”’Cezasızlığın Normalleşmesi’ Demokrasinin Kazanımlarını Tehlikeye Atmaktadır”

Baran Tursun Vakfı'nı yakından tanıyabilir miyiz? Mehmet TursunBaran Tursun Vakfı, Alsancak, İzmir’de 20. yaş doğum gününü kutlayıp otomobiliyle eve doğru gelen, Baran Tursun’un Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu – PVSK 16. Maddesi kapsamında hayatını kaybetmesinin ardından ailesi tarafından kuruldu. Tursun ailesinin olayı kendi imkânlarıyla soruşturması sonucunda birçok acı gerçek ortaya çıktı. Bunlardan ilki; Baran’ın olayında sadece kabahatler kanunu göre işlem yapılması gerekliyken, olay kolluk kuvvetlerinin mevzuatta yer alan bir kanunun alt maddelerinden birisini hatalı bir biçimde yorumlaması sonucunda ölümle sonuçlanmış olması. İkincisi insan hakları alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının Baran’ın olayına benzer yaşanan mağduriyetlere yönelik herhangi bir şekilde savunuculuk çalışması yapmadığı yönündeki tespit. Bu noktada Tursun ailesi olarak; asayiş veya kabahatler kanunu kapsamında değerlendirilmesi gereken bireylerin – ki bu bireyler, kollukla herhangi bir şekilde çatışmayan, silah veya öldürücü bir madde kullanmayan bireylerdir – ölümle sonuçlanan vakalarına yapısal çözümler bulabilmek amacıyla sivil toplum yapılanması kurma kararı aldık.  Vakıf olarak faaliyetlerinizi hangi tematik alanlarda yoğunlaştırıyorsunuz? Vakıf senedinde de belirtildiği üzere dil, din, coğrafya ayrımı yapmaksızın demokrasi, barış ve dayanışma kültürünü geliştirmek amacını taşır. Vakıf kendisine hedef olarak ise ‘kurumsal otoritenin şiddetine maruz kalan birey ve ailelere hukuki destek, rehabilitasyon ve savunuculuk desteği vermekte. Buna göre 2010 yılından bu yana gerçekleştirilen faaliyetler temelde üç kategoriye ayrılabilir. Bunlar sırasıyla;  İnsan Hakları Uygulamasının İzlenmesi/Belgelenmesi; Vakıf, kurumsal şiddete maruz kalan birey ve ailelere hukuki desteği de içerecek şekilde müdahil olduğu, raporlamasını ve izlemesini gerçekleştirdiği davalar bulunuyor. Bu davaların bir kısmı da uluslararası insan hakları mekanizmalarına erişimi içeriyor. Vakıf, kurumsal şiddete maruz kalan bireylerin toplamda 50’ye yakın davasına teknik destek vererek, raporlaştırdı.  Savunuculuk; Vakıf, çalışma alanlarına uygun olmak kaydıyla yerel, ulusal ve uluslararası ölçekte savunuculuk yapıyor. Bunlardan en önemlileri Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu (PVSK) ve ‘Karakol Ölümleri’ üzerine yaptığı çalışmalar olarak not edilebilir. Karakollar üzerine yapılan çalışmada farklı noktalarda meydana gelen 24 şüpheli ölüm üzerine odaklanıldı. Araştırma sonucunda farklı karakolların hepsinde tüm güvenlik kameralarının kayıt yapmadığı görüldü. Vakıf, ailelerle yaptığı görüşmelerden edindiği birikimi Ankara’da Bakanlıklar düzeyinde karar alıcılara ve Parlamento’da İnsan Hakları Komisyonu’na sundu. Komisyon ile yapılan görüşmeler sonrasında karakollarda güvenlik kameralarına ilişkin politika önerisi sunuldu. Bu politika önerisinin ardından İç İşleri Bakanlığı 2012 yılında yayımladığı karakoldaki kameraların kontrolüne ilişkin bir genelge hazırladı. Bu genelgenin ardından bugüne kadar herhangi bir karakol ölümü ile karşılaşılmadı. Rehabilitasyon alanında: Hedef kitlesinin hayata tutunması amacıyla sosyal kültürel, sportif gereksinimlerini karşılayabileceği merkezler oluşturuyor. Bu noktada kurumsal şiddete ilişkin sekiz bine yakın felsefik, düşün ve araştırma kitaplarını içeren ‘Baran Tursun Kültür Merkezi’ İzmir’in Bayraklı ilçesinde kuruldu. İkinci olarak, bu kategoride Vakıf 2013 yılından bu yana değişen sayılarla birlikte yükseköğrenime devamlılığı desteklemek için burs veriyor. Burs, kurumsal şiddete uğrayan ailelerinin çocukları hedef alarak planlanarak hayata geçirildi. Faaliyetlere ilişkin haberleri detaylı olarak web sitemiz üzerinden inceleyebilirsiniz. Kolluk kuvvetlerinin insan hakları ve insancıl hukuk yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’de kolluk kuvvetlerinin tabi olduğu – PVSK içerisinde yer alan maddeler, Avrupa Birliği ülkelerinin benzer mevzuatlarıyla karşılaştırıldığında ‘reforma tabi tutulması gereken’ birçok nokta olduğunu görmekteyiz. Özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Birleşmiş Milletler’in tanımlamalarında ‘ölçülülük’ ve ‘gereklilik’ kavramlarının uygulanmadığı, hatta tersine uygulamaların mevcut olduğuna şahit olmaktayız. Türkiye’deki kolluk kuvvetlerin tabi olduğu mevcut kanunda yer alan ‘öngörü, makul şüphe, takdir, duraksamadan ateş’ gibi soyut kavramlar Türkiye’nin de imzacısı olduğu AİHS Madde 2/1 ‘“Yaşamı yasayla koruma yükümlülüğünü’ işlevsiz hale getirmekte.  Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı kapsamında yürütmüş olduğunuz #HakTemelliGüvenlik çalışması hakkında bilgi verir misiniz? Çalışma kapsamında temel mesajınız nedir? Projenin temelde birden fazla amacı bulunuyor. Bununla birlikte ana amacı; COVID-19 Pandemisinde ve sonrasında değişen koşullarla birlikte kırılgan grupların ‘yaşam hakkı’ başta olmak hak ihlallerini azaltmak, bu sürece katkı vermek olarak özetlenebilir. Bununla birlikte, projenin en önemli yan amaçlarından birisi geleneksel görevleri değişime uğrayarak kamunun yeni politikalarında aracı olarak değerlendirilmekte olan bekçi, polis, zabıta gibi kolluk kuvvetlerini ‘yaşam hakkı’ başta olmak üzere tüm alanlarda ‘insan hak ve ihlalleri’ üzerinde farkındalık sahibi olmasını sağlamak.  Hak Temelli Bakış Açısıyla Kolluk Kuvvetlerinin Yeniden Yapılandırılması konusunda bir bilgi notu hazırladınız? Bilgi notu ile neyi amaçlıyorsunuz? Baran Tursun Vakfı, yaşam hakkı ihlali sorununu ‘yapısal bir kronik sorun’ olarak tanımlıyor. Bu tanım üzerinden giderek Avrupa Birliği – Sivil Düşün Programı’na ‘Hak Temelli Bakış Açısıyla Kolluk Kuvvetlerinin Yeniden Yapılandırılmasına Yönelik Farkındalık Çalışması’nı önerdi. Bu çalışma önerisi ile vakfın COVID-19 Pandemisi ile birlikte değişen şartlara uyum göstererek daha önceki çalışmalarıyla süreklilik sağlayarak benzer fakat yenilenmiş bir alanda – yaşam hakkı ve ihlalleri ve kolluk kuvvetleri – proje ürettiği görülmekte.  Özetle; COVID-19 Pandemisi uzun zaman sonra, sanayi devrimi sonrasında maddi değere yönelik ‘geleneksel paradigma’ yerini ‘insani güvenlik’ isimli dijital yapılarında yoğun bir şekilde kullanılacağı, biyolojik anlamda teknik bilginin zaruri olduğu bir döneme doğru yönlendirmektedir. Kolluk Kuvvetleri’nin de bu dönüşüme ayak uydurması gerekmektedir.
'Cezasızlığın normalleşmesi’ demokrasi ve dolayısıyla demokratik değer ve kazanımların sürdürülebilirliğini de tehlikeye atıyor. Çünkü karşılanmayan adalet ihtiyacı toplumda adaletsizlik halinin normalleşmesine, bu durumda bireylerin, toplulukların çeşitli amaç ve farklı motivasyonlarla kendi değer yargılarını merkeze koyarak hukuk dışı eylemlere yönelmesine zemin hazırlayabilir.
Son zamanlarda var olan “cezasızlık” durumlarının toplumsal adalete etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kolluğun aşırı ve orantısız güç kullanımı ile sonuçlanan davaların oranının çok düşük olması, kolluğun soruşturmaların öznesi olduğu birçok olayda, delilleri toplaması, tanıklık yapması ve aktif görevlerinde kalmalarını izin verilmesi belli başlı cezasızlık örneklerinden. İzmir’de Baran Tursun, Ankara’da Alican Razı, Diyarbakır’da Şahin Öner, Şırnak-İdil’de Resul İlçin olaylarında vali, kaymakam gibi idari makamlarda bulunan karar vericilerin demeçleriyle cezasızlığın yolunu açtıklarını görmekteyiz. Bu durum kamuoyunda birçok kesim için karşılaşılan mağduriyetleri normalleştirip, yaşam hakkı ihlallerin derinleşerek yeniden üretilmesine sebebiyet veriyor. İkinci olarak ifade etmek istediğimiz bir husus; 'cezasızlığın normalleşmesi’ demokrasi ve dolayısıyla demokratik değer ve kazanımların sürdürülebilirliğini de tehlikeye atıyor. Çünkü karşılanmayan adalet ihtiyacı toplumda adaletsizlik halinin normalleşmesine, bu durumda bireylerin, toplulukların çeşitli amaç ve farklı motivasyonlarla kendi değer yargılarını merkeze koyarak hukuk dışı eylemlere yönelmesine zemin hazırlayabilir. Böylesi bir koşulda, çoğulculuk ve farklılıklar zarar görerek otoriter ve aşırılıkçı söylemler taban kazanabilir.   

İlgili İçerikler