İnsan hakları savunucusu Murat Dinçer: OHAL koşullarının tümünü yasal ve olağan uygulama haline getirdikleri zaman OHAL’i kaldıracaklar

  “Suçluların da hakları vardır. Çalışma hakkı vardır hiç tartışılmaz. Yargılanan insanların çalışma hakkı fiilen ve hukuken engelleniyor. Sadece onlar değil aileleri de cezalandırılıyor ‘yaşayan ölüler sözü’ içinde bulundukları durumu çok doğru özetliyor.” Yurttaşlık Derneği eski yönetim kurulu üyesi ve insan hakları savunucusu Avukat Murat Dinçer’le olağanüstü hâl (OHAL) sürecinin hukuki yönlerini referandumu ve yeni […]

 

Suçluların da hakları vardır. Çalışma hakkı vardır hiç tartışılmaz. Yargılanan insanların çalışma hakkı fiilen ve hukuken engelleniyor. Sadece onlar değil aileleri de cezalandırılıyor ‘yaşayan ölüler sözü’ içinde bulundukları durumu çok doğru özetliyor.”

Yurttaşlık Derneği eski yönetim kurulu üyesi ve insan hakları savunucusu Avukat Murat Dinçer’le olağanüstü hâl (OHAL) sürecinin hukuki yönlerini referandumu ve yeni anayasayı konuştuk.

 Uzun yıllardan beri insan hakları alanında çalışan birisiniz. Biraz anlatır mısınız, nasıl başladınız?

 Doksanlı yıllardan itibaren insan hakları alanında çalışmalar yapmaya başladım. Önce Çağdaş Hukukçular Derneği ile başladım. Sonra baroda bir dönem yöneticilik yaptım. O yıllarda Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) yeni çıkıyordu. Sanık hakları şüpheli hakları üzerinden gelişti benim insan haklarına da ilgim. Yani insan hakları, yasal haklar, kanuni haklarla birlikte gelişti. Daha sonra işkence konusunda çok çalışmalarımız oldu. İşkenceyi önleme diye bir grup kurduk baroda. Bu grupta yine insan hakları alanında çalışan meslektaşlarımız da vardı. Mağdurun kimliğine ve failin kimliğine bakmaksızın işkence konusunda hem derinlemesine çalışmalar hem de fikri anlamda pratik çalışmalar yaptık. Ve işkence başvurusunda bulunan mağdurlara hukuki destek de vermeye başladık. Giderek ciddi bir mekanizmaya dönüştü bu grup. Daha sonra bu engellendi. Fakat bu çalışmalar sırasında diğer insan hakları çalışmalarımız devam etti. Örneğin valiliğin aracılığıyla yaklaşık iki bin civarında polise insan hakları alanında eğitimler verdik. O dönemde iklim de buna uygundu. Türkiye hızla demokratikleşmeyi istiyordu. Bu çalışmalarımız özellikle bu işkence konusundaki çalışmalarımız Avrupa Birliği Türkiye hakkındaki ilerleme raporuna da girdi.

Eski adıyla Helsinki Yurttaşlar Derneği yeni adıyla Yurttaşlık Derneği’ndeki çalışmalarınız da böyle başladı değil mi?

İnsan hakları savunucusu avukat Murat Dinçer
İnsan hakları savunucusu avukat Murat Dinçer

Evet. İşkence konusunda hazırlamış olduğumuz raporun İlerleme Raporu’na girmesiyle temasımız oldu. O dönem Yurttaşlık Derneği, ‘İnsan Haklarında Yeni Taktikler’ isimli uluslararası önemli bir çalışma yürütüyordu. Bu çalışma tüm dünyadaki insan hakları alanında yapılan çalışmaları kapsayan bir projeydi.  Dünyada yüze yakın ülkenin katıldığı üç yüze yakın taktik sunuldu. Türkiye’den de iki taktik vardı. Biri bu bizim yürüttüğümüz işkence ile mücadele komisyonu yapılanmasıydı. Daha sonra dernekteki arkadaşlarla benim çalışmam üzerinden ‘işkencenin haritalanması’- işkence teknik olarak nasıl gelişiyor, nerelerden etkileniyor, soruşturma aşamasında ne yaşanıyor- başlıklı bir çalışma yaptık. Daha sonraki çalışmalarda olabildiğince yer aldım. Örneğin Romanlarla ilgili bir çalışmada yer aldım. Sonra yine İştar Gözaydın’ın yaptığı diyanet-din-devlet ve toplum ilişkileri konulu bir çalışmada yer aldım. Olabildiğince panellere ve konferanslara katılmaya çalışıyorum. Bir dönem de derneğin yönetim kurulunda yer aldım.

Darbe girişiminin ardından başlatılan OHAL sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Basın özgürlüğünü düzenleyen anayasanın 30’uncu maddesi diyor ki, terör örgütüyle vs. ilişkisi mahkeme kararıyla sabit olmadıktan ve tespit edilemedikten sonra bir basın organına el konulamaz. Darbeyle ilişkisi olmayan birçok siyasi örgüt ve kişi etkili bir muhalefet yürütüyor diye cezalandırıldı ve cezalandırılmaya devam ediyor. Yani sadece devletin isimlendirdiği “FETÖ” adlı örgütün üyeleriyle ilgili yargılamalar sürmüyor. Bu örgütün dışında kalan, örgütle hiçbir şekilde ilişkilendirilmeyecek kişiler de cezalandırılıyor, bir kısmının üzerinde yeterli şüphe olabilir ama birçoğunda hiçbir şüphe olmadığını biliyoruz.

Prof. Dr. İştar Gözaydın’ın gözaltına alınmasıyla ilgili süreçte aktif olarak çalıştığınızı biliyoruz. Söylediğiniz gibi OHAL döneminde bu tip ilgisiz tutuklamalar, gözaltılar çok yaşandı. KHK’larla birçok mağduriyet oluştu bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Sivil toplum üzerinde de baskı oluştu. Çağdaş Hukukçular Derneği, Özgürlükçü Hukukçular Derneği, Gündem Çocuk Derneği, İnsan Hakları Araştırma Derneği gibi birçok dernek kapatıldı. KHK’lar ayrı bir mağduriyet oluşturuyor dediğiniz gibi. Kamuoyu bunlara güzel bir isim takmıştı “yaşayan ölüler”; varlar ama yoklar, işe girme hakları tamamen engellenmiş durumda. Özel üniversitelerin ihraç edilen akademisyenleri işe almaları engellenmiş, yasaklanmış. Gerek resmi gerekse gayrı resmi baskılar var üzerlerinde, farklı meslek gruplarından olan bu insanlar adeta damgalanmış durumdalar. Vahim olan şey şu: Genel hukuki ilkeye göre mahkumiyeti, mahkeme kararıyla sabit olmayan herkes masumdur ve suçsuz muamelesi görmek zorundadır. Vahim olan şu ki, yargılananlar baştan peşin olarak kanun hükmünde kararnamelerle suçlu ilan edilmiş durumdalar, kaldı ki suçluların da hakları vardır. Çalışma hakkı vardır hiç tartışılmaz. Bu insanların çalışma hakkı fiilen ve hukuken engelleniyor. Sadece onlar değil aileleri de cezalandırılıyor ve o “yaşayan ölüler “sözü de içinde bulundukları durumu çok doğru özetliyor, çok üzücü. Devlet ve kamu yok sayıyor. Bulundukları sosyal çevrede de konuyla alakalı çok sıkıntılar çekiyorlar.

OHAL şartlarında bir anayasa değişikli süreci ve referandum geçirdik bir yandan…

Evet. Bu durumun meşru olmadığı o kadar açık ki zaten devletin kendisi bir açıklama yapmıştı ve demişti ki biz OHAL de referandum yaparak referandumun meşruiyetine gölge düşürmeyiz ama şartlar öyle gelişti ki OHAL’ de yapıldı. Zaten Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı’nın (AGİT) son yaptığı açıklamada da aynı şeyi söylüyor: OHAL şartlarında siz oylama yaptınız. Şimdi şöyle denilebilir, hükümet tarafından bakınca “Biz OHAL şartlarında kimsenin propaganda yapmasını engellemedik” denebilir ama öyle değil. Meclisteki üçüncü büyük partinin genel başkanı ve bazı milletvekilleri de cezaevindeydi geri kalanlar ellerinden geldiğince bir şeyler yapmaya, propagandalarını yürütmeye çalıştılar ama asıl mesele şu bana göre: Bu zihniyet olarak, fikir olarak, psikolojik baskı ortamı, mitinglerin yapılamaması olarak, fiili ve fiziki engellemelerinin yanında zihinsel bir engelleme de getirdi. Yani OHAL döneminde hiçbir devlet, hiçbir ülke bunu söyleyemez.  Bu olağan bir durum değil, adı üstünde olağanüstü bir dönem. Dolayısıyla olağanüstü olan bu şartlar insanlara elbette ki bir baskı, bir yasak, hiçbir yere uygulanmazsa da zihinlere bir yasak getirmiştir. O nedenle insanlar otokontrol ile kendi dillerini kullanacağı propaganda dilini de gözden geçirmek zorunda kaldılar. Bu da elbette referandumu gölgeleyen bir durumdur.

YSK’nın kararıyla ilgili değerlendirmeniz nedir?

Ben bu konuya kamuoyunun baktığından daha farklı ve ihtiyatlı bakıyorum yani insanlar kolaylıkla, örneğin CHP’nin de böyle bir söylemi var- aslında ‘hayır’ yüksek çıktı ama hile yapıldı diyorlar. Hukukçu olmanın da getirdiği bir bakış açısıyla bunu söyleyemiyorum ben. Yani somut veriler gerekir ‘hayır’ çıktığını söyleyebilmek için, bunu ihtiyatla karşılıyorum ancak somut olan şeyler şunlar; ortada tartışılmayacak şeyler var. Daha önce zaten OHAL’de seçim yapmak, oylamayı gölgeleyen bir şey demiştik. ‘Evet’ ve ‘hayır’ propagandası yapanların eşit koşullarda yarışmadıkları da sabit. Televizyon kanallarının ayırdığı süre vs. her şey ortada. Ayrıca ‘hayır’ diyecek kişilere yönelik ithamlar hakaretler, bütün bunlar gerçekten süreci gölgeledi. Daha önemlisi ise şu: İnsanlar şöyle düşünüyor ve kesinlikle ben de katılıyorum, “şeffaflık istiyoruz”. Aynı zamanda insanlar oy dağılımının ne olduğunu bilmek istiyorlar ve tabiî ki bunca şaibeyi ve bunca meseleyi bir araya getirdiğimiz zaman ortaya başka bir şey çıkıyor. Somut veriler üzerinden gitmek ve elinizde somut veriler varsa bunun üzerinden mücadele etmek önemli.

Bu arada OHAL yine uzatıldı …

Başlangıçta üç ay için alındığı ve o kadar dahi sürmeden biteceği söylenerek OHAL ilan edilmişti. Şimdi uzatıla uzatıla bir yılı bulacak. Adeta bu olağanüstü hâl olağan hale geldi. Biraz çarpıcı gelebilir ama sanırım Türkiye’yi yönetenler OHAL’e o kadar alıştılar ki, OHAL’siz ülkeyi yönetemeyecek durumdalar artık. OHAL’i, OHAL’deki koşulların tümünü yasal ve olağan uygulama haline getirdiklerinde kaldıracaklar. Yani OHAL kalktığında maalesef sevinemeyeceğiz.

Bundan sonraki sürece dair öngörüleriniz nelerdir?

Bunu cevaplamak çok zor gerçekten. Türkiye’deki yeni gelişmelerinden sonra başkanlık sisteminin ve yeni anayasal düzenlemenin ustaca yapıldığını düşünmüyorum. Burada uyum kanunları çıkmasından söz ediliyor. Seçim kanununun değiştirilmesi, siyaset, partiler kanununda değişiklik, barajın düşürülmesi vs. Hiç istemeyiz ama önümüz karanlık gibi görünüyor, bir kaos yaşanacak. Bilinçli bir şekilde Türkiye’ye kötü şeyler yaşatacaklar anlamında söylemiyorum. İsteseler de içinden çıkılamayacak bir probleme, karmaşık bir yapıya dönüştü Türkiye çünkü yeni anayasanın hangi kurumlara, hangi yasal değişiklikleri getirdiği bilinmiyor. Bence yapanlar tarafından da bilinmiyor. Dolaysıyla birbiriyle çelişen bir hukuk sistemimiz oluştu. Anayasayla çelişen belki yüzlerce kanun var artık ve yeni yapılacak düzenlemeler de anayasaya ne kadar uygun olacak bilmiyoruz. Gelecekten uzun vadede umutluyum ama önümüzdeki günlerde hukuki anlamda çok ciddi karmaşık durumlar yaşanabilir.