Yeni başlayanlar için çevreciler

14 Ağustos 2016
Biliyorsunuz çevreciler diye bir grup genç var. Hepsi genç değil tabi ki; ama bu harekete daha çok gençler ilgi gösterdiği için, ister istemez çevrecilerden bahsederken, “çevreci gençler” tabirini kullanma eğilimi yaygın toplumda. Bir başka deyişle çevrecilik bir gençlik işi olarak görülüyor. Çevrecilerle ilgili başka algılar da var tabi, ama toplumun çevre algısı, çevrecilerin psikolojisi gibi […]

Biliyorsunuz çevreciler diye bir grup genç var. Hepsi genç değil tabi ki; ama bu harekete daha çok gençler ilgi gösterdiği için, ister istemez çevrecilerden bahsederken, “çevreci gençler” tabirini kullanma eğilimi yaygın toplumda. Bir başka deyişle çevrecilik bir gençlik işi olarak görülüyor. Çevrecilerle ilgili başka algılar da var tabi, ama toplumun çevre algısı, çevrecilerin psikolojisi gibi konuları başka bir yazıya saklayalım.

Onun yerine çevrecilik dediğimiz şey nedir, bu çevreciler neler yaparlar ondan bahsedelim:

Çevreciler en çok çer çöp işleri ile uğraşırlar. Baştan belirteyim çer çöp işlerini hafife almayın: ‘Hadi toplanalım arkadaşlar gidelim de sahili bir temizleyelim ya da mahalledeki koruluğu’ gibi işler en basit, en yaygın olanlarıdır. Genellikle çocuklar bu işe koşulur. Biraz da eğitim amacı vardır: “bilinçlendirelim” . Çevre konusunda duyarlılık yaratmak ve bu konuda toplumsal birliktelik oluşturmak gibi faydalarını da sayabiliriz. Bol vitaminli haplar gibi… Ama çöp toplamanın bir kaç adım ötesinde aslında İngilizcesi 3R olan –reduce, reuse, recycle- Türkçesini de siz uydurun diyeceğim çer çöp eylemi var. Bu 3R’yi az tüket, tekrar kullan, geri dönüştür diye açıklayabiliriz. 3R’nin temel felsefesi, “ne kadar az çöp o kadar iyi” de diyebiliriz.

Bütün döngüsünün tüketime dayalı olduğu böylesine bir küresel ekonomi düzeninde bu nasıl mümkün bilmiyorum ama söylerken oldukça havalı geliyor insana: az tüket, az çöp üret…

Düşünsenize güncellemeler falan derken o pahalı elektronik aletlerimizi bile 2-3 senede bir değiştirmek zorunda kalabiliyoruz. Öte yandan firmalar daha iyi bir teknoloji varken onun piyasaya sürülme sırasının henüz gelmediğini düşünebiliyor. Önce düz olanı sonra S’lisi, sonra F’lisi çıkıyor. Sizi rakamlara boğmak istemiyorum ama her ne kadar çer çöp işi desek de bu faaliyetlerin dünyadaki doğal kaynaklar ve doğal alanlar üzerinde ne kadar bir yük azaltabileceğini, kirliliğe ve seragazı salımının azalmasına ne kadar katkı koyabileceğini siz de tahmin edersiniz. Ama hepimizin bir parçası olduğu bu ekonomik düzen içerisinde bu ne kadar mümkün olabilir konusu çok tartışma götürür. Bu 3R’nin sadece geri dönüşümlü olanı revaçta; çünkü onun ekonomik bir zararı yok, hatta faydası olduğu bile söylenebilir. Diğerleri tüketime dayalı ekonomiler için pek faydalı olmadığından, onlardan çok bahsedilmiyor. Daha az tüketin diyen bir hükümet veya firma duyanınız oldu mu hiç! Belki Bhutan…

Bence çevre meselesinin en büyük kümesini kapsadık, ama çevrecilerin daha farklı işleri, uğraşı alanları da var. Daha ağaç meselemiz var. Ağacın Türk toplumundaki yeri ayrıdır, sadece 3-5 bilim adamı ve çevreci tanıdığıma referansla konuşuyorum ama ağaca bizimki kadar değer veren, kutsal sayan bir toplum duymadım ben. Gerçi eski Kelt kültüründe de ağacın yeri çok önemlidir ama bugün onların nerdeyse hiç ormanları yok gibi. Neyse ki bizimkilerin durumu fena değil.

Ağaç dikmenin faydalarından bahsedelim: bir kere günümüzün en moda çevre sorunu olan iklim değişikliğinin etiklerini azaltmak, atmosferdeki sera gazı fazlasını tutmak için bire birdir ağaç. Doktor tavsiyesine bile gerek olmadan günde üç öğün ister yemeklerden önce, ister yemeklerden sonra, hiç fark etmez istediğiniz boş alana ağaç dikebilirsiniz.

Aman başkasının tarlasının etrafına dikerken dikkat edin yoksa gölge yapıp ya da kuşları çekip ürünü azalttığı için köylülerden güzel bir sopa yiyebilirsiniz haklı olarak. Gerçi biz geçtiğimiz senelerde tarlaların etrafına 200.000 fidan diktik, ama baştan çiftçilerin rızasını aldığımız için çok papara yemedik sayılır.

Ha bir de gidip en nadir, korunması gereken bitkilerin ve kelebeklerin olduğu yerlere ağaç dikenler var, (tabi ki bilerek değil, yanlışlıkla) bence bu en kötülerinden birisi. Akşam iyi bir şey yapmış olmanın huzuru ve gönül rahatlığı ile evlerinde yorgun vücutlarını dinlendirirken aslında ne kadar büyük bir zarar verdiklerinin farkında değiller. Bundan en çok nasibini de bozkırlar alır. Bozkırlarımızın başındaki belalardan biri de bu yanlış ağaçlandırmalardır. Oysa her ne kadar ağaç barındırmasa da bitki, kelebek ve kuşları ile bozkırların da kendine özgü bir güzelliği, anlamı vardır.

u

İyi bir şey mi yapacaksınız gidin erozyonlu yamaçları, Anadolu’nun cascavlak kalmış tepelerini dağlarını bitkilendirin (dikkat edin illa ki ağaç değil başka bitkiler de olur hatta bazen daha da iyi olur).

unnamed (1)

İyi bir şey mi yapacaksınız gidin kel kabak, beton, asfalt şehirlerinize, sokaklarınıza ağaç dikin. Ama neye hizmet ettiği bilinmeyen transferler sonucu belediyelerin Po Ovası’ndan getirdiği ağaçlardan bahsetmiyorum ( 5 m boylarıyla onlara artık fidan denmeyeceği için ağaç demek lazım). Bizim kendi karaağaç, meşe, akçaağaç, dişbudaklarımızdan bahsediyorum. Daha da iyisini yapacaksanız metropollerimizde artık soyu tükenmek üzere olan 3-5 tane parkı, koruyu, yeşili koruyun. Hele bir de doğal orman varsa işte onu korumak hepsinden iyidir. Bir araya gelip onu korumayı başardınız mı işte bence en önemlisi o. Bizim ülkemizde örneği pek fazla olmasa da bu aslında oldukça önemli bir koruma modeli. Yöre insanı tarafından oluşturulan koruma dernekleri. Bizdeki tek tük örnekten biri Artvin: Artvinliler tepelerinin üstündeki ormanı kökleyip maden çıkartacak şirkete karşı müthiş bir direniş gösterdiler. Artvin bu açıdan çok iyi bir örnek. Artvin örneğinin diğer bir önemli özelliği de politize olmaması, bütün kesimler görüş farkı gözetmeksizin destek verdi. Benzer direnişleri HES’lere karşı da gördük. Bunlar güzel örnekler. Hem geleneksel çevreci profilini kırdı (metropol, megapol her neyse işte oralı olmayan, uzun saçlı erkeklerden oluşmayan, illa başörtüsüz olması gerekmeyen vs.) hem de içinde yaşadığımız çevrenin hayatımızın, kültürümüzün, anılarımızın ne kadar önemli bir parçası olduğunu gösterdi. Eski uzun saçlı çevrecilerden biri olarak ben bu işten çok mutluyum. Diğer bir önemli noktası da çevre hareketinin politize olmaması gerektiğini, o zaman bütün topluma yayılabilme başarısı gösterebileceğini ortaya koydu bu örnekler.

Ama bir sorun ortaya çıkınca örgütlenen çevreci yapılardan değil, yaşadığı yerin (metropol, il, ilçe, kasaba, köy, mahalle) sorunları ile uğraşan, hatta bunun da ötesinde daha güzel bir yaşam alanı yaratmaya çalışan örgütlerden bahsetmek daha güzel olurdu. Şimdilik buna örnek olabilecek belli bir ölçeğe ulaşmış, başarılı bir sivil inisiyatifi ülkemizde görmedim. Bizdeki oluşumlar hep sorun odaklı, ne yazık ki hedef odaklı değiller. O zamanda çevreci uğraşı bir şey üretmek yerine hep bir şeye karşı pozisyon almak zorunda kalıyor. Oysa ikisine de ihtiyacımız var.

Bir de türcüler var, biraz da onlardan ve çevre meselesinin doğa koruma boyutundan bahsedelim. Aslında çevreci gruplar arasında en ilginci onlar bence. Genellikle çok da profesyonel oluyorlar. Aralarında en önemlileri, en kalabalıkları, en güçlüleri kuşçular. Biz aramızda konuşurken kuşçu deriz ama doğrusu kuş gözlemcileridir. Tam ismini vererek ne yaptıklarını da anlatmış oldum. Hadi canım falan demeyin, sizi iki kere kuşa götürsünler (yani kuş gözlemlemeye) ondan sonra siz de nasıl dürbün alıp yollara düşüyorsunuz, görürsünüz. Ben öyle çok kurban tanıyorum, bir de kameralı olanları var onların işi daha da zor. Biz türcüleri iki gruba ayırırız. Birinci grup çentikçiler: Şu kadar kuş gördüm, bu sene Afrika’ya gittim listeye 34 kuş daha ekledim gibi…

İkinci grup da çentikçi olarak başlasalar da bunun ötesine geçip koruma duygusu ile hareket edenler. Çentikçilerin bir kısmı kuşları gözlerken ‘yahu bunlar geçen sene daha çoktu başlarına bir şey mi geldi’ diye düşünüp kendilerini adım adım koruma işinde bulmuşlardır. Valiye, kaymakama, muhtara, av koruma müdürüne gidip ne oldu bizim kuşlar diye sorarlar. ‘Aşağıdaki fabrika geceleri arıtmayı kapatıp atıklarını göle bocalayınca önce balıklar telef oldu ardından da kuşlar gitti’. Ondan sonra hafiyelik, türlü tedbirler, ya ikna yoluyla ya da tehdit yoluyla ne kadarını korusak kardır diye uğraşılır. İşte tür korumacı böyle olunur.

Aslında kuşçuların Türkiye’de doğa koruma tarihçesinde çok önemli bir yeri vardır. Bir grup İstanbullu Bilecik’te kelaynakları gözlemlemeye gidip gelirken, bunların korunması için bir şeyler de yapmak lazım derken, Doğal Hayatı Koruma Derneği’ni kurmuşlar (maalesef artık yok ama şu siyah karenin üstüne tünemiş kelaynaklı logoları vardı ya işte onlar). Kelaynakların birçoğunun ölmesine sebep olan, o zamanın en meşhur tarım zararlıları ile mücadele ilacı olan DDT’nin kullanılmaması için uğraşırken hem tür korumacılık yapmışlar hem de aslında birçok diğer türü de korumuşlar, tabi insan sağlığını da.

Aslında bunu da bir sonraki aşama olarak görmek lazım: Böyle tek tek o türü koru bu türü koru olmuyor. Bizim bütün biyolojik çeşitliliği korumamız lazım. Yani “şu dağdaki ormanı korursak orda yaşayan bütün türleri de korumuş oluruz, o yüzden biz dağdaki orman ekosistemini ve bütün biyolojik çeşitliği hedef alalım” yaklaşımı. Bu yaklaşımın ortaya çıkışı 1970’ler, ne kadar da yakın aslında. Biyolojik çeşitlilik dediğimiz kavram da çevremizde gördüğümüz bütün canlıları, onların yaşam süreçleri ile ilgili cansızları, ilişkiler ağının hepsini kapsar. Zaten ormandaki ayıyı koruyacaksan bütün ormanı, dereden yukarı çıkan alabalıkları, yani derenin hepsini koruman lazım. Eh o zaman da bunun adı da biyolojik çeşitliliği korumak oluyor.

Uzattıkça uzattık ama bunlar zor konular, insan bir başladı mı birbiri ile ilişkili, anlatılması gereken ne kadar çok şey olduğunu anlıyor. Onlara da daha sonraki yazılarda değiniriz.

Hepiniz sağlıcakla kalın ve her yönüyle temiz bir çevrenin parçası olun.