Avrupa’ya Göç Edenlerde Değişimler, Farklar ve Benzerlikler

Essex Üniversitesi’nde sosyoloji bölümü profesörü olan Ayşe Güveli beşinci kuşağa kadar geriye giderek topladığı bilgilere dayanarak yürüttüğü araştırmayı “Göçün Kuşaklararası Sonuçları” başlığıyla kitaplaştırdı. Araştırmasının en önemli ayırt edici yanı, göçmenleri geldikleri ülkelerdeki göç etmeyenlerle kıyaslayarak sosyoloji literatürüne yeni bir yaklaşım getirmesi. Güveli ile göç ve göçmenlerin dününü-bugününü, etnik kimliğe yansımasını ve dinin dönüşümünü konuştuk. Ayşe […]

Essex Üniversitesi’nde sosyoloji bölümü profesörü olan Ayşe Güveli beşinci kuşağa kadar geriye giderek topladığı bilgilere dayanarak yürüttüğü araştırmayı “Göçün Kuşaklararası Sonuçları” başlığıyla kitaplaştırdı. Araştırmasının en önemli ayırt edici yanı, göçmenleri geldikleri ülkelerdeki göç etmeyenlerle kıyaslayarak sosyoloji literatürüne yeni bir yaklaşım getirmesi. Güveli ile göç ve göçmenlerin dününü-bugününü, etnik kimliğe yansımasını ve dinin dönüşümünü konuştuk.

Ayşe Güveli, Essex Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde profesör. Avrupa’da yaşayan Türkler, göç, mobilite ve dindarlık gibi alanlarda yazdığı makalelerinden tanıyoruz onu. Güveli’nin Avrupa’daki Türklerin göç tarihi üzerine yaptığı araştırmasında ilginç sonuçlar var. Güveli, Türkiye’nin Avrupa’ya en çok göç verdiği 5 ilçesinde (Trabzon-Akçaabat, Denizli-Acıpayam, Sivas-Şarkışla, Afyon-Emirdağ ve Konya-Kulu) 1.992 ailenin 19.666 üyesi hakkında, beşinci kuşağa kadar geriye giderek topladığı bilgilere dayanarak yürüttüğü araştırmayı “Göçün Kuşaklararası Sonuçları” başlığıyla kitaplaştırdı.[1] Tersine göç, eğitim, evlilik, doğurganlık, arkadaşlık ve sosyal ağlar, dindarlık, kimlik gibi bölümlere ayrılan kitapta aktarılan araştırmanın bazı önemli tespitleri şunlar:

  • Avrupa’ya göç sanılanın aksine geçici. Birinci kuşak göçmenlerin yüzde 70’i Türkiye’ye dönüş yapmış. İkinci kuşağın yüzde 50’si Türkiye’ye dönmüş, aynı trendi üçüncü kuşak da devam ettirmiş. Avrupa’daki Türk nüfusunun artışı Türkiye’den eş seçimi ile yapılan evlilik ve aile birleşimine bağlı.
  • Avrupa’ya göç edenlerin çocukları ve torunları göç etmeyenlere göre daha fazla eğitim almış, buna karşın göç etmeyenlerde kuşaklar arası eğitim farklılığı daha fazla. Her ne kadar Türkler diğer göçmen gruplarına kıyasla eğitim alanında kötü performans sergileseler de, Türkiye’de kalanlara göre daha başarılılar.
  • Üçüncü kuşak göçmenlerde görücü usulü evlilik hala çok yaygın (sırasıyla yüzde 50  ve yüzde 37). Avrupa’daki göçmen evliliklerinde geleneksel yapı ve ebeveynlerin etkisi devam ediyor.
  • Türkiye’dekilere oranla Avrupa’daki nesilde, üçüncü çocuktan sonra çocuk yapanlara daha az rastlıyoruz. Öte yandan literatür göçmenlerin daha az çocuk yapacağını öngörse de, göç edenlerle etmeyenler arasında doğurganlık farkı fazla değil. Ayrıca Avrupa’daki çocuk parası nedeniyle göçmenlerin daha fazla çocuk doğurduğu algısı da doğrulanamıyor.
  • Avrupa’daki Türklerin arkadaş çevresi Türkiye’de kalanlara kıyasla çok daha dar; kadın göçmenlerin neredeyse arkadaşı yok. Türkiye’de arkadaş çevresi eğitim ve meslek durumuna göre daha heterojen bir yapıdayken, Avrupa’da arkadaş çevresi daha çok etnik ağ ve akrabalık ilişkileri ile sınırlı.
  • Avrupa’daki Türklerle Türkiye’de kalanlar arasında dindarlık bakımından bir fark gözlenmemiş. Bir başka deyişle, Avrupa’daki seküler yaşam biçimi dindarlığı azaltmıyor.
  • Bir kısım aile, çocuklarını Avrupa’da yetiştirmek istemediği için Türkiye’ye dönüş yapıyor. Göçmen arkaplanı olan fakat Türkiye’de büyüyen üçüncü kuşak, cinsiyet eşitliği konusunda oldukça muhafazakâr.
  • Avrupa’daki Türkler, Türkiye’de kalanlara göre daha az ulusal kimlik savunucusu. Avrupa’da kalma süresi arttıkça bu savunu daha da azalıyor. Eğitimin ise kimlik alanına bir etkisi gözlenmiyor.

Kitap, proje ve araştırma süreci ile ilgili merak ettiklerimizi Ayşe Güveli ile konuştuk.

Ayşe Güveli, Essex Üniversitesi, Sosyoloji Profesörü

Neden bu konuyu araştırmayı düşündünüz?

Ben aslında bu projenin ilk düşüncesini geliştirdiğim zaman göç literatürünü çok iyi bilmiyordum. Annemin bir sorusu üzerine gelişti proje düşüncesi. Biz dört nesildir Avrupa’da yaşıyoruz ve annem “Neslimiz buralarda kaybolup gidecek, hiç gelmesek daha mı iyi olurdu acaba?” diye sormuştu. Doktorayı bitirdikten sonra göç literatürüne eğildiğimde üç açıdan eksiklik olduğunu gördüm. Birincisi, göç araştırmalarının çoğunun, göçmenleri gittikleri ülkelerdeki yerlilerle ya da diğer göçmen gruplarla karşılaştırması. Halbuki bu soruya cevap vermek için, göçmenleri geldikleri ülkelerdeki göç etmeyenlerle kıyaslamak gerekiyor. İkincisi, bir tane Amerikan kökenli entegrasyon araştırması hariç, üç nesil araştırmalar yapılmamasıydı. Üçüncü eksiklik ise, kamuoyu tartışmalarında genelde Müslümanların entegrasyon sorunlarından söz edilir ancak uluslararası göç araştırmaları genelde Müslüman olmayan topluluklar üzerinedir. Benim araştırmam, Avrupa’ya 1962-74 arası Türkiye’nin beş ilçe ve köylerinden göç eden ilk kuşak erkekleri, onların çocukları ve torunlarını, aynı dönemde Avrupa’ya göç etmemiş erkekleri, onların çocukları ve torunlarıyla kıyaslıyor. Böylece onların göç süreçlerini, sosyal, ekonomik, politik ve kültürel davranışlarını, tutum ve değerlerini araştırıyor.

Göçün selektif olup olmadığı, – göçmenlerle göçmen olmayanların arasındaki sosyoekonomik fark- konusu literatürde hayli yer kaplıyor. Türkiye’den Avrupa’ya olan göç selektif mi ve bu durum jenerasyonlara göre farklılaşıyor mu?

Bu konunun dışında birçok konuyu da analiz ettik topladığımız verilerle. Mesela, Türkiye’den üç kuşak göç süreçlerini, göç veren bölgelerin özelliklerini, meslek, eğitim, özel girişimcilik, üretkenlik, evlilik, arkadaşlık, dindarlık, kadın-erkek rol tutumları ve kimlik üzerine bölümlerimiz var.

Ama evet, Türklerin Avrupa’ya göçü sosyoekonomik durumları açısından selektif bir göç. Bu şu demek; Türkiye’den Avrupa’ya giden ilk nesil, kalanlara oranla daha eğitimli ama mesleki olarak statüsü daha düşük islerde çalışıyorlardı. İki erkek düşünün 1969’da, ikisi de orta okul eğitimli ama birisi fabrikada çalışıyor, diğeri ise bankada idari işlerde çalışıyor. Daha çok, fabrikada çalışan gidiyor Avrupa’ya. Bu 1962-1974 arası giden işçiler için geçerli daha çok. Bu ilk nesil gidenlerin çocuklarına bakacak olsak, onlarda tam aksi bir durum görünüyor. Türkiye’de iyi eğitim alamayanlar daha çok gidiyor Avrupa’ya, iyi eğitimliler Türkiye’de kalıyorlar daha çok. Torunlarda ise, gidenlerle kalanlar arasında önemli bir fark görünmüyor.

Son zamanlarda Avrupa’daki Türklerin gündemine geriye göç girmiş durumda. Sizce neden böyle bir geriye göç akışı başladı? Bu konuda farklı jenerasyonların farklı eğilimleri var mı?

Bu konu şu aralar üzerinde çalıştığım bir konu. Avrupa’dan geriye göçün birçok nedeni var ve bu nedenler kuşaklar arasında önemli farklılıklar gösteriyor. Pek bilinmez ancak ilk Avrupa’ya gidenlerin yüzde 70’i geri döndü. Avrupa’da Türk nüfusu giderek artmış, çünkü kalan yüzde 30 çocuklarını aldırmış, üretkenlik o dönemlerde daha yüksek oranlardaydı ve Türkler genelde Türkiye’den eş seçimi yapıyorlardı. İkinci kuşakta geri dönüşler ailevi nedenlere bağlı daha çok. Mesela ilk çocuk erkek olan ailelerde geri dönüş oranı daha yüksek ama mesela erkek çocuk eşini Türkiye’den seçmiş ise dönüş oranı daha düşük. Fakat, geri dönüş süreçleri ve dinamikleri üzerine daha fazla araştırma yapmak gerekiyor.

Son zamanlarda ayrıca Türkiye’den yurtdışına göçlerde ve göç niyet beyanında da bir artış gözleniyor. Bu yeni dönem göçmenlerin demografik özellikleri nelerdir ve onları yurtdışında neler bekliyor? Sizce bu yeni göç akımı, kararı panik halinde ve hızlıca alınmış kısa dönemli yerleşmeyi mi ifade ediyor?

Ben genel olarak göçün, hem göç veren ülkeye hem göç alan ülkeye hem de göçmenin kendisine sosyoekonomik yarar sağladığını düşünüyorum. Bu konuda tartışmalar sonuçlanmış değil ama. Mesela göçün göç veren ülkeye zararlı olduğunu, kaynak kaybına neden olduğunu iddia edenler var. Söylediğiniz göçü sosyoekonomik olarak değerlendirecek olursak, son dönemde Türkiye’den gidenlerin birçoğu yüksek eğitimli ve çok iyi becerileri olan insanlar. Bu insanları Türkiye yetiştirdi ve onlara yatırım yaptı. Bu kaynakların başka ülkelere akması, Türkiye açısından bir kayıp. Ancak bu konuda iyi bir çalışma yapılmadı henüz. Bizim “2000 Families” verilerini de analiz etmek lazım, bu göç türü bizim verilere kısmen yansımıştır, çünkü biz beş ilçedeki aileleri inceledik. Sözünü ettiğimiz göçmenler ise daha çok büyük kent kökenli olabilir; bilemiyoruz.

Kitabınızın bir bölümü dini eğilimlerle ilgili, 2014 yılında da Avrupa Sosyal Taraması Araştırması verileriyle aynı konuda bir makale yayınladınız. Dini eğilimler bakımından asimilasyon literatürü Avrupa’daki Türkler örneği açısından elverişli mi?

İslam’ı, Batı Avrupa ülkelerindeki geniş kitlelere Türkiye, Fas, ve Pakistan gibi ülkelerden 1960 sonrası işçi olarak giden müslümanlar tanıttılar. İlk dönemlerde hiçbir olanakları yoktu. Mesela, camileri yoktu, dernekleri yoktu, yiyebilecekleri şeyler belirliydi vs. Yarım asırda kendilerine cemaatler, camiler, okullar, üniversiteler, dernekler, avukat büroları, işçi dernekleri, özel helal yeme olanakları gibi müslümanların yaşadıkları toplumda ihtiyaç duydukları olanakları oluşturdular. Asimilasyon teorileri göçmenlerle ilgili birçok araştırma bulgularını yorumlamamızda bizi aydınlattı, ancak bu teoriler Amerika’ya göç edenlerle ilgili daha çok aydınlatıcı oldu. Bu göçmenler de hristiyandı daha çok. Özellikle Avrupa’daki müslüman göçmenler ve onların nesilleri hala yerli halktan daha değişik yaşam pratikleri, değerlerine ve tutumlarına sahip. Ancak klasik asimilasyon teorisi göçmenlerin gittikleri ülkede zaman geçirdikçe ve ilerleyen kuşaklarda yerlilere benzeyeceklerini iddia eder. Asimilasyon teorisinin  dinle ilgili bir iddiası yoktur. Çünkü Avrupa’dan Amerika’ya giden göçmenler için toplumlarını yeni ülkede yeniden kurmak için çok önemli bir inşa etme kaynağı olmuştur din. Mesela giden Katolikler, Protestanlar, İrlandalı Katolikler, İtalyan Katolikler dini-etnik cemaatlerini kurmuşlardır. Din, göçmenler ve dışlanan ikinci ve üçüncü kuşak için bir dayanışma ve aidiyet kaynağı.

Bu, dindarlık seviyesi çok yüksek olan ABD için de böyle. Batı Avrupa ise aşırı sekülerleşmiş ülkelerden oluşuyor. Bu nedenle Türklerin ve diğer müslüman göçmenlerin yaşadıkları şehirlerde cami inşa etmelerine, helal gıda talep etmelerini, dindar kılık kıyafetle var olma mücadelelerini, din eğitimi gibi taleplerini yadırgıyorlar. Biz dinsizleştik, Müslümanlar geldiler dindarlığı geri getiriyorlar diye düşünülüyor. ABD’de din iyi bir şey, dayanışma kaynağı olarak görülürken Batı Avrupa’da din kötü bir şey ve bir çatışma kaynağı olarak görülüyor. Bu nedenle ABD’de  göçmenlerden dinlerini geride bırakmaları beklenmiyorken, Avrupa’da göçmenlerden dinlerini geride bırakıp sekülerleşmeleri bekleniyor.

Avrupa’daki Türkler, Türkiye’de kalanlara kıyasla daha mı az dindar? “2000 Families” verileri ne söylüyor?

Biz üç tür dindarlığa baktık: Namaz kılmaları, sübjektif olarak kendilerini ne kadar dindar gördükleri ve toplu ibadet yerlerine ne sıklıkla gittikleri. Bizim araştırmamız, bu üç tür dindarlığın, hem Türkiye’de kalanlar hem de Avrupa’da yaşayanlar arasında, genç kuşaklara doğru önemli derece azaldığını gösteriyor. Diğer önemli sonuç ise, sübjektif dindarlık ve toplu ibadet yerlerine gitmek (cami, cemevi, diğer toplantı yerleri), Türkiye’deki Türkler ile Avrupa’dakiler arasında önemli fark göstermiyor. Ancak, Avrupa’daki Türkler çok önemli derecede az namaz kılıyor. Bu sonuçlar gösteriyor ki, din ve dindarlık göç süreçlerinin etkisi ile değişiyor ve ama gittiği toplumları da dönüştürüyor.

Araştırmanızda çok titiz ve özgün bir örnekleme dizaynı görüyoruz. Göçmen aileleri göç ettikleri ülkelerde değil, Türkiye’de ve ilçe bazlı çalıştınız. Ayrıca aile ve jenerasyon odağı da projenin en güçlü taraflarından. Araştırmanın bu artı yönleri size ne kazandırdı? Bunlara karşın zorluklar neler oldu?

Çok titiz, ayrıca çok zaman alan ve pahalı bir araştırma dizaynı ve örneklem seçimi bu. Bu, araştırma sonuçlarına objektiflik ve genellenebilirlik kazandırdı. Yani bu şu demek, sonuçlarımız, bu beş bölge ve benzer bölgelerden Avrupa’ya gitmiş göçmenlerin ve onların nesillerinin geneli için geçerlidir. Genelde araştırmacılar köylere ya da kasabalara gidip muhtarların gösterdiği insanlarla görüşüyorlar. Bahsettiğim bu araştırmalar, muhtara uzak düşmüş, fakir, engelli ya da sosyal olarak istenmeyen kişileri içermiyor. Bu nedenle de bu kişilerin davranış ve değerleri araştırmada temsil edilmiyor.

Aslında çok ciddi sorunlarla karşılaşmadık. Her araştırmada olan sorunlar yaşadık. Araştırmaya başlamadan ben de insanların bize aile üyelerinin iletişim bilgilerini vermeyeceklerini sanıyordum. Bundan dolayı da endişeliydim. Ancak sahaya başladıktan sonra böyle olmadı. Biz insanlara araştırmanın amacını anlatmaya çok özen gösterdik. İnsanlar araştırmayı çok ilginç buluyorlardı ve o nedenle bize çok yardım ediyorlardı. Aile üyelerinin iletişim bilgileri kendilerinde olmadığı zaman, başkalarını arayıp bu bilgileri bize temin ediyorlardı genelde.

Saha araştırması zordur. Genelde saha araştırmaları, araştırma şirketlerine bırakılır, onlar verileri toplar ve araştırmacılara teslim ederler. Ben bu şekilde yapmadım. Bütün ekibimin sahada olup süreci takip etmelerini istedim. Bu verilerin kalitesini artıran bir şey. Her toplumun hassasiyetleri vardır. Türkiye’de din ve etnisite ile ilgili sorular sormak zordur. Bununla ilgili bazı sorunlar yaşadık bir bölgede. Onun haricinde, Batı Avrupa ülkelerine kıyasla, Türkiye’de insanları araştırmaya katılmaları için ikna etmek daha kolay.

Projenizin web sitesinde ham araştırma verilerini kamuya açtınız. Bu, Türkiye’de çok rastlayabildiğimiz bir durum değil. Genel olarak Türkiye’deki sosyolojinin yapılış biçimi, özel olarak da Türkiye’deki göç çalışmaları ve geleceği hakkında neler söylemek istersiniz?

Araştırmacılar, “2000 Families” projesinin özgün ve çok zengin verilerini GESIS veri arşivinden bedava olarak temin edebilirler. Ben bu verilerin mümkün olduğu kadar çok araştırmacı tarafından kullanılmasını istiyorum. Biz bu verilerin masraflarını cebimizden ödemedik. İnsanların verdikleri vergilerle topladık. Bu verilerin üreteceği bilgiye herkesin hakkı var.

Üniversitelerde büyük ölçekli ve niceliksel çalışmalar çok az. Yapılan araştırmalar da çapraz tablo yorumlarından çok ileri geçemiyor genelde. Ancak çok nadir olsa dahi, güzel araştırmalar da yapılıyor.

Göç çalışmaları çok zayıftı Türkiye’de. Ancak bu, göç veren ülkelerin genelinde böyledir. Şimdi Türkiye göç almaya başladığı için ve milyonlarca mülteciye aniden ev sahipliği yaptığı için, göç araştırmalarında bir yükselme başladı. Toplanan veriler çok fragmanlaşmış ve genelde kalitatif örneklemlerle oluşturulmuştur. Bu tür veriler, mekanizmaları keşfetmemizi sağlayamaz. Aslında Türkiye’nin elinde örneklemin evrenini oluşturacak listeler var ancak bunların araştırmacılara açılması gerekiyor. Bunları araştırmacılara açmaktan korkmaması lazım devletin. Ben Türkiye’deki sosyoloji üretim süreçlerinin mümkün mertebe objektif veriye nasıl ulaşabiliriz arayışında olması gerektiğini düşünüyorum. Şimdi çok ideolojik tartışmalara kayıyor yapılan araştırmalar. Her şey ölçülmez ama ölçebileceğimiz her şeyi ölçüp ortak doğruya ne kadar yaklaşabiliriz sorusunu sormamız gerekiyor. Doğrunun kaybolduğu bu dönemde doğruya yaklaşmanın çabası olmalı sosyoloğun amacı.

Şu sıralar ne hakkında çalışmalar yapıyorsunuz?

Yine “2000 Families” verileri ile çalışıyorum değişik makaleler üzerine. Ayrıca yeni bir alan olarak, göçün kadınların özgürleşmesi üzerindeki etkisine bakıyorum. Bir diğer araştırma alanım ise Avrupa genelinde göçmenlerde dindarlığın 2000’lerden sonraki gelişimi üzerine.

Son olarak, bu röportajı okuyacak sosyal bilimler öğrencilerine neler önerirsiniz? Sosyal bilimler yolculuğunu nasıl devam ettirmeliler?

Böyle soruları ben hep zor bulurum. Ne diyeceğimi bilemem. Benim gibi delice çalışan arkadaşlarım benim kadar başarılı olamadılar ama benden daha az çalışan arkadaşlarım da benden çok daha iyi araştırmalar yaptılar. O nedenle iyi araştırmalar yapma olanağı bulmak tek şeye bağlı değil. Ama çalışmadan hiç olmaz, o temel bir şey. Hayal kursunlar ve hayallerine sınır koymasınlar. Ama hayallerde takılıp kalmasınlar, bu başarısız yapar. İdeallerine ulaşmalarında onlara yardımcı olacak insanlarla tanışmaya çekinmesinler.

[1] Araştırmanın detaylarına şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz: http://2000families.org/. “2000 Aile: Avrupa’daki Türklerin Göç Tarihi” (2000 Families: Migration Histories of Turks in Europe) projesi,  Ayşe Güveli’nin koordinatörlüğünde gerçekleşti ve NORFACE tarafından fonlandı.