106’ncı yılında Hayırsız Ada’da ölüme terkedilen 80 bin köpeğin hikayesi

3 Haziran 1910, dönemi belediye başkanı Suphi Beysoyundu’nun talimatıyla 80 bin civarında köpeğin mecburi bir ada yolculuğuna çıkartılmasıyla başlayan katliamın tarihi. Dönemin İstanbul sakinlerinin büyük üzüntüyle yaşadığı acımasız olayın üzerinden 106 yıl geçti. 4 Ekim 1922’de Türkiye’nin ilk hayvanları koruma amacıyla kurulan derneği Himaye-i Hayvanat’tan sonra da hayvan hakları savunuculuğunda çok şey değişti. Yine de […]

3 Haziran 1910, dönemi belediye başkanı Suphi Beysoyundu’nun talimatıyla 80 bin civarında köpeğin mecburi bir ada yolculuğuna çıkartılmasıyla başlayan katliamın tarihi. Dönemin İstanbul sakinlerinin büyük üzüntüyle yaşadığı acımasız olayın üzerinden 106 yıl geçti. 4 Ekim 1922’de Türkiye’nin ilk hayvanları koruma amacıyla kurulan derneği Himaye-i Hayvanat’tan sonra da hayvan hakları savunuculuğunda çok şey değişti. Yine de Hayırsız Ada Katliamı tarihin sayfalarında tüm canlılığıyla duruyor.

102 yıl sonra köpeklerden özür dilenmişti

anma2
Hayvan Partisi, şehri batılı modern şehirlere benzetmek isteyen İttihat Terakki iktidarının İstanbul sokaklarından toplayıp Sivriada’ya ölüme gönderdiği 80 bin köpek için 2012 yılında adada anma düzenlemiş ve köpekler için bir de anıt dikmişti.

“Hayırsız Ada sadece kayaydı, dikili tek bir ağaç bile yoktu ve 80 bin köpeğin feryadı söylendiğine göre geceleri İstanbul’dan bile işitilir olmuştu. Sesler birkaç gün sonra kesildi, zira yaşayabilmek için birbirlerini yiyen köpeklerden artık bir teki bile hayatta değildi.”

Uludağ Sözlük’te bu sözlerle anılan katliama giden süreç, “Osmanlı’da Hayvan Hakları” başlığıyla Haytap’ın web sitesinde şöyle yer almıştı:

“İstanbul’un sokak köpeklerinin de bir tarihi var. Osmanlı İmparatorluğu’nda dokunulmazlıkları olan sokak köpekleri kartpostalların değişmez figürleriydiler. 1865’te toplatılıp Hayırsız Ada’ya gönderilen köpekler, büyük bir İstanbul yangını çıkması üzerine geri getirildiler.

‘Hayatımda hiç bu kadar mahzun bakışlı ve kalbi kırık sokak köpekleri görmedim’ (Mark Twain, istanbul ziyareti 1867/ Ümit Sinan’ın kitabından)

“Sokak Köpeklerinin Makûs Tarihi’ kitabın yazarı Topçuoğlu’nun bulgularına göre köpeklerin İstanbul’a Türklerle geldiği kabul ediliyor. Bizans’ta kedi hakimiyeti varmış. Eski çağlarda İstanbullular’ın kafasında şöyle bir inanış yer ediyor: ‘Köpekler bu şehirden giderse, Türkler de gider!’

19’uncu yüzyıl sonuna kadar köpekler İstanbul’un yaşayan simgeleri olarak kabul ediliyor. Eski İstanbul kartpostallarındaki köpekli fotoğrafların fazlalığı bunun kanıtı olarak gösteriliyor.

Köpek katliamları Batılılaşma hareketleriyle birlikte başlıyor

İstanbul’da köpeklerin başı ilk kez bir İngiliz turist yüzünden belaya giriyor. Galata’da gece yarısı bastonuyla köpeklerden korunmak isteyen yabancı, köpeklerin hücumuna uğruyor. Kaçarken yüksek bir duvardan düşüp ölüyor. Majestelerinin hükümeti Osmanlı’ya ültimatom veriyor. Sultan 2. Mahmut da kararını açıklıyor:

Sokak köpekleri tez elden toplana, teknelere konula ve Hayırsız Ada’ya bırakıla…

Operasyon başlıyor. Halk “Köpekleri bırakın” diye haykırıyor. Yeniçeri Ocağı’nı dağıtan 2. Mahmut kararını geri alıyor.

İkinci büyük köpek toplama harekatı Sultan Abdülaziz devrinde yaşanıyor. Köpekler toplanıyor, teknelere konulup Hayırsız Ada’ya bırakılıyor.

Bu operasyonla eş zamanlı olarak 1865 eylülünde büyük İstanbul yangınlarından biri başlamasın mı! Beyazıt’tan Gedikpaşa’ya kadar evler konaklar kömür oluyor. Halk anında bu felaketin gerekçesini buluyor:

Köpekleri topladınız, Allah da cezanızı verdi! Köpekler olsaydı önceden haber verirlerdi.

Tekneler yeniden Hayırsız Ada’ya gidiyor, köpekleri yükleyip İstanbul’a geri getiriyor.

Köpek dostu Abdülhamit

Padişah 2. Abdülhamit döneminde İstanbul köpekleri en rahat dönemlerini yaşıyorlar. Köpeklerle uğraşmıyor, kuduzla uğraşıyor. Fransa’ya Pastör Enstitüsü’ne heyet göndererek, 10 bin altın bağışlıyor. Dünyadaki üçüncü Kuduz Enstitüsü’nü İstanbul’da kurulmasını sağlıyor.

Bu dönemde Mavroyani Paşa’nın araştırması “Sokak Köpekleri” ismiyle kitap haline geliyor. Paşa o tarihlerde kuduz vakası görülmemesini şöyle açıklıyor: “Serbest çiftleşme, sokak köpeklerinde doğal aşı yerine geçiyor!”

1908’de Abdülhamit’i devriliyor. Memlekete “hürriyet” geliyor. Abdülhamit’in bütün değerleriyle birlikte sokak köpekleri de yeni rejimin hışmına uğruyor. Talat Paşa’nın Dahiliye Nazırı olarak görev yaptığı 1910’da İstanbul’un tarihindeki en büyük köpek itlaf kampanyası başlatılıyor. Köpek toplama ekipleri özel dev kerpetenlerle hayvanları neresinden yakalarlarsa orasından tutuyorlar. Yine özel köpek toplama arabaları aracılığıyla Tophane’ye getiriliyorlar. Oradan da Hayırsız Ada’ya sürgün ediliyorlar. Bu sefer kesin gidiş yapılıyor. Bir daha geri dönmüyorlar.

İstanbul’a gelen Sem isimli bir Fransız çizer, Hayırsız Ada’ya gidip köpekleri görüyor. Köpekler Adası başlıklı yazısı Fransa’da Le Journal adlı dergide yayınlanıyor.

Servet-i Fünun adlı dergide “Karabatak” takma adlı bir yazarın kaleminden ve onun fotoğraflarından bu dram Türk basınına da yansıtılıyor.

Fakat o yıllarda halktaki köpek sevgisi yüzünden sürgün köpeklere her gün sandalla yiyecek gönderliyor. Başlarına da iki personel atanıyor.

Bir zamanların belediye başkanlarından Cemil Topuzlu da 30 bin köpek öldürdüğünü iftiharla söylemişti…

Daha sonra da yine bir dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan’ın 1987’de Milliyet gazetesine “25 adet komple köpek itlaf aracı satın alınacaktır”  beyanları da unutulmadı elbet…

bekir_coskun_kopekli

Osmanlı’da Pako Savaşları

İlk ciddi “köpek karşıtı” olarak Şinasi’nin adı geçiyor. Üstat 23 Nisan 1864 tarihli Tasvir-i Efkâr’da İstanbul’daki sokak köpeklerinin ülkeyi kötü gösterdiğini, bunların azaltılarak yok edilmesi için erkek köpeklerle, dişilerin ayrı ayrı bölgelere dağıtılmaları gerektiğini yazıyor.

Şinasi günümüzün H. Uluç’u olurken, Hariciye Nazırlığı’ndan Pertev Paşa da o günlerin Bekir Coşkun’u oluyor. Paşa, Mecmua-yı Fünûn’da “Avave” (havlama) başlıklı yazısında, Kıtmır isimli bir köpeğin kendisiyle konuşan bir hakime köpekler haklarına ilişkin dilekçe yazdırıyor. Yerde yatan sokak köpeği, Şinasi’nin görüşleriyle dalgasını geçiyor. Pertev Paşa da Bekir Coşkun arasında köpeklere bakışta olduğu kadar mizah anlayışında da yakınlık bulunuyor.

O zamanlar, dini nedenlerle de köpek sevgisi fazla olduğu için, Batılı aydınlar köpek severleri “gerici” olmakla itham ediyorlar.

Altın Palmiye’li Hayırsızada üzerine

Sadibey.com’da Hakan Sonok imzasıyla 2013’te yayınlanan bir yazı ise 63. Cannes Film Festivali’nde yılın en iyi kısa animasyon filmi seçilerek Altın Palmiye ödülü kazanan “Hayırsızada” filmini ve filme konu olan 1910 yılındaki korkunç olayın/katliamı ele alıyor:

1910 yazında İstanbullara bedava bekçilik ve çöpçülük hizmeti veren 80 bin kadar sahipsiz köpeğin Hayırsızada / Sivriada’ya atılarak öldürülmesini konu alan korkunç olay Toplumsal Tarih Dergisi’nin Ağustos 2010 tarihli sayısındaki “1910’da gerçekleşen Büyük Köpek İtlafı” başlıklı kapak konusunda da işlendi. Dergideki makale Irvin Cemil Schick imzasını taşımaktadır.

Osmanlı Tarihi’ndeki Köpek Katliamları ve Sürgünleri

Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’da bin kadar köpeğe kıyıldığı, Sultan 1. Ahmed döneminde köpeklerin toplanarak Üsküdar’a sürüldüğü tarihçilerce belirtiliyor. 19. yüzyılda İstanbul’da 40 ila 50 bin sokak köpeği olduğu tahmin ediliyor. Bir İngiliz’i öldüren bu köpeklerden kurtulmak isteyen ilk Padişah 2. Mahmut olmuş ve bunları toplatarak Sivriada’ya yollatmak istemiş. Köpekleri taşıyan tekneler karaya oturunca bu olay Allah’ın bu uygulamaya karşı çıktığı şeklinde yorumlanmış ve plândan hemen vazgeçilmiş.

Sultan Abdülaziz döneminde de tatbik edilmek istenen plândan kentte çıkan büyük yangınlar Allah’ın yeni bir gazabı olarak olarak yorumlanarak bir kez daha vazgeçilmiş. Alman İmparatoru 2. Wilhelm’in İstanbul seyahatleri öncesinde de (1889 ve 1898) köpek katliamı gündeme gelmiş ve bunu plânlayanlar, 2. Abdülhamit ile onun yakını Doktor Spyridon Mavrogenis’yi aşamamışlar. 1902’deyse Hattat Şefik Seyfi Bey’in İstanbul’un köpeklerinin kurbanı olduğu iddiaları da bulunuyor. Köpekleri İstanbul sokaklarında istemeyenler “Avrupa’nın medeni şehirlerinde başıboş, sahipsiz köpek yok. Bizde de öyle olmalı” fikrini bıkmadan usanmadan savunmuşlar. Bu azılı köpek düşmanlarının amaçlarına ulaştıkları yılsa 1910 olmuş.

Önce Köpeklere Sonra İnsanlara Kıyıldı

Sivriada Köpek Katliamı’nın olduğu yıl (1910’da) “1909’da tahttan indirilen 2. Abdülhamit avlarda ateşli silâh kullanmayı yasakladığı için, o tarihten sonra İstanbul’da yunus balıklarının sayısının arttığını” yazan Henri Bertrand Bareilles 1918’deyse şunları yazmıştır: “İttihat ve Terakki hükümetinin köpek katliamı ilerideki insan kıyımlarına bir ön hazırlık, bir prova niteliğindeydi.”

Yeniçerilerileri ortadan kaldıran, onları salkım saçak ağaçlara astıran Padişah 2. Mahmut’un bir İngiliz vatandaşını öldürdükleri için plânladığı ancak İstanbullulardan gelen yoğun tepkiler üzerine vazgeçtiği sokakların köpeklerden arındırılması plânını gerçekleştiren İttihat ve Terakki hükümeti 1914-1918 arasında Osmanlı’yı Almanya’nın güdümünde Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyerek imparatorluk nüfusundan üç milyon insanın ölümüne neden olmuştur.

hayirsizada1

1910 Sivriada Köpek Katliamı’nın Fransız Tanığı Robert Gillon

Ekim 1975 tarihli Hayat Tarih Mecmuası’nda “Sürgün Köpekler” başlığıyla 1910 yaz aylarında Sivriada köpek katliamını gören Fransız yazar Robert Gillon’un tanıklığı Eser Tutel’in çevirisiyle yayınlanmıştı. İşte bu yazıdan bazı çarpıcı bölümleri aşağıda bulabilirsiniz:

”İstanbul’un, sihirli güzelliğinin bütün ihtişamıyla gözler önüne serildiği bir akşam vakti rıhtıma ayak basarken, Galata’daki köpeklerden hiçbirinin ortalıkta görünmediğini fark ederek şaşırdık. Batı’da yayınlanan gazetelerden, yeni Jön Türk rejiminin, şehrin sokaklarının görünüşünü değiştirdiğini, bu arada sokakları dolduran binlerce köpeğin Marmara’daki ıssız adalardan birine atıldığını okumuştuk (…) Son olarak üç yıl önceki ziyaretimde bakışları insanın kalbine işleyen bu yaratıkların binlercesini görmüş, bu zavallı yaratıkların adeta şehrin bir parçası olduğuna inanmıştım.

“(…) Cuma günü kararlaştırdığımız saatte buluştuk. Bizi Sivriada’ya götürecek istimbotun adı Photica’ydı, sahibi de Rum’du (…) Bir saate yakın bir süredir yol alıyorduk. Artık Sivriada iyice şekillenmeye başlamıştı. (…) Tepesi sivri mi sivri, bir kocaman kayalıktı Sivriada. Üzerinde tek bir yeşillik görünmüyordu. (…) Uzakta Büyükada, mor bir dağ biçiminde yükseliyordu. Uludağ ise çok uzaklarda, bulutlar arasında gizlenmişti.

“Çok geçmeden Sivriada’nın burunlarından birinin açığından geçtik. O anda da köpek havlamaları duyulmaya başladı. Yüz değil, bin değil, sayılamayacak kadar çoktular! Kıyıdaki çakıllı kumsal üzerinde birbirlerini ezercesine itişip kakışarak koşuşuyorlar, etlerinden et kopartılıyormuş gibi havlıyor, uluyor, haykırıyorlardı!

“Az sonra rüzgârla birlikte burnumuza dayanılması imkânsız pis bir koku geldi. Daha doğrusu kendimizi bu kokunun içinde bulduk. Kitleler halinde ölen köpeklerin kokuşmaya başlayan cesetlerinin kokusuydu bu! Dediklerine göre adada bekçiler vardı ve bu köpeklerle bir arada yaşıyorlardı. Adamlar ölen köpekleri kireç kuyularına atıyorlardı ama yine de bu pis kokuya engel olunamıyordu.

uludagsozluk

“(…) Dostum anlatıyor, bizlere bilgi veriyordu. Söylediğine göre, köpekler adaya çıkar çıkmaz, bir tatlı su kuyusu keşfetmişler ve hep birlikte kuyuya atlamışlardı. Bu öylesine ani olmuş ve o kadar çok köpek kuyuya atlamıştı ki, kısa zamanda kuyu köpeklerle dolmuş, hiçbiri kuyudan çıkamamış, sonunda bağıra bağıra ölmüşlerdi!

“İstimbotumuz, kıyıya fazla yaklaşmadan çevresinde dönüyordu. Yüzlerce, binlerce köpek havlayarak bize bakıyordu. (…) Koşuyor, atlıyor, havlıyor, kendilerini kurtarmamız için adeta yalvarıyorlardı.

“Bir ara garip bir şey oldu. Köpeklerden biri cesaretle denize atlayarak bize doğru yüzmeye başladı. Biz de bu cesaretini, onu istimbota almakla mükâfatlandırdık. Ona teneke bir kap içinde biraz su verdik. Haftalardan beri kireçli sudan başkasını içmemiş olan zavallı hayvan, verdiğimiz suyu kana kana içti. Onu gören bir başkası da bulunduğu kayalıktan kendini denize attıysa da bize kadar yüzemedi. Buralarda sular çok kuvvetliydi, akıntıyla birlikte sürüklendi, gitti.”

Yazının tamamı için tıklayınız

Osmanlı’da hayvan hakları

Ve Osmanlı döneminde ‘idam edilen maymunlar’

Osmanlı döneminde bir de ‘idam edilen’ maymunlar var. Osmanlı’nın III. Murad döneminde, İstanbul’da birçok maymun korkunç bir şekilde asılarak idam edilmesinin bilinmeyen hikayesini ekşisözlük’te ‘Osmanlı’da maymun idamları’ başlığının altında ‘alabamaclarence’ nickli yazar kaleme almıştı.

Hikayesi için tıklayınız.

https://www.sivilsayfalar.org/osmanli-doneminde-hayvan-haklari/

Kaynak: HAYTAP

 

Etiketler

İlgili Yazılar

Tüm Haberler