“Cinsel istismar mağdurları adaletin yerine geldiğini görmeli”

15 Mayıs 2016
Karaman’daki tecavüz vakası birkaç ay önce gündeme bomba gibi düştü. Düştü ve ne oldu? Konunun bir tarafı dini eğitim ve mevcut iktidara yakın bir vakıf olunca bir bomba daha patladı. Bir taraf Ensar Vakfı’na “tecavüzcü vakıf” söylemi ile topyekün saldırıya geçerken, bir taraf Ensar Vakfı’nın sözcülüğünü, savunuculuğunu yaptı. Bir taraf “hükümet/bakan istifa” diye haykırırken, bir […]

Karaman’daki tecavüz vakası birkaç ay önce gündeme bomba gibi düştü. Düştü ve ne oldu? Konunun bir tarafı dini eğitim ve mevcut iktidara yakın bir vakıf olunca bir bomba daha patladı. Bir taraf Ensar Vakfı’na “tecavüzcü vakıf” söylemi ile topyekün saldırıya geçerken, bir taraf Ensar Vakfı’nın sözcülüğünü, savunuculuğunu yaptı. Bir taraf “hükümet/bakan istifa” diye haykırırken, bir taraf yayın yasağı getirerek konuyu görünmez kılmaya çalıştı… Politik tarafgirlikle hazin bir vaka üzerinden tartışmaları sürdüren taraflar, özellikle sosyal medya aracılığı ile saldırı/savunu hattını sağlamlaştırırken, mağdurlar ise hala mağdurdu… ne hissediyorlardı, gece uyurken ne düşünüyorlardı, bundan sonra onları nasıl bir hayat bekliyordu… bilemediler… bilemedik…

adem-arkadaş1

Mehmet Ali Çalışkan, Sivil Sayfalar için yazdığı “Algı savaşlarında kaybolan mağduriyet” yazısında, bu tartışmalar arasında görmezden gelinen mağduriyete dikkat çekmiş ve ideal siyaset-devlet-STK ilişkisini masaya yatırmıştı. Şimdi ise Sivil Sayfalar olarak cinsel istismar mağduriyetini Uluslararası Çocuk Merkezi Merkezi Çocuk/İnsan Hakları Sorumlusu Adem Arkadaş-Thibert ile konuştuk. Çocuk haklarına ilişkin pek çok proje yürüten, katkı sunan Arkadaş-Thibert ile Karaman vakası özelinde çocuk istismarını, öğretmen-öğrenci ilişkisinin sınırlarını, mağdurlar için bundan sonra ne yapılması gerektiğini, çocuklarla ilgilenen sivil toplum örgütlerinin dikkat etmesi gereken noktaları, çocukları istismara karşı nasıl koruyabileceğimizi konuştuk.

 “Çocuk istismarı” denildiğinde ne anlamalıyız?

Ben, “çocuğun görece güçsüz durumundan faydalanılması ve onun bu durumunun kötüye kullanılmasını” anlıyorum. Karaman olayını konuşacak olursak da  bu “çocuğun cinsel istismarı” oluyor; çocuğun cinsel bütünlüğüne karşı işlenmiş bir suçtan bahsediyoruz.

Karaman ve sonrasında patlak veren pek çok olayda öğretmen-öğrenci ilişkisinin kötüye kullanılmasını da görüyoruz bir yandan… Kurumsal bir ilişki içindeyken yaşanan cinsel istismarın suçun niteliğini artırması gerekmez mi? Bunu hiç konuşamadık…

Normalde yaşanan tüm istismarlarda, genel başlıkla “şiddet”te zaten bir güç dengesizliği var. Güçlü olan, güçsüz olana karşı konumunu kullanıyor. Gücün kendini gösterme biçimlerinden biri de otorite. Böyle bir ilişkide de direkt otoritenin kötüye kullanılması var. Güç zaten çok çekici bir şey, otorite çok çekici bir şeydir. Genç ve güçsüz biri ya da şöyle diyelim; hala otoriteyi tam kafasına oturtamamış birini bu güce doğru çok rahat çekersin. Ama bu, o kişinin bu durumu kötüye kullanabileceği ve bundan çıkar elde edebileceği anlamına gelmez.  Öğretmen öğrenci ilişkisi eğitim ilişkisidir. Bir bilenin, konuyu öğrenmesi gereken birine öğretme ilişkisi vardır. Bunun dışındaki tüm ilişkiler sakıncalı ilişkilere dönüşebilir. Türkiye’deki yasalar bu konuda hukuku yorumlamada açık bırakıyor. 15 yaşının üzerindeki çocukla öğretmenin cinsel ilişkiye girmesinin herhangi bir engelleyici durumu yok gibi yorumlandığı ya da öğretmen lehine çıkan kararların olduğu davalar medyada duyuldu. Yasaların, böyle bir durumu “otoriteyi kötüye kullanmak” olarak açıkça yazıyor olması lazım, çocuğa cinsel ya da diğer şiddete yasal özür oluşturabilecek hiçbir yasa kabul edilemez ve eksik/yanlıştır.

Karaman olayından sonra özellikle çocuğa yönelik cinsel istismar suçlarında gözle görülür bir artış var. Cinsel istismar mı artıyor yoksa konuşulur hale mi geldi?

Bunu söylemek güç, çünkü eskiye dair temel bir veri setimiz yok. İkisi de artmış olabilir. Ama şunu söyleyebiliriz, örnekler arttıkça insanlar biraz daha rahat ediyor, daha rahat konuşabiliyor. “Benim de başıma gelmişti. Demek ki kötü bir şey… herkes karşısında durdu. O zaman ben de söyleyebilirim” diyerek cesaretleniyor. Cinsel istismara uğramış tüm güçsüz bırakılmış gruplar kadınlar, çocuklar daha rahat bir şekilde raporluyor, söylüyor olabiliyorlar. Tabi aynı zamanda medyanın da ilgisi arttı.

Karaman vakasıyla ilgili dava sonuçlandı, peki sizce konu kapandı mı?

Konu kapanmadı tabi ki ve aslında dava da kapanmadı… temyiz süreci başladı. Konunun kapanması imkansız… Konuyu zaten tüm kurumlar üzerinden düşünmek gerekiyor. İlk yapılması gereken, çocukların güvende oldukları örgütlenmeler ya da örgütler oluşturmak. Devletin verdiği örgün eğitim dışında, alternatif eğitim ve bakım hizmeti veren ortamların çocuklar için güvenli hale getirilmesi için yapılması gereken pek çok şey var. Son günlerde patlak veren olaylar bunların yapılması gerekliliğini gün yüzüne çıkardı. Ayrıca hala ne kadar mağdur var bilmiyoruz. Bunun tespiti gerekiyor.

Bu vakadan sonra belki de en çok “cinsel istismara uğrayan mağdurlarla ilgili ne yapılmalı, çocuklar nasıl korunmalı”yı konuşmalıydık ama maalesef başka konuları konuştuk, tartıştık durduk… Sizce mağdurlar için bundan sonra nasıl bir hayat tanzim edilmeli?

Bir seri yapılacak iş var aslında mağdurlar açısından. Bir kere en baştan çocuklar yeterince korunmadı, kimlikleri, yaşadıkları yerler açığa çıktı. Bundan sonrası için öncelikle buna dikkat etmek gerek. Karaman’da cinsel sömürü çerçevesinde yıllar süren bir travma yaşamışlar. Bu travma çevreyle de katlanmış ve artmış. Bu durumdaki çocuğa yıllar süren bir rehabilitasyon hizmeti sağlanıyor olması gerekir. Bu uzun süreçte, çocuğun güvendiği pek çok dağa kar yağmış durumda. Adaletin yerine geldiğini çocukların biliyor olması gerekiyor. Adalet bir kişiyi cezalandırarak da yerine gelmiyor. Olayı görmezden gelenler varsa onları da tespit etmek lazım. Ayrıca çocuğun, ailesinin ve çevresinin korunması ve yine bu tip olayların bir daha yaşanmaması için pek çok adım atıldığının gösterilmesi gerekiyor.

Nasıl adımlar atılmalı peki?

Yasaların tamamen elden geçmesi gerekiyor. Model yasalar var aslında… bu model yasalar Türkiye açısından uyulması zorunlu uluslararası sözleşmelerdir. Örneğin, Avrupa Konseyi’nin çocuğu cinsel istismar ve sömürüden korumak için hazırladığı Lanzarote sözleşmesinde teker teker neler yapılması gerektiği yazıyor. Bunların yasaya tek tek girmesi gerekiyor. Çocuğa karşı bir suç işlenirse, devletin çocuğu koruma, kavuşturma açma ve adaletinin yerine gelmesini sağlama, rehabilitasyon hizmetleri yürütme ve bir daha olmamasını sağlama yükümlülüğü var. İşe alınan kişilerin çocuklarla çalışmaya uygun olup olmadığını iyi seçmeleri gerekiyor.

Devletin yükümlülüklerini yerine getirmesi, yasal düzenlemeler dışında konuya ilişkin toplumsal duyarlılığı artırmak için sivil toplum neler yapabilir? Çocuk istismarını engelleyecek bir eylem planı var mı?

Çocuğa karşı şiddetin engellenmesi ile ilgili bir eylem planı taslağı var, henüz çıkmadı. Çocuk hakları ile ilgili bir eylem planı var ama o da uygulanmıyor ya da biz uygulandığını görmüyoruz. Yapılması gerekenler aslında belli. Bir kere çocukların kolayca ulaşabileceği ve değişik yaş grupları için düşünülmüş bilgilendirme, başvuru mekanizmaları yok. Çocukların kendilerini kötü hissettiklerinde arayabilecekleri “benim başıma şunlar geliyor” diye.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın ALO 183 hattı var…

Alo 183 pek çok grup için ve kimlik numarası ya da anne baba onayı istiyor.  Bu hattın sadece çocuklar için olması gerekiyor. Tüm dünyada var bunlar, çocuk yardım hatları deniyor… Sivil toplum örgütleri ile devletin ortak oluşturması gerekiyor. Araya kötü niyetli arayışlar da girecektir ama değişik şekillerde facebook, twitter üzerinden çalışacak sistemler olması gerekiyor. Çocuklar rahatlıkla kendilerini ifade edebilmeli. Sadece onları dinleyen, onların dilinden anlayan onların anlayacağı şekilde konuşan bağlantılara ihtiyaç var. Ayrıca, çocukla ilgili herhangi bir şey olduğunda ilk merciler adli merciler… mağdurlara ulaşacak adli olmayan mercilerin olması gerekiyor.

Konuya ilişkin tartışılmayan bir başka konu da devlet ve stk ilişkisi… özellikle denetim mekanizmaları… Devlet, özellikle çocuklarla çalışan sivil toplum kuruluşlarını nasıl denetlemeli?

Alternatif bakım ve eğitim veren kurumların düzenli bir şekilde, hem Aile Bakanlığı, hem de Milli Eğitim ve Sağlık bakanlıkları tarafından denetlenmesi gerekiyor. Aslında STK’ları kapsamıyor ama devlet elindeki kurumlar için minimum standartlar oluşturuldu. STK’ların da bu standartları kullanması gerekiyor. STK’ların kendilerinin, işe alacağı kişilere bakması gerekiyor, çocukla çalışmalar yapıldığında belli standartlar koyması gerekiyor. “Çocukla tek kişi görüşme yapamaz, görüşmeler kayda alınır” gibi… Çocuk koruma politikalarının oluşturulması gerekiyor. Bir kötü iş tüm işinizi mahvedebilir.

Sivil toplum kuruluşu ile devlet ilişkisi nasıl yapılandırılmalı?

Sivil toplum örgütünün tamamen sivil örgütlenmeler olması gerekiyor. Devletle ilişkiniz olabilir, siyasi bir ilişkiniz de olabilir ama partizan bir ilişkinin olmaması gerekiyor. Devletle ilişkide STK bir güven aralığı içerisinde hareket etmeye başlarsa, bu güven aralığı sonradan iyice büyürse bir rahatlama yaşanıyor ve sonrasında yapılan her şey yanına kalacak sanılıyor. Tüm sivil toplum örgütlerinin hesap verebilir, devletin de hesap verebilirliği uygulayabiliyor olması gerekiyor. Tüm grupların çocuklara karşı, ailelere karşı hesap verebiliyor olması ve bundan korkmaması, çekinmemesi, ayıplamaması, kendini suçlu hissetmemesi, defansa savunmaya geçmemesi gerekiyor.

En çok konuşulan bir başka konu dini eğitim… Sivil toplum örgütleri çocuklara dini eğitim vermeli mi?

Konuya çocuk hakları temelli bakacak olursak, çocuğun kendi din özgürlüğü hakkı var. Anne ve babanın çocuğa doğru ya da yanlışı öğretme gibi bir derdi var. Eğer ki çok felsefi bir eğitim vermek derdinde değilse bunu din eğitimi ile tamamlamak istiyor. Ama çocuk belli bir yaşa gelene kadar soyutu anlayamaz. Çocuğa 12 yaşına kadar hiçbir dinle ilgili baskı yapmamak gerekiyor. Dinle ilgili pek çok şey okuyabilir ama hiçbir dinle ilgili baskı yapmadan, özgür bırakmak gerekiyor. Çocuk zaten okuyarak ve çevresindekileri görerek kendi kararını veriyor.

STK’ların eğitim vermesi konusuna bakacak olursak, herhangi sivil toplum örgütü böyle bir eğitim ya da başka bir eğitim veriyor olabilir ama çocukları koruyabilmelidir. Çocuklar o örgütlenmenin korumasına verilmiş demektir ama bu koruma kötüye kullanıldığında devlet bu kötüye kullanılmayı cezalandırmak, neden kötüye kullanılmışı anlamak ve bir daha kötüye kullanılmasını engellemekle yükümlüdür. Çocukları korumakla yükümlüdür. O yüzden dini eğitim vermesi çok dert değil… din eğitimi de verilebilir, başka bir eğitim de verilebilir. “Aile neden gönderiyor”a bakılabilir. Çok fazla şansı olmadığı için, yakınlarda bir okul olmadığı için gönderiyor olabilir. 200 metre ötede bir okul olsa oraya gönderirdi ama cinsel istismar her yerde olabiliyor belki de evinde oluyor. İnsanların çocuklarına doğruyu yanlışı öğretmek gibi bir kaygısı var.

Çocuğu cinsel istismardan korumak için son günlerde sosyal medyada dolaşan reçeteler var. Bu reçeteleri uygulamanın faydası var mı?

Çocuğa küçük yaşta “bu benim bedenim”i öğretmek gerekiyor. Bizim 5’te 1 diye bir çalışmamız var, yurtdışında da yürüyen bir çalışma. Burada 4 kural var. Bir tanesi, “vücut senin vücudun, başka kimsenin değil, bedenin üzerindeki tüm haklar senin”. İkincisi “İyi dokunuş kötü dokunuş ya da iyi bakış kötü bakış var. Öyle bir şey hissettiğinde hayır deme hakkına sahipsin”. Üçüncüsü, “Sır saklama ve hemen söyle. Başına kötü bir şey geldiğinde karşındakine, güvendiklerine muhakkak söyle”. Sonuncusu da, “Çocukları korumak yetişkinlerin görevi, çocuğun kendi görevi değil. Aileye çok erken yaşlardan itibaren cinsel haklar ve cinsellik eğitiminin verilmesi gerekiyor”. Bu eğitim cinsel kelimesi geçmeden tüm derslerin içine de girebilir, tüm müfredata yayılabilir.