Kamp Armen’e Giden Yol

29 Mart 2016
Geçtiğimiz sene altı aylık bir direniş süreci sonunda Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’na iade edilen İstanbul Çocukevi ve Tuzla Çocuk Kampı, namıdiğer Kamp Armen’in kuruluşundan kapanışına uzanan süreci anlatan kitap, Hrant Dink Vakfı Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırıldı. Kampın kuruluşundaki kolektif çabanın baş mimarlarından Hrant Güzelyan’ın otobiyografik anlatımı, Sevan Değirmenciyan’ın çevirisiyle yayımlanan “Kamp Armen’e Giden Yol”, […]

Geçtiğimiz sene altı aylık bir direniş süreci sonunda Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’na iade edilen İstanbul Çocukevi ve Tuzla Çocuk Kampı, namıdiğer Kamp Armen’in kuruluşundan kapanışına uzanan süreci anlatan kitap, Hrant Dink Vakfı Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırıldı.

Kampın kuruluşundaki kolektif çabanın baş mimarlarından Hrant Güzelyan’ın otobiyografik anlatımı, Sevan Değirmenciyan’ın çevirisiyle yayımlanan “Kamp Armen’e Giden Yol”, 1962 yılından 12 Eylül darbesine kadar yaklaşık 1500 çocuğa ev sahipliği yapan Kamp Armen’in öyküsünü fotoğrafların da yardımıyla canlı bir biçimde anlatıyor. “Kamp Armen’e Giden Yol” Türkiye’nin ve özellikle de kimliklerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türkiye Ermenilerinin yakın tarihinde gizli kalmış noktalara ışık tutuyor.

‘Davacıyım Ey İnsanlık!’

Hrant Dink’in kitapta yer alan yazısı şöyle:

Aldılar bir sabah biz 13 çocuğu… Gedikpaşa’dan yürüyerek Sirkeci’ye… Oradan vapurla Haydarpaşa’ya… Haydarpaşa’dan trenle Tuzla İstasyonu’na… İstasyondan da bir saat yürüyerek, göl ile denizi kenarlayan geniş ve uçsuz bucaksız düz bir araziye götürdüler. O zamanın Tuzla’sı, bugünkü gibi zenginlerin ve bürokratların villalarıyla dolu bir mekân değil. İnce kumlu, bakir bir deniz kenarı ve denizden kopma bir göl parçası… Uçsuz bucaksız arazide bir iki ev, tek tük incir ve zeytin ağaçları ve hendek kenarlarına serpilmiş dikenli böğürtlen çalıları… Bir de bizim kurduğumuz Kızılay çadırları… 8 ila 12 yaş arası biz 13 çelimsiz için yazları Gedikpaşa Yetimhanesi’nin beton bahçesine mahkûm olma sona ermişti… Ailelerimizi, yakınlarımızı ancak geceleri uzaklarda, parlayıp sönen kent ışıklarını izlerken anımsıyorduk. Yere düşmüş ve üst üste yığılmış yaşlı yıldızlara benzetiyorduk kent ışıklarını. Üç yıl şafak vakti kalkıp, gece yarılarına dek çalışarak kamp binasını tamamladık. En kısa boylularımızdan biri olan ‘Kütük’ (Zakar’a böyle hitap ederdik) bir başına çimento torbasını kucaklayıp çatıya kadar çıkarabiliyordu. Geceleri uykuda yorgunluktan altımıza işerdik.

kamparmm

Sekiz yaşımda gittim Tuzla’ya. Tam 20 yıl oraya emek verdim. Eşim Rakel’i orada tanıdım. Birlikte büyüdük. Orada evlendik. Çocuklarımız orada doğdu… 12 Eylül’den sonra kampımızın müdürünü “Ermeni militan yetiştiriyor” suçlamasıyla içeri aldılar. Haksız bir suçlamaydı. Hiçbirimiz Ermeni militanlar olarak yetiştirilmemiştik. Başsız kalan kampın ve yetimhanenin kapanmaması için görevi bu kez ben ve oradan yetişen arkadaşlarım üstlendik. Ama bir gün elimize bir mahkeme kâğıdı tutuşturdular. “Siz azınlık kurumları yer satın alma hakkına sahip değilmişsiniz! Biz zamanında size izin verirken yanlış yapmışız. Artık burası eski sahibinin olacak.” Beş yıl süren direnişimize rağmen yenildik. Ne yapalım ki karşımızda devlet vardı. Şikâyetim var ey insanlık!.. Bizi, yarattığımız uygarlığımızdan attılar. Orada yetişmiş 1500 çocuğun alınterinin üstüne oturdular. Bizlerin çocuk emeğini gaspettiler. Orayı tekrar yoksul çocuklar için bir yetimhane yapsalardı, kimliği ne olursa olsun, yoksul ya da özürlü çocuklar için kamp olarak kullansalardı, hakkımı helal ederdim. Ama bu şekilde emeğimi helal etmiyorum. Ve artık bizim yarattığımız ‘Tuzla Yoksul Çocuk Kampı’mız, bizim ‘Atlantis uygarlığı’mız şimdi bir harabe… Çocuk cıvıltıları çekilince suyu da çekilmiş kuyunun. Binanın omuzları düşük… Toprak çorak… Ağaçlar küskün… Benim isyanımın pike uçuşları ise, binbir özenle yaptığı yuvası bir darbeyle yok edilmiş kırlangıcınki kadar keskin… Lakin çaresiz…

 

Kaynak: Kültür Servisi