#Yutmayız: geç kalınmış bir kampanya

25 Mayıs 2016
Murat Karacan, Greenpeace’in tavuk üretim şirketlerini, sağlıklı tavuk için harekete geçmeye çağıran Yutmayız! Kampanyası üzerine bir yazı kaleme aldı. Karacan, “Tohum konusunu halletmeden bunların hiçbirini çözemezsiniz. Tohum konusunu dile getirip çözmek ve doğru ürün tüketimini örgütlemek gerekmektedir. Burada çok sağlam bir işbirliğine ihtiyaç var. Hemen her kuruluşun ve herkesin, birbirine kulak vermesi gerekmektedir. Eğer bunu […]

Murat Karacan, Greenpeace’in tavuk üretim şirketlerini, sağlıklı tavuk için harekete geçmeye çağıran Yutmayız! Kampanyası üzerine bir yazı kaleme aldı. Karacan, “Tohum konusunu halletmeden bunların hiçbirini çözemezsiniz. Tohum konusunu dile getirip çözmek ve doğru ürün tüketimini örgütlemek gerekmektedir. Burada çok sağlam bir işbirliğine ihtiyaç var. Hemen her kuruluşun ve herkesin, birbirine kulak vermesi gerekmektedir. Eğer bunu yapamazsak, hep o paradoks içeren soruyu sormaya devam eder dururuz; tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?” diyor:

Birkaç hafta önce bir meslek haberi paylaşılıp duruyordu sanal alemde adı Seksörlük olan. Bu mesleğin mensubu olan kişinin işi, yumurtadan çıkmış olan saatlik civcivlerin cinsiyetini söylemekti. Meslek, aylık geliri çok yüksek (12.000 Tl), gelin bu işi seçin başlığı altında paylaşıma girmişti.

Endüstriyel tavukçuluk adına çok önemli bir meslek olması, haberde şu kelimelerle anlatılıyordu; ‘’ortalama bir civcivin cinsiyetinin kendiliğinden belli olması için 45 günlük olması lazım. Bu süre içerisinde ibiği çıktığı için  zaten cinsiyeti belli olur. Geçen bu zamandaki bakım masrafları, tavuk çiftlikleri için büyük bir kayıp demektir”.

Burada ilgi çekici nokta, civcivin cinsiyetini anlamak için geçmesi gereken 45 günlük sürenin bekleme maliyetinin yanında, Seksör’e ödenen 12 bin TL’nin çok küçük kalmasıydı. Yani, tavukçuluk endüstrisinin 45 gün bekleyerek normal bir şekilde cinsiyet belirlemeye dahi sabrının olmadığı haberden anlaşılıyordu. Bu süreyi beklemek yerine, yaptığı işin adı ‘’Seksör’’ olan elemanı, ülke şartlarında oldukça tatmin edici sayılabilecek bir maaş ile istihdam etmek çok daha ucuza geliyordu.

yutmayiz2

Bu haberi paylaşmamın bir numaralı sebebi, ülkemiz endüstriyel tavukçuluk sektörünün ne kadar büyük olduğuna dair ilgiyi çekmek içindir. Böylesine devasa büyüklükte olan bu sektörün başında bir sıkıntı dolaşmakta bugünlerde. Bu sıkıntının sebebi, başlığı ‘’YUTMAYIZ!’’olan bir kampanya.

Dünyayı Tüketmek adlı raporunu kamuoyuyla paylaşan Greenpeace isimli aktivist kuruluş tarafından düzenlenen ve destek bulan bu kampanyayla, YUTMAYIZ!  diyerek tavuk üretim şirketlerini, sağlıklı tavuk için harekete geçmeye çağırıyorlar. Şirketlere 2020 yılına kadar, sağlıklı tavuk üretimi için yol haritanı ortaya koy baskısı yapmaktalar.

Neredeyse, çakmak ateşi ısısında pişirilebilen bir hale gelmiş olan tavuk etinin, yeniden 2-3 saat aralığında pişirilerek tüketilmesini hangimiz istemeyiz ki? Bu çağrıyı, birçok insan gibi oldukça anlamlı, fakat bir o kadar da geç yapılmış bulduğumu söylemeliyim.

‘Geçmişte bu destek ortaya konabilmiş olsaydı, bugün en azından, kampanyaya konu olan sektör kendisine çekidüzen vermiş olabilirdi’

Bu çağrıyı geç yapılmış olarak görmemin en temel sebebi, bu çağrıyı yaparak kampanya başlatan ya da bu çağrıya kulak vererek omuzdaş olan kuruluşların hemen hepsinin yerelde ve tabii ki kırsalda yapılan çağrılara geçmişte kulaklarını kapamış olmalarıdır. Geçmişte bu desteği ortaya koyabilmiş olsalardı, bugün en azından, kampanyaya konu olan sektör kendisine çekidüzen vermiş olabilirdi.     Geç kalındı bu konuda çünkü, konu kuş gribinden dolayı horoz ve tavuk popülasyon dengesinin bozulmasından sonra bir hız, bir ivme kazandı. Bu durumu kırsalda, geleneksel tarımı, aile çiftçiliğini, doğru küçük üreticiyi destekleyen birkaç kişi olarak, bahsedilen antibiyotik konusunu yıllardır dile getirmeye çalışan insanlar olarak ele aldığımızda, antibiyotik derdine destek veren kurumların, üye sayılarının büyüklüğünden başka verebileceği desteğin olmadığını söylemeliyim. Bu konuyu yıllardan beri anlatan, bu konuların bir yaşam konusu olduğunu, önlem alınması gerektiğini anlatanlara kulaklarını tıkadılar senelerdir. Zaten, ziraat odalarında da doğru dürüst eleman ve maalesef uzman yok. Şirketlerin dediklerine gelince ortaya çıkan görüntü, termik santral kurmaya çalışan şirketlerin mahkeme salonlarında yaptığı savunmanın aynısı, yani diyor ki, mevzuata uygun davranıyorum. Mevzuata aykırı bir durum yoksa, sağlıklıdır algısı yaratılıyor burada.

Geçtiğimiz yıllarda salma tavuk olarak tabir edilen, arazide gezerek yumurtlayan tavuk satışının, yaşadığımız yörede endüstriyel tavuk satışına ciddi bir darbesi oldu. Burada, tavuğun tek özelliği arazide gezmesi, sakın işte doğru tavuk bu denilmesin. Çünkü, tavuğa verdiğiniz yem endüstriyel hala. Bu yemle beslenmeyen tavuktan tatmin edici yumurta sayısı elde edemiyorsunuz çünkü. Salma tavuğu besleyip, onu satana kadar yumurtadan para kazanmak lazım ki çark dönsün bu şekilde tavuk üreten için. İşte bu durum karşısında, endüstriyel tavuk üreticileri, salma tavuk yetiştirip satan köylüye bedava yem dağıttı. sonrasında, salma tavuk sayısında düşüş oldu. Tavuklar öldüler ve telef oldular çünkü. Yani, sistem böyle çalışıyor ve acımasız.

yutmayiz1

Beslediğiniz tavuğu normal yemle beslediğiniz zaman aldığınız yumurta sayısı oldukça düşük. Elde edilen yumurta çok değerli ama gelin görün ki fiyat maliyet oranı çok yüksek ve iş çok meşakkatli. Bu tarz yumurtalara biçilen fiyatın tane başına üç lira olduğunu belirtmeliyim. Konuyu çok uzattım, YUTMAYIZ! oldukça güzel bir kampanya başlığı. Algıya oldukça net bir şekilde etki ediyor. Fakat, bütüncül bir yönetim anlayışı ortaya koyamayan omuzdaşlar ile hareket etmek, ilerleyen günlerde çeşitli sıkıntıların oluşmasına sebep olacaktır.

Bu sıkıntılar, yukarıda bahsettiğim gibi, küçük üreticiye, köylüye, yerel çiftçiye kulak verilmediği için ortaya çıkacaktır. Çünkü, yıllardan beri tarım ve tohum konusunda, girdilere, çıktılara dikkat çeken bu kesim ihmal edildi, dinlenilmedi. Onların önerileri üzerinden yapılmış hayata geçirilmiş proje sayısına baktığımızda da ihmal edildikleri görülebilir. Ağızlarından polikültürü düşürmeyen kuruluşlar, mono kültür üzerinden hareket ettiler. Bugün bu kampanyaya destek verdiklerini söylemeleri de oldukça manidar. Bu kuruluşlara sormak lazım, kaç tane doğru ürün üreten küçük üretici ile ilişkiniz var?

Ayrıca, kampanya bildirisinde de bahsedildiği gibi, GDO büyük sorun. Atalık tohumların yok olduğu, tohum takas şenliklerinde kimlerin eline geçtiği belli olmayan ortamların yaşandığı bir ülkede yaşıyoruz. GDO sorun diyoruz ama tavuğun GDO’suz bir yemle beslendiğinde yumurta verim sayısındaki azlığı unutuyoruz. Sistemin verimlilik üzerinden yürüdüğünü unutuyoruz. Herkesin dilinde olanın o olduğunu göz ardı ediyoruz. GDO diyoruz ama köylüye verilen teşvikin GDO kullanımını artırdığını dile getirmeden 2020’ye kadar şirketlere süre tanıyoruz. GDO diyoruz ama kapalı olan tohum bankalarının açılması gerektiğini, en son noktada yerli tohum yasasını dile dolamayı hep unutuyoruz.

‘Tohum konusunu halletmeden bunların hiçbirini çözemezsiniz. Tohum konusunu dile getirip çözmek ve doğru ürün tüketimini örgütlemek gerekmektedir’

Kısacası, köyü, köylüsü elden gitmiş, ucuz, temelsiz tarım, hayvancılık politikalarına kurban edilmiş bir durumdayız. Mevzu, sistem egemenleri tarafından istenilerek buraya getiriliyor. Yani, sistemi tehdit etmediğiniz sürece bir sorun yok. Bu başlatılan kampanyanın da, oldukça fazla iyi niyet içerdiğine ben eminim. Ama işte kalkıp, kökten değişim sağlayacak işleri ortaya koyamadığımız sürece, – mış gibi yapıyor olacağız her daim. Ülkenin tarım, hayvancılık politikaları yeniden ele alınmalı, ayakları toprağa basmış, elleriyle saatlerce çapa yapmış kişilerin görüşleri de mutlaka sorulmalıdır. Yoksa, tavuk ve antibiyotik biter, büyükbaş hayvan, kırmızı et ve beslenmesi için kullanılan, GDO’lu mısır konusuna başlarız. Kırmızı ve beyaz et biter, sebze meyve konusuna geçiş yaparız.

Tohum konusunu halletmeden bunların hiçbirini çözemezsiniz. Tohum konusunu dile getirip çözmek ve doğru ürün tüketimini örgütlemek gerekmektedir. Bu konuyla ilgili bir çalışma başlatmadan, çözüm üretemeyiz. Burada çok sağlam bir işbirliğine ihtiyaç var. Hemen her kuruluşun ve herkesin, birbirine kulak vermesi gerekmektedir. Eğer bunu yapamazsak, otorite benim herkes beni takip etsin, en doğruyu ben biliyorum, kurtarıcı benim peşimden gelin modelinde bir davranış sergilersek, hep o paradoks içeren soruyu sormaya devam eder dururuz; tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan?  Sorusunu.

Amacımız uzmanlaşmaktan çok daha öte olan ustalaşmak çünkü. Ustalaşırken bilgeleşmek ve polikültür temelli bir yapı kurmak.