TMMOB Üyesi Küçük: ‘Kandırıldık’ gitti ‘ihanet ettik’ geldi

"Şu ana kadar yapılan doğa sömürüsü şimdi doğanın pazarlanması olarak reklamasyon söylemidir. Her zaman yapılanlar gibi “kandırıldık” sözcüğünün yerine “değerini bilmedik, ihanet ettik” sözleriyle, yeni sömürü, yağma tartışmasını açmaktır"

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Trabzon Bölge Müdürlüğü’nün verilerine göre, 2017 yılının ilk altı ayında Doğu Karadeniz Bölgesi’nde toplam  1650 bina ve 15 bin 939 daire için yapı ruhsatı verildi. Bu da,bir önceki yılın aynı dönemine göre ruhsat verilen bina sayısında yüzde 15.3, daire sayısında da yüzde 26 artış olduğu anlamına geliyor. Adeta uçsuz bucaksız bir şantiye alanına dönen Doğu Karadeniz’deki ekolojik yıkımı Sivil Sayfalar için değerlendiren TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Cemalettin Küçük, “Şu ana kadar yapılan doğa sömürüsü şimdi doğanın pazarlanması olarak reklamasyon söylemidir. Her zaman yapılanlar gibi ‘kandırıldık’ sözcüğünün yerine ‘değerini bilmedik, ihanet ettik’ sözleriyle, yeni sömürü, yağma tartışmasını açmaktır” diyor.

 Karadeniz’de ekolojik yıkım ne zaman başladı? Bölgenin ekolojik yıkım tablosuna dair neler söylersiniz?

TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Cemalettin Küçük

Karadeniz’de ekolojik yıkım 1980’li yıllarda yoğun göç ile başlamıştır. Göç bölgenin gerçek yatırımdan uzaklaşıp, görsel yatırıma yönlenmesini sağlamıştır. Bu çelişki bölgenin güzel ama zor coğrafyasında ulaşım sorununu sömürge aracı olarak kullanmanın yolunu açmıştır. Ulaşım sorununu yol sorunu olarak önümüze koymuş, yıllarca Karadeniz’in doğu-batı ulaşımı su üzerinden gemilerle yapılırken; artık suyun üzeri kayaçla doldurularak petro-kimya tekellerinin programı doğrultusunda otomotive yönlendirilmiştir. Bu program Karadeniz “sahil yolu” denilen garabetle deniz dolgusu projelerine dönüşmüştür. Deniz dolgusu ile falezler balık barınma alanları kıvrımlar yok olmuş, denizle olan kenar mesafemiz azalmıştır. Denizi doldurmak için dağlar vadiler yarılarak kayaçlar taşınmış, vadiler boyunca yarıklar ve heyelanlar birer yara gibi gözükmektedir. Ormanları yok eden arazileri yaran uygulamaların yarattığı kaymalar taşınmalar, kent, ilçe ve kasabalarımızda meskenleri, çarşıları, arazileri deniz dolgusunun yarattığı setten dolayı, çamur ve su ile doldurmaktadır. Coğrafyadaki bitki örtüsü ve su yollarının değişimi ile akış hızının artmasıyla, halk her an sel ve heyelan baskınına maruz kalma psikolojisinde yaşamaktadır. Bu psikoloji insanımızı bedensel zihinsel olarak yıkıma sürüklemektedir. Baskınlarda yaşanan doğa katliamı yanında ekonomik yıkımlar ağırdır.

Sadece bunlar mı?

Bir de bunların üzerine vadilerimiz hidroelektrik santral (HES) adı altında yıkıma uğramış, ya kurutulmuş ya da ani baskınlara hazır konuma getirilmiştir. Suyun akışındaki doğal değişim bitki ve hayvan popülasyonu değişime sürüklemiştir. Vadilerden dik olarak gelen dereler ıslah adı altında beton yollara sokulmuş, sokulmaya çalışılmaktadır. Bu uygulama ile dere yataklarında gelişen yapılaşma daha da artarak su yatakları baskı altına alınmış, küçük ovacıklar yok olmuştur. Dere yataklarındaki her yerleşim sel ve su baskını tehlikesindedir. Bütün alüvyonlar denize akmakta ve denizler, her yağış ve kar erimesi sonrası dere çıkışlarında yoğun bulantıya maruz kalmaktadır. Bu bulantı basit görünse de deniz canlılarının solungaçlarına yapışarak solunumu engellemektedir. Dere ağızlarındaki balık üreme ve yaşam alanlarını yok etmiştir.

Peki madencilik faaliyetleri de bir yeni bir yıkım oluşturmadı mı?

 Yapılaşmanın yarattığı baskı üzerine bir de, Karadeniz boydan boya madencilik faaliyetlerinin potansiyel hedefi konumundadır. Küre dağlarından Kafkasya’ya kadar önlü arkalı denize paralel dağlar dik vadiler yaylaların madencilik faaliyetlerinin hedefindedir. Vatandaşların odun için ağaç alamadıkları ormanlar madencilerin yağmasına, katliamına maruz kalmaktadır. Bütün bunlar ekolojik yıkımı yaratırken, Karadeniz’in tütün, fındık, çay gibi temel endüstriyel ürünleri üzerindeki sömürü politikaları en büyük yıkımdır. Yerli insanın yaşam alanından kopup gurbetlere düşmesine sebep olmakta, hem yerinde hem de gittikleri gurbet ellerinde emekleri sömürülmektedir.

Son dönemlerdeki ‘Değerini bilmedik, ihanet ettik’ gibi söylemlerin sizde bıraktığı etki nedir?

‘İhanet ettik, kıymetini bilmedik’ söylemi 2018 bütçe kanun tasarısında kendine yer bulmuş ifadedir. Yani bütün doğal varlıklar bütçede değer kabul edilerek kaynak konumuna sokulmuştur. Yani yeni hedef; doğanın “kıymetini” parasal olarak sermayeye açılması olarak göstermiştir.  Şu ana kadar yapılan doğa sömürüsü şimdi doğanın pazarlanması olarak reklamasyon söylemidir. Her zaman yapılanlar gibi “kandırıldık” sözcüğünün yerine “değerini bilmedik, ihanet ettik” sözleriyle, yeni sömürü, yağma tartışmasını açmaktır.

Peki daha fazla ekolojik tahribat olmaması için neler yapmak gerekir?

Yıkımın önüne geçmek için; yaşam alanlarının halkın, gelecek nesillerin, flora ve faunanın olduğunu toplumsal olarak algılamak gerekmektedir. Doğanın bir kaynak değil, varlık olduğunu anlamak ve anlatmak gerekir. Tarımsal ürünlerin kooperatifler aracılığıyla, sömürenlerin elinden kurtarmak, hayvancılıkla birlikte, endüstriyel sürecin ileri teknolojik ve ekolojik, düşük yoğunluklu olarak tasarlanması ve örgütlenmesi öncelikli olmalıdır. Bütün çalışmalar örgütlü yerel katılımla sağlanmalıdır. Doğanın gerçek sahibi yaşam alanındakiler olduğu gerçeği kanıksatılmalı. Merkezden söylemlerin, yağma ve yok ediş olduğunu bilmekten geçecektir bütün kurtuluş. Kurtuluş örgütlenmedir.