Sağlık Arabulucuları’yla Mültecilere Hak Odaklı Yaklaşım

‘Sağlık Arabulucuları’ Projesi'ni konuştuğumuz Ardıç Dayanışma Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Soner Çalış, proje ile STÖ temsilcilerinin, tercümanların ve kültürel arabulucuların sağlık hizmetlerine erişim ve benzeri sağlıkla ilgili konularda bilgi düzeylerini artırarak, Türkiye’de yaşayan göçmenler ve mülteciler için “sağlık arabulucuları” konumuna gelmelerini ve hak temelinde çözüm önerileri üretebilmelerini hedeflediklerini belirtiyor.

Sizi ve Ardıç Dayanışma Derneği’ni tanıyabilir miyiz?

Ardıç Dayanışma Derneği2005 yılından beri mülteci ve sığınmacı hakları alanında ve insani yardım faaliyetleri yürüten sivil toplum organizasyonlarında gönüllü ve profesyonel olarak  çalışıyorum. Halihazırda 2017 yılında kurduğumuz Ardıç Dayanışma Derneği’nde gönüllü olarak yönetim kurulu başkanlığını yürütüyorum. Ardıç Dayanışma Derneği, mülteci ve sığınmacı hakları konularında savunuculuk faaliyetler yapan; kent hakkı bağlamında mülteci sığınmacı grupların karar alma mekanizmalarına katılımı için faaliyet yürüten; bunu da interdisipliner bir zeminde geliştirmeye çalışan bir sivil toplum örgütü.

Ardıç Dayanışma olarak arabulucuk mekanizmasıyla hak alanını nasıl konumlandırıyorsunuz?

Arabuluculuk mekanizması, tarafların içinde bulundukları çatışmayı, tarafsız bir üçüncü kişi/kurum yardımıyla çözüme kavuşturma gayreti olarak tanımlanabilir. 

Biz ise; arabuluculuk mekanizmasını o bildik hukuki tanımdan çıkarıp, gündelik hayat pratikleri içerisinde uzlaşma zemini arayan, yapısal çözümler üreten ve çözümün geliştirilmesi yönünde tarafları ikna etme arayışında olan bir araç olarak düşünmeye çalışıyoruz. Çünkü biliyoruz ki bir tür konuşma alanı yaratılmadan ve bu alanda müzakere koşulları oluşturmadan Türkiye’de yaşayan mülteci toplumunun kendini anlatması ve anlaşılma duygusunun oluşturacağı “bu topluma aidiyet” duygusunun gelişmesi oldukça zor. Tabii ki öncelikle kamunun mülteci toplumda böylesi bir duygunun gelişmesine yönelik politikalar oluşturması gibi bir ön koşulun gerekliliği temel bir ihtiyaç. 

Bizler geliştirdiğimiz çalışmalarla şimdilik, sağlık hizmetlerine erişimi kolaylaştırmaya çabalayan bir zeminde tartışmaya açtık bu kavramı. Fakat arabuluculuk kavramı etrafında çok daha derinlikli bir tartışma yaratmak mümkün ve sanki gerekli de.

Sağlık arabuluculuğuyla temasınız nasıl başladı? Sistemi yeni mi? 

Bizim bu kavramla daha yoğun temasımız ise 2019 yılında Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) tarafından geliştirilen ve MSF Yunanistan’ın yürütücülüğü yaptığı “MSF Urban Spaces” projesiyle birlikte başladı. Kısaca, MSF “Urban Spaces” projesi, Atina, İstanbul, Johannesburg, MexsicoCity, Montreal ve Torino kentlerinde yerel sivil toplum kuruluşları ve dayanışma ağları tarafından gerçekleştirilen ve bu kentler arasında bir dayanışma örüntüsü kurmayı amaçlayan bir çalışma olarak özetlenebilir. Bununla birlikte göçmen/mülteci gruplarla, yerel STÖ’leri ve aktivistleri bir araya getirmeyi amaçlayan bir program aynı zamanda.

MSF Urban Spaces projesiyle birlikte İstanbul’da yapabileceklerimiz üzerine konuşmaya başladık. Projenin bizim açımızdan özgün yanı; mülteci hakları konusunda savunuculuğun büyümesi için yapılacak çalışmaları kentlerin ihtiyaçları üzerinden, yerel ortakların belirlemesini istiyor olmasıydı. Bu da bizlere mülteci hakları savunuculuğu konusunda oldukça geniş bir zeminde tartışma olanağı sağlamış oldu ve çalışma ekibi olarak Sağlık Elçileri: Kültürel Arabulucular için Sağlık Eğitim Atölyesi gerçekleştirme kararı aldık. Gerek çalışma konusunun belirlenmesi gerekse ortaya çıkan sonuç ürünler proje ekibinin kolektif emeğinin çıktısı oldu.

Bir sonraki çalışmamız ise HeinrichBöl Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nin desteğiyle yürüttüğümüz Sağlık Arabulucuları Projesi oldu. 

Projeyle neyi hedeflediniz, ne gibi çalışmalar yapıldı?

Ardıç Dayanışma DerneğiMülteci ve sığınmacı toplumunun sağlık hizmetlerine erişimi konusunda henüz aşılamamış ve dolayısıyla da nitelikli hizmete erişiminin önünde engel olarak duran bir yığın sorunu çalışmalarımızdan ve sahadaki temaslarımızdan gözlemliyoruz, ki bu durum birçok saha raporuna da yansıyor zaten. Sağlık hakkı dediğimizde tek başına hastaneye gidebilmekten söz etmiyoruz. Yaşam koşullarının sağlıklı olması, beslenme tarzının, beslenme çeşitliliğinin niteliğini de dile getirmek gerekiyor. Sağlık  hizmetlerinin çok dilli erişilebilir ve ulaşılabilir olması herkes için temel bir hak. Konu göçmenler olduğundaysa, yoksulluk ve yoksunluk üzerinden bir tür erişememe halinden de söz etmeye başlıyoruz, ki Türkçe bilmemek gibi durumlar da birçok alanda olduğu gibi sağlığa erişim konusunda mülteci toplumunun karşılaştığı sorunları derinleştiriyor.

Bu tespitten hareketle, Ardıç Dayanışma Derneği tarafından geliştirilen ve Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği’nin desteğiyle yürütülen Sağlık Arabulucuları projesi, göç alanındaki STÖ’lerde çalışan tercümanların / kültürel arabulucuların sağlık okur-yazarlıklarının geliştirilmesini, tercümanlık konusunda gerekli bilgilere erişebilmelerini ve sağlık alanında çalışırken karşılaşılabilecekleri zorlukların farkında olarak bu sorunlara hak erişim temelinde hareket ederek çözüm önerileri üretebilmelerini amaçlamakta.

Bu amaçları göz önünde bulundurarak projemiz kapsamında, sağlık alanında çalışan tercümanlar ve sosyal çalışmacılar için Türkçe, İngilizce, Farsça ve Arapça olmak üzere 4 farklı dilde “Kültürel Arabulucular için Sağlık Rehberi’ni hazırladık. Böylece, sağlık alanında çalışan tercümanların faaliyet gösterdikleri bağlamı tanımlayarak, etkili ve profesyonel tercümanlık hizmeti sunumunu gerçekleştirmelerine katkıda bulunmayı ve belirli tıbbi konularda bilgi düzeylerini artırarak, çeviri sırasında yaşanabilecek zorluklara çözüm yolları önermeyi hedefledik. Rehberin sık karşılaşılan tıbbi sorunlar konusunda tercümanlara bilgi sunmasının diğer bir hedefi ise; tercümanın -özellikle de göçmen sağlığı alanında çalışanların- başvuranların tedavi süreçlerindeki kimi aşamalarında ya da tüm süreç boyunca yalnız görev yapmaları, bundan dolayı tıbbi alana dair bilgilerini artırmanın tercümanı koruyan, daha verimli çalışmasını sağlayan, tedavi sürecinin muhataplarını da rahatlatan bir unsur olmasıdır.

Bir diğer temel beklentimiz; tercüman/kültürel arabulucunun destek hizmeti verdiği kişi ya da topluluğa, Türkiye’deki sağlık sistemini, sağlık hizmetlerine erişim prosedürlerini, bunun için hangi kanalları kullanabileceğini ve hukuki statüsünden doğan haklarını aktarıyor olması. 

Sağlık hukukunda arabuluculuk yöntemi uygulamaları nasıl gerçekleşiyor?

Bir hukukçu olmadığımı ve dolayısıyla hukuki bir metne dair yorumlarımın fazlasıyla eksik olacağını peşinen kabul ettiğimi belirteyim öncelikle. Sorunuza sosyal devletin yurttaşlara karşı sorumlu olduğunu kabulü üzerinden yanıt vermeye çalışayım. Anayasanın 56. maddesi sağlık hakkını sosyal haklar arasında tanımlar ve sağlık hakkına ilişkin yasal bir güvence alanı yaratır. Aynı zamanda, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de sosyal haklar güvenceye alınmıştır.

1982 Anayasası’nın 56. maddesindeki düzenlemelere göre, “Herkes, sağlık ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir” (m. 56/1); “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; …amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler” (m. 56/3); “Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir” (m. 56/4) ve “Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir”

Akla gelen ilk soru yasa maddesinde tanımlanmış olan “herkes” kimdir? Hangi “herkes”ten söz edilmektedir?
Göçmenler, mülteciler ve sığınmacılar karşılaştıkları uygulamalar farklı olsa da en azından hukuki metinlerde yasanın sağladığı güvencenin alanındadır denilebilir. Sağlık kurumlarında yeterli sayıda tercümanın olmayışı, muayene için rendevu alamıyor olmak, hekimle tanı ve tedavi sürecine ilişkin sağlıklı iletişim geliştiremiyor olmak, ayrımcılığa maruz kalmak gibi sorunlar ilk akla gelen sorunlar olarak sıralanabilir. Ne var ki kağıtsız göçmenler sistem açısından yok hükmündedir ve sağlık hakkına erişim konusunda sağlık sistemiyle göçmen/mülteci arasında çatışmanın derinleştiği  konulardan biridir.

Kültürel arabulucu/tercüman, hem uluslararası sözleşmelerle hem de anayasayla güvence altına alınmış olan sosyal hakların uygulanması, göçmen/mülteci toplumunun başta ayrımcılık kaynaklı olmak üzere, temel birkaç başlıkla değinmeye çalıştığım problemler karşısında herhangi bir ihlal yaşamamaları konusunda destek olamaya çalışır.

Proje kapsamındaki arabulucular nasıl yetişiyor?

Proje kapsamında geliştirdiğimiz katılımcı yöntemle, göç alanındaki aktörlerin, sağlık çalışanlarının ve  tercümanların deneyimlerini birbirleriyle paylaşarak, birbirlerinden öğrendikleri bir süreç yaratmış olduk.
Koronavirüs pandemisi nedeniyle yan yana gelme koşullarımız ortadan kalktığı için 2020 yılında gerçekleştirdiğimiz Sağlık Arabulucuları Projesi’ni online olarak yapmak zorunda kaldık. Daha önce yaptığımız çalışma kadar verimli geçtiğini söylemek zor olsa da Türkiye’nin farklı kentlerinden ve farklı alanlarda çalışan STÖ’lerden katılımcılarla buluşabilmiş olmak bizler açısından anlamlı bir paylaşım süreci oldu. 

Sağlık hukukunda hasta ve hekim ilişkisi ile ilgili ne söylersiniz?

Mülteci ve sığınmacı toplumuna dair çok ciddi önyargılar ve ayrımcı uygulamalarla karşılaşıyoruz. Politik, ideolojik arka plandan gelen çeşitli ayırımcılık biçimleri var. Tıp alanı da sağlık hizmetlerine erişim sahası da bundan uzak değil maalesef. Ve ayrımcılık suç.

Öte yandan, sağlık sisteminin bütün yükünün sağlık çalışanlarında olması ve çalışanlar üzerindeki yoğun baskı da bir tür gerilim potansiyeli olarak değerlendirilebilir. Poliklinik hizmeti veren bir hekimin günde 100 hastayı muayene etmeye çalışıyor olması sağlık sistemindeki sorunlardan yalnızca biri. Bu durum sadece göçmenler açısından değil, herhangi bir kişinin nitelikli bir sağlık hizmeti alması önünde engel olarak görülmelidir. Sağlık sistemindeki mevcut durum, hastayla hekimi karşı karşıya getiriyor ve sağlık sistemine ilişkin yapısal sorunlar görülmez hale geliyor. 

Özellikle göçmen ve sığınmacılar açısından en fazla hangi alanlarda sorun yaşanıyor? 

Suriyeli mülteciler geçici koruma prosedürü içerisindeler. Onlara sağlanan geçici koruma statüsünün kendilerine sağladığı bazı haklar var. Geçen seneye kadar kamu hastanelerinden ücretsiz olarak faydalanabiliyorlardı. Fakat artık muayene ücreti ödüyorlar. Ekonomik koşulların yarattığı  yoksulluk nedeniyle, muayene ve ilaç parası dahi ödeyememeleri sıkça karşılaştığımız sorunlardan. Türkiye’de mülteci statüsünde olmayan Afganistanlı, Iraklı ve Afrikalı sığınmacılarda durum biraz zor ve daha karışık. Kendilerinden talep edilen yüksek  tedavi ücretleri ve dolayısıyla tedaviye erişememe durumu, telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açabiliyor. Bir şekilde tedavi hizmeti almışsa ve talep edilen ücreti karşılayacak ekonomik koşullara sahip değilse, bu durumda kişi ya hastaneden kaçıyor ya borçlanıyor ya da hastaneden çıkamıyor. Ya da zaten tedaviye erişemiyor. 

Sağlık sistemi içerisinde tanımlanamayan gruplar, kağıtsız göçmenler, tanımlı hukuk alanının dışında kaldıkları için sağlık, eğitim, adalet ve güvenlik sistemlerinin, yani aslında bir bütün olarak kamusal hizmetleri var eden kurumsallığın dışında kalıyorlar. Çünkü sistem bu insanları tanımlamıyor ya da tanımlamaktan kaçınıyor. Kayıtlı değilseniz, kağıtsız ve tanımlanamaz oluyorsunuz! Dolayısıyla sağlık hizmetlerinden faydalanmak zorunda kalan göçmen/mülteci toplumlar üzerinde çok ciddi bir ekonomik yük var. Hukuki süreçlerle karşı karşıya kaldıkları nokta tam da bu maliyet yükünü karşılayamadıkları nokta oluyor.

Arabuluculuk sisteminin sağlık sektöründe yaşanan hukuki ihtilafların çözümü için ne kadar işlevselliği vardır?

Bizim tanımladığımız anlamıyla sağlık arabulucusunun görevi ya da işlevi, ilgililere; mülteci/sığınmacıların hukuki statülerinden doğan haklarını hatırlatmak ve muhatapların da buna göre hareket etmesini sağlamaya çalışmak.

Buradaki temel gayemiz şu; hem hizmete erişemiyor olmaktan kaynaklı oluşabilecek sorunların çözümünün zor problemlere dönüşmesini önlemek hem de Türkiye toplumuna da sığınmanın bir hak olduğunu; bu haktan doğan kamusal hizmetlere erişim hakkının da sığınma hakkından geldiğini anlatabiliyor olmak. 

Mültecinin kendisine sağlık hakkının bütün detaylarını anlatabiliriz fakat muhatapları bunu dikkate almadığında oluşan sorunu çözmüş olmayız. Bu noktada, sağlık arabulucusunun ortaya koyduğu şey, bir tür insan hakları anlatısı ve tavrı. 

“Sağlık hakkı çok temel insan hakkıdır. Sizin politik perspektifiniz ideolojik kampınız bunlardan bağımsızdır. Hasta olan kişiye hekimlik veya sağlık personeli olma etiği içerisinde müdahale etmek zorundasınız”. Sağlık arabulucusunun görevi ise hizmete erişimi kolaylaştıran, telafisi zor ya da imkansız sonuçların ortaya çıkmasını engelleyen bir tavırla taraflar arasında çözümü kolaylaştırmak. Sağlık arabulucusunun temelde yaptığı şey bu.

Aslına bakarsanız, çoktan çözülmüş olması geren konuları konuşuyoruz hala, üzücü bir durum. Öte yandan, anlatmaya ve insan onuruna yaraşır bir hayatın herkes için mümkün olduğunu ifade etmeye devam etmek gerekiyor. 

İzninizle; her iki çalışmanın ortaya çıkış sürecinde ve uygulaması sırasında fikri ve ekonomik destek sağlayan kurum ve kişilere teşekkür etmek isterim. Ortaya çıkan her bir ürün, bütün ekip arkadaşlarımızın ve destekçilerimizin kolektif emeğinin ve dayanışmacı tavrının ürünüdür.