Kadına yönelik şiddetle etkin mücadele için kurumlar arası koordinasyon ve bütçe şart

18 Nisan 2016
Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın, Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlediği “2010’larda Erkek Şiddetine Karşı Kadın Sığınakları ve Dayanışma Politikaları: Türkiye’den ve Avrupa’dan Deneyim Paylaşımları” başlıklı uluslararası konferansa, 11 ülkeden, 40 Kadın ve LGBTİ örgütünden 200 kişi katıldı. Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, Heinrich Böll Stiftung Derneği ve Sivil Toplum Kuruluşları İçin Destek’in (TACSO) finansal desteğiyle gerçekleştirilen Konferans’ta, […]

Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın, Kadir Has Üniversitesi’nde düzenlediği “2010’larda Erkek Şiddetine Karşı Kadın Sığınakları ve Dayanışma Politikaları: Türkiye’den ve Avrupa’dan Deneyim Paylaşımları” başlıklı uluslararası konferansa, 11 ülkeden, 40 Kadın ve LGBTİ örgütünden 200 kişi katıldı.

Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu, Heinrich Böll Stiftung Derneği ve Sivil Toplum Kuruluşları İçin Destek’in (TACSO) finansal desteğiyle gerçekleştirilen Konferans’ta, Almanya, Avusturya, İsveç, Polonya, Macaristan, İngiltere, Bulgaristan, Polonya, Hollanda, İspanya ve Türkiye’den kadına yönelik şiddet alanında mücadele eden kadın örgütlerinin deneyimleri üzerinden paylaşım ve tartışmalar gerçekleşti. Konferans, kadına yönelik şiddetin yaygınlığını, buna karşı mücadelede bağımsız kadın örgütlenmelerinin varlığının ve kurumlar arası koordinasyonun önemini, Avrupa ve Türkiye örnekleri üzerinden bir kere daha gözler önüne serdi.

Öne çıkan tartışma konuları

Kadına yönelik şiddetle etkin mücadele için bağımsız kadın örgütlerinin ve devlet kurumlarının nasıl bir model içinde birlikte çalışabileceği, kadın örgütlerinin bağımsızlığının önemi, kadına yönelik şiddet alanında bilgi ve deneyimi olan kadın örgütlerinin görmezden gelinmesi ya da marjinalize edilmesi, kadına yönelik şiddetle mücadeleye yeterli bütçe ayrılmaması, kamu kurumlarının yetki ve sorumluluklarını yerine getirmiyor olması, var olan yasaların uygulamasındaki sorunlar, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamanın bir devlet politikası haline gelmesinin önemi konferansın öne çıkan tartışma konuları oldu.

Konferansın önemli çıktılarından biri, kadın örgütlerinin biriktirdiği deneyimleri ve yaklaşımları önemseyen devletlerin kadına yönelik şiddetle mücadele daha etkin bir model oluşturabildiği oldu. Viyana modeli de bunun örneklerinden biri.

Viyana modeli: 9 müdahale merkezi

Konferansın birinci gününde konuşan Viyana Aile İçi Şiddete Karşı Müdahale Merkezi’nden Tamar Çıtak, Müdahale Merkezi’nin öneminin başta devlet tarafından anlaşılmadığını ancak mücadeleleri sonucunda devletin müdahale merkezlerinin önemini kabul etmek zorunda kaldığını paylaştı. Şu anda Avusturya’da 9 müdahale merkezi bulunuyor; bu merkezler bağımsız kadın örgütlenmesi tarafından yürütülüyor ancak masraflarının tamamı devlet tarafından karşılanıyor.

Avusturya’da sürdürülen çalışmanın merkezinde kadın bulunuyor. Şiddete maruz kalan bir kadının izlediği süreç ise şöyle:

  • Polis en geç 48 saat içerisinde Müdahale Merkezi’ne durumu bildiriyor.
  • Polisin bildiriminden sonra, Müdahale Merkezi kadınla bire bir iletişime geçiyor ve ihtiyaç duyduğu destekleri sağlıyor. Bu desteklerin sağlanması aşamasında aile içi şiddete karşı çalışan kurumlar düzenli olarak bir araya geliyor, vaka ile ilgili bilgileri birlikte değerlendiriyor, alınan kararları birlikte uyguluyorlar.

Avusturya modeli üzerinden toplantıda en çok dikkat çeken noktalardan biri de güvenlik gerekçesiyle adres bilgilerini gizlemek isteyen bir kadının bunu tek bir dilekçeyle yapabilmesine imkân tanıyan, kurumlar arası koordinasyonun varlığı oldu. Çıtak, adresini gizleyen hiçbir kadının şiddet uygulayan erkek tarafından bulunduğu bir vakayla karşılaşmadıklarını paylaştı. Türkiye’de gizlilik kararı olduğu halde şiddet uygulayanlar tarafından kadınların bulunduğu çok sayıda örneğin varlığı düşünüldüğünde, devletin isterse bu sistemi rahatlıkla hayata geçirebileceği Avusturya modeli üzerinden bir kez daha görüldü.

morcat

Sığınakların durumu: Devlete sığınma fikri

Almanya Bağımsız Kadın Sığınakları Bilgi Merkezi’nden (ZIF) Britta Schlichting bağımsız kadın sığınaklarında prensip ve kavramlar hakkında yaptığı sunumda Almanya’da her 4 kadından birinin ev içi şiddete maruz kaldığını ve 40 yıllık deneyime rağmen halen kadın sığınaklarının bürokratik ve finansal zorluklarla karşılaştığını aktardı. Türkiye’den Berna Ekal ise belediye sığınakları üzerine yaptığı etnografik çalışmayı aktarırken kamu sığınaklarında dayanışma fikri yerine “devlete sığınma” fikrinin hakim olduğunu vurguladı. Yerel ve kamu kurumları bağımsız sığınakları maddi olarak desteklemeyi de gündemlerine almıyorlar. Feministler tarafından da belediyeler ve devletten sığınak talep edilirken, sığınakların kalan kadınlar üzerinde kurdukları iktidarın niteliğinin düşünülmesi gerekliliğini ifade etti.

Şiddetten uzak yaşamlar kurmak

Mor Çatı psikologlarından Feride Güneri, şiddet uygulayan erkeklerin ne tür yöntemlerle şiddeti sürdürülebilir kıldıklarını ve kadınların şiddet yaşantısından çıkabilmek için neler yapabileceklerini paylaştı. Güneri, “Şiddet bir davranış değil bir düşünce biçimidir. Şiddeti ancak uygulayan durdurabilir çünkü şiddet bilinçli bir tercihtir, çok söylendiği gibi şiddettin nedeni, bunalım, alkol ya da ruhsal bozukluklar değildir. Bu yüzden sizi, şiddetin içinde tutabilmek için çeşitli taktikler uygularlar. Bu taktikleri görebilmek, şiddet yaşantısından çıkabilmek için önemlidir” dedi.

Hilary Abrahams, şiddetin kadınların güven duygusunu sarsıcı etkilerini ve kadınların şiddet yaşantısından çıkabilmek için ne tür desteklere ihtiyaç duyduklarını paylaştı. Abrahams’a göre, kadınlar şiddetten yaşantısından çıkabilmek için öncelikle güvenli ve uygun kalacak bir yere, duygusal desteğe ve destek alabilecekleri yakın ilişkileri yeniden kurmaya ihtiyaç duyuyorlar. Burcu Yakut Çakar ise kadınların ekonomik olarak güçlenmesini sağlayacak refah sisteminin Türkiye’de mevcut olmadığını belirtti. Çakar kadınların yoğun olarak ev bakımı emeği verdiklerini, birikimlerinin ve mal varlıklarının da erkeklerle eşit oranda olmadığını, aileyi önceliklendiren ve kadını “erkeğe bağımlı” olarak tanımlayan mevcut refah rejiminin, kadınların şiddetten uzak yaşam kurmalarını sağlayacak bir refah ağına değil refah kıskacına dönüştüğünü ifade etti.

İsveç’te de yaygın bir toplumsal sorun

İsveç Ulusal Kadın Sığınakları Organizasyonu’ndan (Roks) Zozan İnci ise hakim düşüncenin aksine kadına yönelik şiddetin İsveç’te de yaygın bir toplumsal sorun olduğunu paylaştı. İnci’nin paylaştığı, İsveç Ulusal Suç Önleme Konseyi’nin (Swedish National Council For Prime Prevention) 2013 yılı rakamlarına göre, İsveç’te 20 dakikada bir, bir kadın şiddete maruz kalıyor, her gün 100 kadın tecavüze uğruyor, tecavüzlerin ise sadece %23 kayıt altına alınabiliyor. İsveç, Dünya Ekonomik Forumu’nun 2015 Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre, toplumsal cinsiyet eşitliğinde Dünya genelinde dördüncü sırada yer alıyor. İnci ayrıca kadına yönelik şiddete ilişkin yasal düzenlemelerin oldukça iyi olmasına rağmen uygulamaya yansımadığını ve kurumlar arası koordinasyonun sağlanamadığını dile getirdi.

Kadına yönelik şiddetin faillerinin neredeyse tamamının erkekler olması da ülke deneyimlerinde ortak olan noktalardan bir diğeri oldu. Avusturya’da, kadınlara şiddet uygulayanlar %92’si, İsveç’te ise %98’i erkek.

morcati1

Türkiye’de durum nasıl?

Konferansta Türkiye kadına yönelik şiddetle mücadele yasalarını neler olduğu, uygulamada yaşanan sorunları ve kadına yönelik şiddetle mücadele olanaklarının neler olduğunu, EŞİTİZ ve Mor Çatı’dan konuşmacılar aktardı.

Mor Çatı’dan Açelya Uçan, yasaların kağıt üzerinde kaldığını, uygulanmadığını ve şiddete maruz kalan kadınların kurumlara başvurduklarında kötü muameleye maruz kaldıklarını, bu muamelelerin de kadınların bir daha o kuruma başvurmalarını engellediğini paylaştı. Uçan’ın aktardığı deneyimlerden bazıları şöyle:

“Kendisini öldürmekle tehdit eden babasını şikâyet ettiğinde kolluk görevlisi, ‘ben de çocuğuma seni öldürürüm diyorum ama öldürmüyorum, baban gelsin elini öp barışın’ yanıtını vermiştir.”

“Babası tarafından cinsel istismara uğrayan bir kız çocuğu, annesiyle beraber karakola giderek şikâyetçi olduğunda polis memuru çocuğa, ‘Babanı affeder misin? Sonuçta babandır. Yırtılma yok, zorlama yok, zor kanıtlarsın’ diyerek çocuğun cesaretini kırmaya çalışmıştır.”

Mor Çatı avukatlarından Perihan Meşeli de kadınların sıklıkla maruz kaldığı ısrarlı takibin, birçok ülkede ayrı bir suç tanımına girmesine karşın Türkiye’de hala bir suç olarak tanımlanmamasını eleştirdi: “Israrlı takip 6284 Sayılı Kanun’da ve Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nde kadınların karşılaştığı şiddet türlerinden biri olarak tanımlanmasına rağmen TCK’da ayrı bir suç olarak tanımlanmamaktadır. Bu durum yasaların oluşturulmasında ve imzacısı olunup uygulanmasına dair vaatler verilmesindeki ciddiyetsizliği, çelişkiyi ve altyapısızlığı bir kez daha göstermektedir. İç hukuktaki bu uyuşmazlık, ısrarlı takibin suç olarak tanımlanmayışı, cezasızlıklara neden olmaktadır.”

Eşitlik İzleme Derneği’nden (EŞİTİZ) avukat Hülya Gülbahar ise Türkiye’de devletin kadına yönelik şiddetle mücadele söz konusu olunca asla zamanı ve parası olmadığını söyledi. Kadına yönelik şiddetle mücadele için devletin buna bütçe ayırması gerektiğinin altını çizdi. Gülbahar ayrıca, “hükümetin kadınlar üzerinde kurduğu baskıya ve sürekli kadın hareketini marjinalize etme çabalarına karşın geçen yıl 8 Mart’ta Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan bir araştırmaya göre kadınların %86’sı kadın örgütlerine güveniyor; dolayısıyla umut var, örgütlenmek isteyen kadınlara ulaşmanın yollarını aramalıyız” dedi.

Uluslararası hukuk ve kadınların hukuk politikası Şiddete maruz kalan kadınlara sunulacak desteklerde dayanışma merkezi, sığınak ve acil yardım hattının birlikte koordineli çalışabildiği ve bağımsız kadın örgütlerinin de içinde olduğu bir modelin olması gerektiği tüm ülke deneyimlerinden ortaya çıkan önemli sonuçlardan biri oldu.

Ayrıntılı bilgi için tıklayınız