Çözüm sürecinden referanduma : Diyarbakır’ın yeni anayasadan beklentileri

Diyarbakır’ın referandumda verdiği mesajı nasıl okumak gerekiyor?  Kürt meselesinde demokratikleşme ve çözüm imkânına nasıl bir kapı açabilir ? Yeni süreçte bölgede faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarını ne gibi imtihan bekliyor? Diyarbakır’da faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ve akademisyen Vahap Çoşkun anlatıyor. 16 Nisan referandumu kesin olmayan sonuçlara göre %51,3 oranıyla ‘evet’ lehine neticelendi. Muhalefet ve sivil toplumun […]

Diyarbakır’ın referandumda verdiği mesajı nasıl okumak gerekiyor?  Kürt meselesinde demokratikleşme ve çözüm imkânına nasıl bir kapı açabilir ? Yeni süreçte bölgede faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarını ne gibi imtihan bekliyor? Diyarbakır’da faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ve akademisyen Vahap Çoşkun anlatıyor.

16 Nisan referandumu kesin olmayan sonuçlara göre %51,3 oranıyla ‘evet’ lehine neticelendi. Muhalefet ve sivil toplumun şaibe iddiaları ve iptal talepleri sıcaklığını korurken, mevcut sonucun nasıl okunabileceği ve sivil toplumun yeni dönemde nasıl bir imtihan vereceği de önemli tartışma alanlarını oluşturuyor. Diyarbakır sivil toplum camiası bu sonuçları nasıl okuyor, nasıl bir gelecek öngörüyor, bunları ilk ağızdan öğrenebilmek için onlara kulak verdik.

Çatışmanın yaşandığı merkezlerde Halkların Demokratik Partisi (HDP) yüzde 20 kadar oy kaybetti. Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ise 11 çatışma merkezinde oyunu iki katın üstüne çıkardı. Toplamda Kürt şehirlerinde HDP’nin oyu azalmış, buna karşılık AK Parti’nin desteklediği ‘evet’ oylarının yarım milyon civarında yükselmiş görünüyor. Bu sonucun hem Kürt siyasi aktörlerine hem de hükümete nasıl mesajlar verdiğini düşünüyorsunuz?

 

MAZLUMDER eski Genel Başkan Yardımcısı Selahattin Çoban.

Selahattin Çoban (MAZLUMDER eski Genel Başkan Yardımcısı): Kürt şehirlerinde HDP oylarının azaldığı ama buna rağmen HDP’nin hala ciddi bir oyu koruduğu görülüyor. Buna karşılık AK Parti de bir oy artışı yaşamış. Bunun, HDP’den kitlesel bir vazgeçiş olmadığı, bununla birlikte çözüm için hükümetin hala önemli bir aktör görüldüğü söylenebilir. Halk son iki yılda yaşanan çatışma ve güvenlik politikalarına onay vermediğini, HDP’nin biraz daha aktif rol üstlenmesi gerektiğini düşünüyor. Buna mukabil hükümete bir şekilde yeniden bir çözüm yoluna dönülmesi için bir mesaj vermiş görünüyor. Bu sonucu bütün tarafların sağduyu ile değerlendirmesi ve halkın rağbet ettiği iki siyasi aktörün gerekli sorumluluğu üstlenmesi gerekiyor.

Vahap Coşkun (Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi): AK Parti, oylarındaki nispi artışı, son dönmelerde bölgede yürüttükleri asayişçi siyasete bir destek şeklinde yanlış okuyup buna göre politika belirlerse beklediğinin aksi neticeler doğurabilir. Doğru olan, bu sonuçları, çözüm için halkın siyaseten elini güçlendirmesi olarak değerlendirmesidir. Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası’nda temsili ve demokrasiyi güçlendiren bir reform programının izlenmesi, çözüm için siyasi bir program geliştirilmesi AK Parti’nin gücünün tahkimini sağlayabilir.

HDP de oylarındaki gerilemeyi sadece içinde bulunduğu olumsuz şartlara (milletvekillerinin tutuklanması, kayyumlar, OHAL, vb.) bağlarsa bu yaklaşım yürek soğutabilir, lakin gerçek tabloyu görmeyi engeller. Yapılması gereken, seçmeni ile arasında bir soğumanın olduğunu, mesajlarının doğrudan seçmenine geçmediğini ve eskisi gibi seçmenini ikna edemediğini düşünmek ve bilhassa 7 Haziran sonrasındaki tercihlerini irdelemek ve özeleştiri yapmaktır. Aksi takdirde, tabandaki zayıflamanın önünü kesmek güç olur.

Diyarbakır İş Kadınları Derneği Başkanı Reyhan Aktar

Reyhan Aktar (Diyarbakır İş Kadınları Derneği Başkanı): Eyalet tartışmalarında öne çıkan yerel yönetim anlayışının değişeceği beklentisi, Cumhurbaşkanı’nın Diyarbakır mitinginde dile getirdiği ‘silahsız olmak koşuluyla herkesle her projeyi konuşuruz’ ifadesinin çözüme dair yeni beklentiler yaratması, hendek siyasetine duyulan tepki, cazibe merkezi programları ve bölgede sermayedarı sübvanse eden politikaların, 1982 darbe anayasasından kurtulmak isteyen Kürtlerin ‘evet’ oylarında etkili olduğunu düşünüyorum. Tüm bunlardan yola çıkarak, seçim öncesi AK Parti’nin bölgeden beklentisinin de karşılanmadığını görmek mümkün. HDP tabanının kaybolduğu veya bittiği iddialarının da HDP’nin oy oranındaki azalmaya rağmen, düşünüldüğü gibi olmadığını gördük. Burada da 15 Temmuz sonrası HDP vekillerinin ve teşkilatlarında yaşanan tutuklamaların, kayyumların, Kerkük çıkışının, açığa alınan ve ihraç edilen kitlelerin yaşadıkları mağduriyetin önemli olduğunu düşünüyorum.  Tüm bunlardan yola çıkarak alınması gereken mesajın, siyasal mutabakat için hem AK Parti’ye hem de HDP’ye son bir şans verdiğini düşünüyorum.

Yukarıdaki görsel Cuma Çiçek tarafından hazırlanmıştır.

Süleyman Nazlıcan (ÖZGÜR-DER Diyarbakır Şube Başkanı): Türkiye iki yıldır yoğun bir çatışma ve gerilim sürecinden geçiyor. Bu durum toplum nezdinde bir teyakkuz halini ortaya çıkarmış bulunmakta. Kriz anlarında toplumsal algıda beliren bu teyakkuz hali ilk değil ve son da olmayacaktır. Bölgede ifade edilen yarım milyonluk oyun partiler arasında gidip gelen geçişken oylar olduğu kanaatini taşımaktayız. Fakat bu seçmen tercihinde diğer bazı faktörlerin de etkili olduğunu unutmamalıyız. PKK’nin çukur siyasetinin ortaya çıkardığı korku ve şaşkınlık halinin HDP‘ye karşı bir tepkiye dönüşmesi, HDP kadrolarına yapılan operasyonlar ve Selahattin Demirtaş’ın meydanlarda propaganda yapma imkanının olmayışı, PKK’ye yapılan operasyonlarla beraber özellikle kırsal alanlarda PKK’nin toplum üzerindeki baskısının hafiflemesi, olağanüstü hal durumu ve benzeri nedenlerin şu anki tabloyu ortaya çıkardığını düşünüyoruz.

Yoksa ‘toplum yüzünü PKK’dan çevirdi’ gibi bir kanaate sahip olmak bu sonuçlar üzerinden yanıltıcı olacaktır. Çünkü bölgede siyasal açıdan şimdilik kısmi bir boşluk var ve bu boşluk şu aşamada Ak Parti tarafından doldurulamayacak gibi gözükmektedir. Ak Parti’nin de bu süreçte bölgede çalıştığını söylemek mümkün değildir. AK Parti teşkilatlarının toplumla teması çok zayıf olmuştur. Sadece belli sivil toplum kurumu temsilcileriyle irtibat kurup buradan verilen fotoğraflarla siyaset yaptığını zanneden bölge teşkilatları gerçek sosyolojik okumayı maalesef yapamamışlardır.

Diğer taraftan Kürtler için dünden bugüne yaşanan süreç belli bir siyasal tecrübe ve okuma biçimini ortaya koymuştur. Bu okuma biçimi aynı zamanda toplumsal anlamda seküler Kürt milliyetçiliğinin inşa sürecidir de. Dolayısıyla bu süreçte PKK’nin üstlendiği kurucu rol toplum nezdinde var olan konumunu hala korumaktadır. Çünkü PKK’nin toplumu kurmada dayandığı parametreler ve gerekçeler zaten hep olağanüstü koşullar etrafında ortaya çıkmış ve şekillenmiştir. Gelinen aşamada ise PKK’nin şu tezi ön plana çıkacaktır: Kürtlerin siyasal zeminde mücadele imkânı ellerinden alınmıştır. Belediyelerine el konmuştur, parti liderleri hapsedilmiştir. Dolayısıyla bu sonuç gayrı meşrudur. Bu kabul edilmeyecektir. Şiddetten başka yol yoktur.

Sonuç olarak 15 Temmuz sonrası uygulanan olağanüstü hal koşullarının ve bu referandum sonucunun PKK’ya inanan Kürtler için yeni bir kanaat ya da yeni bir siyasal tercihe evrileceğini söylemek için erken olduğunu düşünmekteyim.

HDP’den de kopmamış, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile referandum ittifakı yapmış olmasına rağmen hükümetten de ümidini kesmemiş görülen bu seçmen davranışı, bölgede nasıl aktif kullanılabilir? Kürt meselesinde demokratikleşme ve çözüm imkânına nasıl bir kapı açabilir? Hükümet ve Kürt siyasi taraflarına düşen rol nedir?

Süleyman Nazlıcan: Çatışma halinin bu aşamada yerini sükunete bırakacağını söylemek için biraz erken. Ancak AK Parti kendince PKK’nin rolünü zayıflatacak yeni bir müzakere formülü üzerinde çalışacaktır. Fakat görünen şu ki; bölgedeki son referandum rakamlarıyla dört başı mamur bir politika ortaya koymak zor görünüyor. Nitekim HDP ve PKK’ye inanan çoğunluğu ikna edecek bir formülünüz yoksa izlemeniz gereken en mantıklı strateji zamana oynamak olacaktır ki, bu da çok riskli olacaktır. Çünkü zamana oynamak her zaman sizin lehinize sonuçlar doğurmayabilir. Sizin zamana yaydığınız planlarınız rakipleriniz tarafından da farklı bir okumaya tabi tutularak alternatif bir siyasal mücadeleye dönüşebilir. Bütün bunlarla beraber bizce her iki tarafın da son iki yılda yaşananlara dair ciddi bir özeleştiri vermesi gerekmektedir. Toplumsal beklentileri heba eden çatışma ve şiddet ortamından çıkılmalı ve belli bir süre bu işin muhasebesine geçilerek nerede hatalar yapıldı bunun üzerinde düşünülmelidir.

Reyhan Aktar: MHP ittifakının söz edildiği kadar Kürt seçmeni üzerinde olumsuz etki yarattığını düşünmüyorum. Nitekim 7 Haziran sonrası MHP ile ittifaka hazır olan HDP idi. Kürtler için esas olan siyasal partiler arasında belirlenen kırmızı çizgilerin kendi anayasal taleplerine engel olmamasıdır. Bunun için MHP’yi hangi partinin ikna edeceği çok da önemli değil. Referandum öncesi çokça bahsedilen reformlarda Kürtler için, Türkiye’de ileri demokrasi için neler yapılacağı esastır. Hükümet 15 Temmuz sonrası girdiği puslu havayı artık dağıtmalı, yerelde ‘çözüm süreci’ bitti refleksiyle hareket eden bürokrasiye ve uygulamalara müsaade etmemeli. Hendek ve barikatların tahribatları bir an önce giderilmeli. Güvenlik önlemleri şehrin gündelik hayatını etkileyen olumsuz görüntülerden çıkmalı.

Dicle Üniversitesi Öğretim Üyesi Vahap Coşkun

Vahap Coşkun: Seçmen, HDP’nin siyasi alandaki varlığını önemli görüyor. Kızsa da, eleştirse de bir siyasi aktörün olmasına hayati bir değer atfediyor. Ama şiddettin de hayatından çıkmasını istiyor. Güvenliğinin, refahının, kazanımların yitip gitmesinden de kaygı duyuyor. Bu tablo HDP’ye birbiriyle bağlantılı ikili bir görev yüklüyor: HDP bir yandan hak mücadelesinde şiddeti tamamen dışlayan bir dil geliştirmeli, diğer yandan da buna uygun bir kararlı bir siyasi tutum belirlemeli. PKK’nin Türkiye’de silahlı mücadeleyi terk etmesi için aktif bir pozisyon almalı, alternatif modeller geliştirmeli. Bu, hem siyasi alandaki ağırlığını artırır, hem de çözüm için daha uygun bir zemin yaratır.

Hükümete gelince, o da bölünme ve Kürt korkularından arınmalı. Halkın verdiği mesajı iyi okuyarak, Kürtlerin hak ve hukukunu PKK’ye endekslemekten vazgeçmeli. Bir siyasal tasavvur geliştirmeli. Özgürlük ve demokrasi alanını genişleten adımların beraberliğe katkı sağladığını unutmamalı.  Toplumun her kesimini muhatap almalı. PKK’nin silah bırakması için gerekli mekanizmaları oluşturmalı, Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de Kürtlerle yeni bir dil üzerinden ilişki kurmalı.

Selahattin Çoban: Halk çözümün devlet tarafında Ak Parti’den başka bir aktör olduğunu düşünmüyor. Bu sebeple MHP ile ittifak yapılmış ve çözüm sürecinde Kürt seçmeni rahtsız eden çıkışlar olsa da AK Parti’ye verdiği mesajla kendini hatırlatmış görünüyor. Kürt sorunu bir şekilde çözülmeli ve mevcut hükümet bu konuda çeşitli tecrübelere de sahip. Öte yandan çatışma hali HDP’yi zayıflatsa da HDP’nin bir siyasal aktör olarak çözüm noktasında daha fazla öne çıkmasını arzu ediyor, siyaset sahnesinden çekilmesini istemiyor. Bu iki mesaj AK Parti ve HDP’yi geçmişten dersler alarak Kürt meselesini çözmek noktasında daha fazla sorumluluk almaya davet ediyor.

 

 

 

Özellikle son bir yıldır “siyasal karar alma süreçlerinin giderek merkezileştiğine ve referandum sonucunun karar alma mekanizmalarındaki merkezileşmeyi sürekli kılabilecek bir mahiyet de içerdiğine” dair şeklinde bir görüş var. Sizin düşünceniz nedir? Bu süreçte sivil toplum hem fazla homojenize oldu hem de daha az görünür oldu. Bundan sonra sivil toplum, karar alma süreçlerine aktif katılım için neler yapılabilir, sivil toplumun önündeki imtihan nedir?

Reyhan Aktar: Ben yeni anayasa ile meclisin yasa yaparken sivil toplumla daha fazla diyalog halinde olacağını düşünüyorum. Bu da sivil toplumun elini güçlendirecektir.

 

ÖZGÜR-DER Diyarbakır Şube Başkanı Süleyman Nazlıcan

Süleyman Nazlıcan: Eğer toplumsal ve siyasal alışkanlıklarımız değişmezse ifade edilen merkezileşme daha da ileriye taşınarak otoriterleşmeye yerini bırakacaktır. Şayet referandum sonrası yürürlüğe girecek olan yeni sistemin yüzde 49 gibi toplumsal bir kesimi ikna etme zorunluluğu var ise, işte o zaman siyasilerin merkezi politika yerine, geniş kesimleri ikna edebilecek kapsayıcı vaatler ortaya koyması gerekecektir. Bu da ifade edilen riskleri bir nebze de olsa geriye itiyor. Ancak sivil toplumun ideolojik bir karaktere bürünüp kendi ideolojisine uygun tepkiler vermeyi politika haline getirmesi de ayrıca sorgulanması gereken bir konudur. İtiraz kültürümüzün kırılganlığı işte burada yatıyor. Çünkü makuliyeti hep kendi rengimize uygunluğa göre değerlendirir olduk. Bu da her şeyi izafi bir konuma itti. Kendimiz mağdur oluyorsak ses çıkarmak, değilse suskun kalmak politikamız haline gelmişse bu adil ve ilkesel bir tutum değildir. Dolayısıyla sivil olmanın, adil olmanın, taraf olmanın ilkeleri ve sınırları netliğe kavuşamamışsa bizler sadece konjonktürel bir konumlanma ve tepki verme mekanizması olmaktan öte bir rol oynayamayacağız. Asıl imtihan işte budur ve bu imtihanın sonucu pek hayırlı olmayacaktır.

Vahap Coşkun: İki yıllık bir geçiş süreci var. Referandum sonuçlarının kesin olarak ilanından sonra, üç madde hemen yürürlüğe girecek, diğer maddeler ise 3 Kasım 2019’daki Cumhurbaşkanlığı Seçimleri ve genel seçimlerin ardından hayat bulacak. Bu süre zarfında sivil toplum kurumları iki yönlü davranabilir: Bir, geçiş süresi zarfında yeni sistemin daha iyi işlemesi çeşitli öneriler geliştirebilir. Bu önerileri hem sivil toplum hem de siyasi karar alıcılarla paylaşabilir. İki, Kürt meselesine tekrar siyasi bir bakışın egemen olması için siyasi aktörler üzerinde demokratik bir baskı unsuru olarak iş görebilir. Sürecin tüm aktörleri ile görüşmeler, müzakereler için farkındalık yaratan eylemler, tarafları aynı masa etrafında bir araya getiren çalışmalar bu bağlamda düşünülebilir. İçinde bulunulan OHAL şartları, sivil toplumun bu işleri hakkıyla yerine getirmesi için birçok müşkülat çıkarıyor, doğru. Ama bunu da sivil toplumun imtihanı olarak görmek lazım.

Selahattin Çoban: Bütün siyasal kriz ve çözüm süreçlerinde en çok ihtiyaç duyulan şey arada, gri bölgede duran hakemlik ve gözlemcilik yapabilecek bir sivil toplumdur. Ancak doğrusunu kabul etmek gerekirse aktörler, siyasi taraflar arasındaki gri bölgede duran yoğun bir sivil toplum var diyemeyiz. Sivil toplum özgün ve bağımsız olmadığından hareket ettiği alanı kendisi inşa etmiş değildir. Siyasal aktörün ona tahsis ettiği kamusal alanı kullanıyor demektir. Sivil toplum, sivilliği yeniden tartışarak özgün bir yerde durabilirse kendi eliyle bir sivil toplum alanı var edebilir. Öyle bir alanı oluşturabilen sivil toplum aktörler üzerinde nüfuz sahibi olabilir. Bu noktadan hareketle, sivil toplumun kendi imtihanını siyasal aktörlerden bağımsız olarak başlatması ve buradan toplum adına bir fayda ile çıkması gerekiyor.

 

Reha Ruhavioğlu

Üyelik Tarihi: 08 Eylül 2017
64 içerik
Yazarın Tüm Yazılarını Gör