Medya Alevileri Tanımıyor

Aleviler, "ana akım" denilen medyanın kendilerini ya görmezden geldiği ya da haberi genellikle iktidar lehine manipüle ettiği görüşünde. "Muhalif " olarak adlandırılan medyanın ise yetersiz kaldığına inanılıyor.

Talepleri ve sorunları kapsamında Aleviler, yer yer gündemin üst sıralarında yer yer de gündem dışında görünmesine karşın aslında hep gündemde. Başka gündemlerin gölgesi altında kalması, görünürde üzerinde konuşulmuyor, tartışılmıyor olması meselenin önem ve ağırlığını azaltmıyor, aksine artırıyor. Fakat en azından gelinen nokta itibarıyla Türkiye’nin toplumsal bütünlüğü içerisinde Alevilerin varlığı, artık herkesin malumu olan bir gerçeklik. Farklı yaklaşımlara konu olmakla beraber Alevilerin sorunları, talepleri olduğu da, aynı şekilde herkesin malumu olan bir başka gerçeklik.

Bilindiği üzere bir toplumsal meselenin sonuç alıcı, kalıcı bir çözüm noktasına varabilmesi, yaşadığımız çağın gerçekleri ve gerekleri de dikkate alındığında, medya bağlamında yansımasını bulmadan kolayca gerçekleşememektedir.

Tam da bunun için Alevilerin medyaya ihtiyaç duydukları çok açık. Ne var ki Alevilerin medyayla ilişkileri burada izah edildiği gibi “düz” bir hat izlemiyor; oldukça sorunlu. Bunun medyanın mevcut yapısından ileri gelen boyutları olduğu gibi Alevi kurumları ve bir bütün olarak Alevilerden kaynaklanan boyutları da var…

Aleviler Medyaya Güvenmiyor

İletişim çağında yaşıyoruz. İletişim araç ve imkanları son derece çeşitli. Dünyanın herhangi bir köşesinde yaşanan bir olaydan anında herkes haberdar olabiliyor. Ama Aleviler, kendileri söz konusu olunca “ana akım” denilen medyanın kendilerini ya görmezden geldiği ya da haberi genellikle iktidar lehine manipüle ettiği görüşünde. “Muhalif ” olarak adlandırılan medyanın ise yetersiz kaldığına inanılıyor. Yetersizliğin yanı sıra, Alevi yazar ve yayıncı Şükrü Yıldız‘ın şöyle bir tespiti var: “Merkez medya ve kendisini alternatif veya sol medya olarak tanımlayan basın-yayın organları Alevilik meselesini Alevilerden bağımsız olarak ele almışlardır. Özellikle cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak 80’li yıllara kadar Sünni İslam kökenli Türk aydınları Aleviler adına konuşmuş, toplumda da bu kişilerin çoğu Aleviymiş gibi  algılanmıştır.”

2000’li yıllarla birlikte önce Avrupa’da sonra da Türkiye’de peş peşe kurulan ama kısa süre içinde kapanan uydu üzerinden yayın yapan Alevi televizyon kanallarının birçoğunu kuran, yöneticiliğini yapan ve halen merkezi Avrupa’da bulunan Semah Medya’nın yönetim kurulu başkanı Şükrü Yıldız, Alevi hareketinin gelişmesine paralel olarak kendisini “Alevi televizyonu” olarak tanımlayan televizyon kanallarının ortaya çıktığını hatırlattıktan sonra, “Tabii ki” diyerek ekliyor: “Merkez medya veya alternatif medya organları Alevilerin dünyasını işleyen program, çalışma ve yayınlara yer verseler böylesine kimlikli yayınlara ihtiyaç olmayacaktır. Zaten ilk dönem Alevi kanallarının hedefi medyada Alevileri görünür kılmaktı. Baskı oluşturmaktı.”

“Mevcut medya Alevilerin yaşadığı sorunlara yeterince, gereğince yer vermiyor” düşüncesini paylaşan bir başka isim ise, Alevi Düşünce Ocağı Başkanı Doğan Bermek. Bermek’in dikkat çektiği bir başka husus daha var: “Mevcut medya Alevilerin yaşadıkları sorunlara gereğince yer vermiyor. Yeterli uzmanlık bilgileri yok ve olayları arka planlarını, geçmişlerini ve başka olaylar ile bağlantılarını irdelemeden sadece haber olarak veriyor. Çok önemli sorunları ya da girişimleri de farkında olmadan değersizleştiriyor. Aleviler medyada yer bulamıyor, ayrıca bulsalar da, medyada Alevileri ve Aleviliği anlamış yönetici ve programcı o kadar az ki sorunlar soyutlaştırılıyor.”

Önemli medya kuruluşlarının hemen tamamında iç ve dış siyasetle, toplumsal meselelerle, örneğin Kürt sorunuyla veya söz gelimi çevre sorunlarıyla ilgili gelişmeleri izleyen muhabirler, editörler, yazarlar olduğu düşünülecek olursa Doğan Bermek‘in işaret ettiği eksikliğin önemi daha iyi anlaşılır olmaktadır.

Mevcut medya Alevilerin yaşadıkları sorunlara gereğince yer vermiyor. Yeterli uzmanlık bilgileri yok ve olayları arka planlarını, geçmişlerini ve başka olaylar ile bağlantılarını irdelemeden sadece haber olarak veriyor. Aleviler medyada yer bulamıyor, ayrıca bulsalar da, medyada Alevileri ve Aleviliği anlamış yönetici ve programcı o kadar az ki sorunlar soyutlaştırılıyor.

Bunu bir “örnek” üzerinden irdelemek yararlı olabilir. 30 Temmuz 2012’de Alevi ve Sünni yurttaşların birlikte yaşadığı Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Sürgü beldesinde bir “olay” yaşandı. Bir ramazan davulcusu Alevi olduğunu, oruç tutmadığını bildiği halde sahur vakti Evli ailesinin önünde ev ahalisini uyandırana değin davul çaldı. Söz konusu tarihte davulcunun bu tutumuna adeta “isyan” eden ev sahibi, “Biz oruç tutmuyoruz, sabah erken bu evden 4-5 kişi işe gidiyor, hastamız var” diyerek davulcuyu uyardı. Davulcunun buna karşılığı ise “Ramazana hakaret ettiler” diye feryat ederek belde halkını ayağa kaldırmak oldu. Gecenin o vakti Evli ailesinin evi önünde tekbir getirerek toplanan kalabalık, evin yanındaki ahırı ateşe verdi. Evi taşladı, camları kırdı. Olay yerine gelen jandarma kalabalığı yatıştırmakta zorlandı, ilçe merkezinden takviye birlikler istendi. Jandarma komutanı “linç” histerisine kapılmış kalabalığı, ancak “Sabah olunca bu aileyi buradan göndereceğiz” diyerek yatıştırabildi ve insanlar evlerine geri döndü. Bu “haber” dönemin medyasında kendisine “Tehlikeli gerginlik” türü başlıklarla yer buldu. Ama gerçekte bu “nötr” imiş gibi görünen başlık daha az “tehlikeli” değil. Çok açık ki “olayın” baş aktörü, ne tür bir niyetle hareket ettiği araştırılması gereken davulcudur. Ama hiçbir medya grubu bu davulcuya mercek tutma gereği duymadı. (Aynı şekilde savcılar da buna gerek duymadı.) Evlerinde saatlerce ışıklarını kapatıp korku içerisinde güvenlik güçlerinin kalabalığı dağıtmasını bekleyen insanların yaşadığı psikoloji ve canlanan tarihi hafızalarını “merak” eden de olmadı. Tıpkı o beldede yaşayan diğer Alevi yurttaşların neler hissettiğini de merak eden olmadığı gibi. Tabii olaya karışan ya da uzak duran Sünni yurttaşlara da mikrofon uzatan ve “Ne oldu? Niye oldu?” diye soran da olmadı. Bir başka ayrıntı: Niyetleri içindekilerle birlikte evi yakmak olan kalabalık, jandarma müdahalesinin ardından “Alevilere ölüm!” sloganlarına ara verip adeta “düşmana” karşı verdikleri mücadeleden dolayı duydukları “gururu” tatmin etmek istercesine İstiklal Marşı okudu. Bu, nasıl bir marazi psikolojik motivasyondur; kimseler merak etmedi, araştırmadı…

Bir başka örnek… Bilindiği üzere dini veya resmi bayram, anma, yıldönümü gibi özel günlerde medya “günün anlam ve önemine uygun” yayınlar yapar. Bu, gayet “anlaşılır” bir hassasiyet. Ama merkez medyadaki bu olağan “hassasiyete”, Alevilerin örneğin 12 İmam orucu, Hızır orucu gibi günlerinde rastlamak mümkün değil. Tek başına bu iki örnek üzerinden bile düşünülecek olursa Alevilerin mevcut medyaya neden güven duymadıkları gayet açık ve anlaşılır olmaktadır.

Zaten denilebilir ki “Alevi medyası” da bu tablonun doğrudan sonucudur.  Alevi gazeteci, yazar ve aktivistlerin tamamının altını çizdiği husus bu oldu. Aleviler, tıpkı Doğan Bermek’in vurguladığı gibi kendi medyalarının olmasını bir “ihtiyaç” görüyorlar.

“Medya insanlara ulaşmanın en etkili yolu” diyen gazeteci Hatice Çevik, merkez medyanın yetersizliğine vurgu yaptıktan sonra, “Aleviler sorunların artarak devam etmesi ve seslerini duyurmak, kendi inanç ve kültürlerini yaşatmak ve doğru bir şekilde ortaya koymak, Aleviler arasında iletişimi sağlamak amacıyla kendi alternatif medyalarını oluşturdular” diyor.

PİRHA’dan gazeteci Nilgün Mete de mevcut medyanın Alevileri ve Alevilerle ilgili gelişmeleri görmezden geldiği inancında. Mete’ye göre “yandaş” olarak adlandırılan iktidar yanlısı medya kuruluşlarında Alevilere yönelik bir “nefret dili” de görülmeye başlamış. Alevi meselesine hakim insanların görüşlerine başvurularak hazırlanan özel haberler ise “hiç yok denecek kadar az” diyen Mete, bu konuda Alevilerin de eksikleri olduğunu savunuyor: “Alevilerin de mevcut medyada yer bulmak için özel bir çaba sarf ettiklerini düşünmüyorum,  görmüyorum. Gündemi takip ederek bir açıklama yapmak ya da kendileriyle ilgili kitlesel eylemler düzenleyerek görünür olmak gibi bir çabaları pek yok. Dolayısıyla haberciler de durağan bir toplumun sorunlarını, taleplerini dillendirmekten uzak duruyorlar. Alevi kurumları daha aktif olabilirler. Basın birimleri oluşturabilirler ve bu birimin aktif çalışmasını sağlayabilirler. Medya organlarıyla, çalışanlarıyla daha aktif, birebir iletişim kurabilirler. Bu da seslerini duyurmalarında bir yol olacaktır.”

Merkezi Almanya’da bulunan Yol TV temsilcisi Mahmut Akgül‘ün mevcut medya organlarının Alevilere bakış açısıyla ilgili daha kesin ve doğrudan bir görüşü var: “Medya siyasi iktidarlarla kurdukları çapraz ilişkiler nedeniyle genelde hükümetlerin sözcüsü durumundadır.” Akgül’e göre merkez medya sadece Alevileri değil, tüm “ötekileştirilenleri” yansıtmaktan uzak durmaktadır. Akgül, “Kimi zaman irili ufaklı haberler görülebiliyor, ama onlar da genellikle algı operasyonlarına hizmet ediyor” inancında.

Hatice Çevik, Alevi dernekleri, kentlere göçle beraber ortaya çıkan “yeni durum” nedeniyle Alevilerin “bir arada olmak” ihtiyacının ürünü olarak ortaya çıktıklarını belirtiyor. Çevik, bu dernekler ve yöre dernekleri bünyesinde çıkarılan yayınlar olduğunu hatırlatarak şöyle devam ediyor: “Bireysel çabalarla çıkarılan dergi ve gazetelerin yanı sıra derneklerin çıkardığı bu yayınlar da Alevi medyasının zeminini oluşturdu.  Pir Sultan Abdal, Alevilerin Sesi, Zülfikar, Serçeşme, Yol, Cem, Kızılbaş, Semah, Alevilik Araştırmaları, Nefes, Dem, Ehlen, Dersim, Divriği, Pazarcık, Arguvan, vs. Bunlardan bazıları hala yayınına devam etmektedir.”

Çevik, 1990’lı yıllardan itibaren daha çok Alevilere hitap eden radyoların yayına başladığını, ancak bir “iletişim aracı” olarak televizyonların Aleviler için daha büyük bir önem taşıdığını savunuyor: “2004 yıllarında başlayan TV yayıncılığı tüm zorluklara rağmen devam etmektedir. Su TV, Dem TV, Barış TV, TV 10, Yol TV, Cem TV, Can TV deneyimleri ile Aleviler televizyonculuk alanında da bir hayli tecrübe kazandılar. Birçoğu kapanmış, kapatılmış olsa da bütün olanaksızlıklarına rağmen Can TV ve Yol TV yayınlarına devam etmektedir.”

İnternet yayıncılığının da özellikle kamuoyu oluşturma bakımından “önemli” olduğunu söyleyen Çevik, “Ancak” diyerek ekliyor: “Bütün Alevilerin internet kullandığını düşünemeyiz. Bu yüzden televizyon kadar etkili olamıyorlar.”

Yarın: Alevi Medyası İhtiyaç Mı?