleşmeleri önlemek için gerekli. Yeterli değil elbet. Ancak şu an bizde görülen hataların başında bürokratik atamalardaki tarafgirlikler yer almakta. Ve, seçilmişlerin atanmışlardan üstün tutulması gerekliliği elzem, milli irade diyorsak, demokrasi diyorsak önemli olan seçilmişlerdir. Ülke milletvekili dokunulmazlığını diline dolarken pek çok asker sivil kamu görevlisine yargı masuniyeti getirildi. Yargılanamaz kıldığınız bürokratı çalıştıramazsınız. Çalışırsa da siyasete ve halka değil kendine veya başka birilerine çalışır işte görüldüğü gibi. Atanmışlara değil üstünlüğü seçilmişlere vermek, cunta çeteleşmeleriyle mücadelenin ilk şartı. Kalkışmayı püskürten halkı, meydanlara çağırırken halkın seçtiği vekilleri bu cuntacı bürokratların önüne atmış olduğunuzu da hatırlamalısınız. Yanlış çok, kaçırılan demokratikleşme fırsatını, darbe anayasasını ilga etmekte ayak sürüyen siyaseti, ülkemiz siyasetinin son beş yılını didiklemek gerek ama şimdi son olarak değinmek istediğim şey darbe ve kadın konusu.

YARIM AKILLI DÜŞÜNCE DÜNYAMIZ

Ülkemiz siyasal düzeni tümüyle erkek aklının ürünü. Karar mekanizmalarında yer alan kadın azlığından söz etmiyorum, sadece cinsiyet oranı değil konu. Egemen eril zihniyetin her alana hakim oluşuna dikkat çekmek istiyorum. Tabi yarım akıldan kastım toplumun kadın yarısının toplumsal siyasal hayatta söz sahibi olmayışı ama daha çok düşünme fikir üretme uygulama pratiklerinin eril hegemonya altında kalması. Beyninin sadece bir yarısını kullanıp diğer yarısını körelten bir insan ne durumda olursa işte şu an toplum olarak o haldeyiz. Tek kanatlı kuş uçamaz demişti yakınlarda Sayın Cumhurbaşkanı ve evet yarım akıllı toplum da işte böyle habire tökezliyor. Sizler de yarım akıllı düzenlemeler tökezlediğinde kadınları meydana çağırırken hatırlıyorsunuz. Darbe karşısında kurtarıcı gördüğünüz kadınları, darbe sonrası düzenlemede karar vericilikten dışlarsanız benzerlerini gene yaşarız. Kadın sayısının artması yetmez elbet. Eril zihniyetin geriletilmesi eşitlikçi olmakla mümkün ancak… Meydanlarda mermilerden eşit nasiplenenleri karar mekanizmalarında da eşit düzlemde görmeliyiz, başlangıç olarak.

Erkek aklından ibaret, kadın aklını dışlamış sistemin düşünce pratikleri yazık ki kadın savunusunda da karşımıza çıkıyor. Uçtan uca eril şifrelerle donanmış kadın savunusu metinleri okumaktan bizarız. Sorumluluğu kadına yıkan anlayışın ve kadını kozmetik unsur gibi görülmesiyle, orda var oluşuyla sınırlayan eril zihniyetin hiç değilse kadın savunusu metinlerinde değişmesi gerek. Biri çıkıp meydanlarda hiç kadın görünmüyor dediğinde bir diğeri çıkıp alanlardan kadın fotoğrafları sunmayı seçiyor. Bu mudur meselemiz sevgili kadınlar, bu mudur? Alanlarda kadınlar vardı evet, darbeyi püskürtenler arasında kadın çoktu ama işte bakın darbeci cunta içinde de kadın var. Kadını var oluşuyla tanımlayarak oraya buraya yerleştirmeyi seçenler cinsiyetçi geleneksel bakıştan kurtulamamış olduklarını bilmeli. Derdimiz doğumhanedeki cinsiyet oranlarının hayat boyu siyasal ve toplumsal düzleme aynı sayısal oranda yansımasından ibaret değil. Zihinlerimizin kadına rol biçme eğiliminden kurtulması.