Müjdemi isterim

Geçtiğimiz günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu torununa bakan annelere bebek bakım parası “müjdesini” verdi. Bu müjdeyle birlikte, devlet, alışılanın aksine, toplumun çok büyük bir kısmı tarafından görmezden gelinen, yok sayılan bir mevzuya işaret etti: Torunlarına bakan kadınların emeklerinin ücret olarak bir karşılığı olmalıdır; torununa bakmak bir iştir ve karşılığı yalnızca duygusal olarak […]

Geçtiğimiz günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Mehmet Müezzinoğlu torununa bakan annelere bebek bakım parası “müjdesini” verdi. Bu müjdeyle birlikte, devlet, alışılanın aksine, toplumun çok büyük bir kısmı tarafından görmezden gelinen, yok sayılan bir mevzuya işaret etti: Torunlarına bakan kadınların emeklerinin ücret olarak bir karşılığı olmalıdır; torununa bakmak bir iştir ve karşılığı yalnızca duygusal olarak verilemez.

Daha önce bu konuda bir yazı daha yazmıştım: “Torununa Bakmak Zorunda Olan Anneler”. O yüzden bir süredir bu mesele üzerine, yazıya gelen yorumlarla da birlikte düşünme olanağı buldum. Yazıda da bahsettiğim gibi, anneanne ve babaanneler için çocuk bakmak sıklıkla bir zorunluluk gibi görülüyor. Dedelerin bu tabloya hiç girmemesinin yanı sıra, bahsi geçen anneannelerin/babaannelerin de hiç hayatları, hayat tercihleri, üstüne düşünmek, çalışmak istedikleri yokmuş gibi, en azından onlarca senelik iş yükünün üstüne dinlenmeye hakları yokmuş gibi, “zaten” bakmaları gereken torunları zamanı geldiğinde onlara “postalanıyor”. Bunun için ücret ödemeyi teklif etmek şöyle dursun, bu kadınların baktıkları çocuklara yönelik herhangi bir tasarruf hakları da çoğunlukla saklı değil; çocuğun hayatına dair tüm tasarruf hakkı çocuğun ebeveynlerinde olduğundan anneanne ya da babaanne ancak bu kararlara uyduğunda bir gerginliğe sebep olmuyor ya da takdir görüyor. Anneanne ve babaanneler de genellikle kendilerini “seçeneksiz” görüyorlar, var olan durumun kendilerine yaşattığı manevi ve duygusal tatminle bu ilişkiyi sürdürüyorlar. Yani, birçok durumda olduğu gibi kadınların emekleri yine birçok farklı şekilde görmezden geliniyor ve(ya) sömürülüyor, bir de bu özel durumda görmezden gelmenin öznesi kadınlar olmak durumunda kalıyor. Durumunda kalıyor, çünkü kadınlara verilen maaş, eğer çocuk olduğunda bakım hizmeti dışarıdan alınırsa bu hizmetin ücretini ancak karşılıyor; çalışan kadınlar, kendilerine “ait” olan çocuklarına bakmayıp çalıştıklarında, bu çocukların bakımını karşılayan parayı bulmayı da kendilerine görev biliyorlar, her şeyin üstüne bir de bu yükün altında eziliyorlar. Hal böyle olunca da aslında anneanneler/babaanneler torunlarına bakmaya yönelik motivasyonları olsa da olmasa da, kızlarıyla tek yönlü ve üstü kapalı bir dayanışma gerçekleştiriyor, neredeyse tüm zaman ve emeklerini bu yolda harcıyorlar. Benim hayalimdeki dünyada ise şu oluyor: Torunlar ve anneanne/babaanneler birbirleriyle görüşmek istedikleri için, sık sık görüşüyorlar, aralarında zorunlu bir bakım ilişkisi olmuyor, anneler de zor durumda kaldıklarında eğer bir yardım talebinde bulunuyorlarsa bunun bir yardım olduğunu, önemli bir emek olduğunu göz ardı etmiyorlar, anneannelerin/babaannelerin haklarını her anlamda teslim ediyorlar. Kendi hayatımda bile tam olarak kurgulayamadığım bu hayali herkese anlatmak, herkesin hayalleriyle bu hayali büyütmek istiyorum ben de.

Yazının ilk kısmında, açıkça görüldüğü üzere sözüm, bir şeyler söylerken ulaşmayı en önemsediğim “hedef kitle”ye, kendime ve benim gibi çalışan, üreten çocuklu kadınlaraydı tabii. Ama bu bahsi geçen “müjde”nin bir de müjdeyi verenler ve bu müjdeye yaklaşımları üzerinden değerlendirilmesi de şart muhakkak. Son dönemde kadın istihdamının artırılmasına yönelik hamlelerin çoğunluğu, (yarı zamanlı çalışma, esnek çalışma, doğum sonrası izinler vs.) kadınların aileleri içerisinde var olan pozisyonlarını (hem evde hem işte çalışan, çifte yük omuzlarında kadınlar) “var ve hep öyle olacak” diye kabul ediyor ve mümkün olduğu kadar kadınların evde oturmasını, kamusal hayatla minimum temas kurmasını telkin eden “zümreyle” de arasını böylece açmamış oluyor. Yani bir taşla iki kuş vuruyor: Hem tutturmak zorunda olduğu uluslararası hedeflere kadınların hayatındaki değişimlerden öte rakamlar üzerinden yaklaşmaya çalışıyor, hem de toplumsal olarak herhangi bir tepkiyle karşılaşmıyor. “Kadınlar çalışsın” demeden kadınları istihdama dahil etmenin yollarından biri de son örnekle birlikte anneanne ve babaanneleri oyuna katmak oluyor. Yapılan küçük yatırımla, küçük yaştaki çocukların bakımına yönelik yapılması gereken çok daha büyük yatırımların kazanımlarına, en azından sayısal anlamda ulaşılmış oluyor. Hatta sanırım 2 yaş sonrası eğitimin zorunlu olacağına yönelik garip dedikodular bile bu son müjdeye dört elle sarılmamıza olanak sağladı: Yeter ki o altyapısının nasıl olacağına dair bile onlarca soru işaretimizin olduğu okullara çocuklarımızı zorla göndermek zorunda kalmayalım, anneannelere para vermek çok daha iyi bir seçenek! Zaten müjdeyi verirken bu durumun altı özellikle çiziliyor: “Çocuğun anneannenin evinde güvencede, daha huzurlu ortamda, anneanneye veya babaanneye verilecek destekle daha sağlıklı ortamlar olabilir değerlendirmesi yapılıyor.”

Kısacası anneannelere babaannelere çocuklarımızı baktırıp emeklerini görmezden gelmemek gerektiğini bizlere hatırlatan enteresan bir müjde aldık bu hafta. Ama keşke bu müjde kadınların hayatın neredeyse her alanında görülmeyen, görmezden gelinen emeğini görmeye bir kapı açsaydı, en azından buna dair küçük bir umut ışığı yaksaydı. Bunun için oldukça erken gibi, en azından şimdilik.

 

Fotoğraf: Nilbar Güreş

Rumeysa Çamdereli

Üyelik Tarihi: 02 Ocak 2017
26 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör