‘Renklerimiz Ayrı Dertlerimiz Aynı’: Taraftar Hakları Derneği

20 Ağustos 2016
2012 yılında İzmir’de kurulan ve tüm dünyada büyük bir keyifle izlenen futbolun en değerli unsurunun taraftarlar olduğuna inanan Taraftar Hakları Derneği başkanı Burkal Efe Sakızoğlu ile, derneğin kuruluş hikayesini, faaliyetlerini, OHAL’i ve olimpiyatları konuştuk. “Ayrım gözetmeksizin tüm taraftarlar için çalışıyoruz.” Kısaca Taraftar Hakları Derneği’nden bahseder misiniz? Ne zaman kuruldunuz, neler yapıyorsunuz? Taraftar Hakları Derneği (THD),  […]

2012 yılında İzmir’de kurulan ve tüm dünyada büyük bir keyifle izlenen futbolun en değerli unsurunun taraftarlar olduğuna inanan Taraftar Hakları Derneği başkanı Burkal Efe Sakızoğlu ile, derneğin kuruluş hikayesini, faaliyetlerini, OHAL’i ve olimpiyatları konuştuk.

thd-1

“Ayrım gözetmeksizin tüm taraftarlar için çalışıyoruz.”

Kısaca Taraftar Hakları Derneği’nden bahseder misiniz? Ne zaman kuruldunuz, neler yapıyorsunuz?

Taraftar Hakları Derneği (THD),  farklı renklere gönül vermiş taraftarları ‘Renklerimiz Ayrı Dertlerimiz Aynı’ sloganıyla bir araya getirerek 2012 yılında İzmir’ de kuruldu. Başlangıç olarak İzmir’ den yola çıkmış olsak da, 4 yıllık bir süreç içerisinde yurt içinde, Avrupa ve Güney Amerika’ da birçok taraftar grubu ve sivil toplum kuruluşu ile iletişim halinde olduğumuzu söyleyebiliriz. THD aynı zamanda merkezi Hamburg’ da bulunan ve 48 Avrupa ülkesindeki taraftar gruplarından edindiği üyeliklerle UEFA tarafından diyalog partneri olarak kabul edilen Avrupa Futbol Taraftarları Ağı’nın (Football Supporters Europe-FSE) da üyesidir.

Ayrım gözetmeksizin tüm taraftarlarının, haklarını ve çıkarlarını savunmak, ortak taleplerinin gündeme getirilmesini sağlamak,  taraftarların, sosyal – kültürel – sanatsal etkinlikler aracılığıyla bir araya gelmelerine olanak sağlayacak çalışmalar yürütmek, böylelikle aralarında dostluk ve dayanışma duygusunun geliştirilmesini sağlamak, her türlü ırksal, dinsel ve cinsel ayrımcılığa karşı durarak tribünlerde şiddetin ve nefret söyleminin son bulması için çaba sarf etmek en temel amaçlarımız arasında yer alıyor ve bu amaçlara uygun çalışmalar yürütüyoruz.

fseizmir

“Bir Dünya taraftar İzmir’de”

Yürüttüğünüz çalışmalara bir örnek vermek gerekirse? Son zamanlarda nasıl faaliyetleriniz oldu? Gündeminizde şu sıralar ne var?

Son olarak 14-17 Temmuz tarihleri arasında İzmir’ de ‘Uluslararası Taraftar Buluşması 2016’ ya ev sahipliği yaptık.  Söz konusu etkinliğe ev sahipliği yapmak isteyen diğer üyeler arasından Kiev, Paris, Madrid, Edinburgh ve İzmir kentleri son beşe kalmış, yapılan elemeler sonucunda İzmir ve Madrid kentleri final elemesine yükselmiş ve karar verici pozisyonunda olan FSE Komitesi’nin önce Madrid ve ardından İzmir’de gerçekleştirdiği temaslar ve değerlendirmeler neticesinde organizasyonun İzmir’de yapılmasına karar verilmişti. Diğer bir ifadeyle 14-17 Temmuz tarihleri arasında Bir Dünya Taraftar İzmir’deydi diyebiliriz. Organizasyonun belli bir bölümünü darbe girişimi gerekçesiyle iptal etmek zorunda kalsak da; gerçekleştiremediğimiz bölümleri 22-26 Eylül tarihleri arasında iki günlük bir programla ama bu sefer İstanbul’ da telafi etmeyi düşünüyoruz.

Organizasyon hakkında bilgi almak için tıklayınız.

Bunlara ek olarak genel anlamda taraftarların yaşadıkları hak mahrumiyetleri, seyirden men cezaları ve 6222 sayılı yasanın uygulanış şeklinden kaynaklı sorunlarla ilgilendiğimizi söyleyebiliriz.

“Tribünler haklın minyatürüdür.”

Süper Lig’in başlamasına az bir zaman kaldı. 15 Temmuz’un ardından gelen OHAL sizce tribünleri nasıl etkileyecek? Beklentileriniz neler?

OHAL döneminin kontrol mekanizmalarını daha da sıklaştırarak tribünler üzerindeki baskıyı arttıracağını öngörmek için kâhin olmaya gerek yok. Sıklıkla tekrarladığımız sosyolojik bir gerçeklik var: ‘ tribünler halkın minyatürüdür.’ Ülke içerisinde şiddetle iç içe yaşıyoruz, kesintisiz devam eden bir savaş var, belirli aralıklarla metropollerimize terör saldırıları gerçekleştiriliyor, 15 Temmuz’da yüzlerce yurttaşımız hayatını kaybetti, yüzlercesi yaralandı. Böylesi bir ortamda şiddet olaylarının tribünlere yansımayacağını düşünmek biraz hayalcilik olur.

“Ülkemizde alınan kararların tabana yansıması konusunda büyük sıkıntılar var.”

Geçen hafta sonu oynanan Süper Kupa finalinde tribünlerden istenmeyen bazı görüntüler verildi. Deplasman yasağının kalktığı bir maçta böyle bir şey yaşanmış olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bunu yapanların bir amacı var mıydı sizce?

Deplasman yasağının kalkması, Kulüpler Birliği’nin diğer bir anlamda kulüp yöneticilerinin tavsiye niteliğinde aldığı bir karar; ancak işin aslına bakarsanız Kulüpler Birliği’nin böyle bir karar alma yetkisi yok. Bu kararı verme yetkisi il-ilçe spor güvenlik kurullarındadır, diğer bir ifadeyle, siz Kulüpler Birliği olarak istediğiniz kadar karar alın, İstanbul Valisi Beşiktaş-Galatasaray maçında deplasman taraftarı alınmayacak derse yapabileceğiniz bir şey yok. Kupa maçlarında farklı bir format uygulanıyor tabi, maç farklı bir şehirde oynandığı için taraftarlar tribünleri yarı yarıya paylaşabiliyor. Maalesef ülkemizde alınan kararların tabana yansıması konusunda büyük sıkıntılar var. Kulüp başkanları toplanıyor, deplasman yasaklarını kaldırdık diyor, ancak bunu tabana yayacak bir örgütlülük ne yazık ki mevcut değil. Yani yasaklarlarken de, yasağı kaldırırlarken de bu oyunun asıl öznesi olan taraftarlar kararların bir paydaşı olarak görülmüyor, taraftarlar çözümün değil sorunun bir parçası olarak görülüyor. Karar alma mekanizmalarının herhangi bir bölümünde konuya müdahil edilmeyen taraftar grupları da doğal olarak bir sorumluluk hissetmiyorlar. Son kupa maçında yaşanan şiddet olaylarını ise genel bir perspektiften değerlendirmeliyiz. Şiddet çok fazla kökü olan bir olgu, elbette bu noktada taraftarlara da düşen büyük sorumluluklar var; ancak, belki tekrar gibi olacak ama şiddetle, ölümle böylesi iç içe yaşıyorken tribünlerdeki bu olayları tek bir noktadan analiz etmek ve çözmek ne yazık ki çok kolay ve olası değil.

thd-2

Madalyonun iki yüzü

Olimpiyatları takip ediyor musunuz? Takip ettiğiniz kadarıyla dünyanın en büyük spor organizasyonu olan olimpiyatları nasıl değerlendirirsiniz?

Gerçekleşen tüm spor organizasyonlarını takip edip, yaşanan gelişmeleri farklı açılardan değerlendirmeye çalışıyoruz.  Olimpiyatlar da farklı kıtaları birleştirmesi açısından son derece önemli; ancak büyük bir görsel şölenle başlayan Rio 2016’nın favelalardaki halkın yaşamına nasıl yansıdığı, stat dışındaki büyük protesto gösterileri, sert polisiye tedbirlerle bastırılan protestolar,  olimpiyat meşalesinin Maracana’ya getirilirken halk tarafından söndürülmeye çalışılması bizlere madalyonun iki yüzünün olduğunu gösteriyor. Bunun dışında Mülteciler Takımı’nın organizasyona kattığı anlam, farklı kültürlerin, farklı inançların olimpiyat ruhu ile bir araya gelebilmesi, bir efsane olan Michael Phelps’i son kez izlemiş olmamız, Usain Bolt’un harika performansı, Güney Koreli jimnastikçi Lee Eun Ju ile Kuzey Koreli rakibi Hong Un Jong’un savaşa meydan okuyan selfiesi, Kamila Skolimowska, Katie Ledecky, Joseph Schooling, Tutya Yılmaz, Simone Biles… o kadar çok ki her birinden apayrı yazılar, apayrı hikayeler çıkartabiliriz. Buna ek olarak Türkiye’nin bu yazı hazırlanırken sadece iki gümüş 1 bronz madalya alması, bu madalyaların halter ve güreşten gelmesi ve son olarak Avrupa Olimpik Komite başkanı Patrick Hickey’in kapanışa sayılı günler kala Rio’da illegal olimpik bilet satışı nedeniyle tutuklanması… Söylediğim gibi farklı açılardan değerlendirilmeye açık madalyonun iki tarafını da dikkate alarak yorumlamamız gereken bir olimpiyat yaşadık. Ancak, ne olursa olsun, her halükarda olimpiyatların güzel olduğuna dair olan inancımıza sıkı sıkı bağlanmamız gerektiğini düşünüyorum.

Şule Serter

Üyelik Tarihi: 18 Şubat 2016
30 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör