28 Şubat mı dediniz?

01 Mart 2016
Haşime Elif Kılıçarslan’ın Reçel Blog’da yayınlanan yazısı: 28 Şubat’a dair henüz doğru düzgün konuşabildiğimizi sanmıyorum. İslamcıların -kendi hataları ile yüzleşmekleri gibi- adeta çok kullanışlı bir aksesuarları. Diğer kesimler de ısrarla burun kıvırıyor. Kimsenin aynaya bakmak istemediği, habire birbirine tasma salladığı bir körlük hali. Bizimse bir yerlerde asılı kalmış ince bir sızımız. Öğrenci evlerimiz, vakfımız defalarca […]

Haşime Elif Kılıçarslan’ın Reçel Blog’da yayınlanan yazısı:

28 Şubat’a dair henüz doğru düzgün konuşabildiğimizi sanmıyorum. İslamcıların -kendi hataları ile yüzleşmekleri gibi- adeta çok kullanışlı bir aksesuarları. Diğer kesimler de ısrarla burun kıvırıyor. Kimsenin aynaya bakmak istemediği, habire birbirine tasma salladığı bir körlük hali. Bizimse bir yerlerde asılı kalmış ince bir sızımız.

Öğrenci evlerimiz, vakfımız defalarca basıldı. Uzun bir süre ardımda kendini pek de gizlemeyen bir polis memuruyla dolaştım. Vakfın önünde bir polis minibüsü park halinde dururdu. İçinde 3-5 polis. Kapısı her zaman açık. Sanki vakıftan çıktığınız an minibüse alıverecekler gibi.

Bir keresinde bir programımız basıldı. Daha doğrusu tam tiyatro oyunu esnasında kadın polis memuru avaz avaz bağırıp programı durdurdu. Birden salona onlarca polis memuru doldu. Aslında programı durdurma yetkisi yokmuş. O sıralar yetkiyi kim taktı ki. Korkunun hüküm sürdüğü sınırlarda kanunlar sadece zayıflar için değil midir? Tiyatromuz Bulgaristan’da zorla ismi değiştirilen Türkler hakkındaydı. Lakin Hürriyet gazetesine manşet olduk. Şeriat istemişiz. Savcının odasında ifade verirken savcı konuşmama izin vermeyip, bir saat “Atatürk olmasaydı ne olurdu”yu örneklerle anlattı. “Konumuz bu değildi” dedikçe, ben Atatürk’ten bahsetmek istemedikçe o daha çok sinirlendi. Susmamı ve onu dinlememi hatta onun yargılarına sahip olmamı istiyordu. Hiçbir hakikate tahammülü yoktu.

Korku imparatorluğu hüküm sürüyordu. En çok da onlar korkuyordu. İl emniyet müdürü makamına çağırdığında Balıkesir’de başörtüsü eylemi istemediğini ve olmayacağına dair bakana söz verdiğini söyledi. Bu söz nedeniyle üç kez makamında ağırlandık. Balıkesir’de ne kadar vakıf, cemaat, tarikat varsa onların erkek yöneticileri oradaydı. Bir tek kadın ben ve arkadaşımdık. İlla bizimle özel konuşurdu. “Onlardan korkmuyorum. Bunu burada yapabilecek tek güç sizde.” diyerek sadece bizden korktuğunu açıkça söylemişti.

Postmodern darbenin ertesinde de korku tüm hızıyla devam ediyordu. Fazilet partisi yeni kurulmuş, genel merkeze çağrılmıştım. Büyük bir program yapıyoruz. Bütün siyasi parti liderlerinin ve bakanların davetli olduğu bir program. Davetiyeler elden özel kaleme götürüyoruz. Bütün bakanlıkları gezdik. Sona ne hikmetse Milli Savunma Bakanlığı’nı bırakmışız. Bahçe kapısında iki asker. Bizi görünce önce korkuyla yüzümüze sonra birbirlerine baktılar. Hemen telefonla birilerini aradılar. Rütbeli bir asker geldi ve Milli Savunma Bakanlığı’nda ne aradığımızı sordu. Koşarak içeri gitti. Daha rütbeli bir asker geldi. Onu takip etmemizi istedi. Kafeterya tarzı bir yere girdik. Oldukça gürültülü. Biz içeri girdiğimiz an ses kesildi. Sanki yere iğne düşse sesi yankılanacak. Yirmiye yakın asker yüzümüze şaşkın şaşkın bakıyor. Rütbeli olan orada beklememizi istedi. O da koşarak gitti. Sonra üstünde bir sürü yıldız olan başka bir asker geldi. Bizi bu kılıkta içeri alamayacağını söyledi. Davetiyeyi bakana verilmek üzere ona verdik. Hatırımda sadece o şaşkın ve korkulu gözler kaldı.

Bu arada vakfın erkek yöneticileri de ortada yok. Biz eylem yaptıkça onlar daha fazla delleniyor. Aşırı gitmek, devlete kafa tutmak ya da devletle inatlaşıp Müslümanları zor durumda bırakmakla suçlanıyorduk ve aldırmadık.

28 Şubat direnişi ne diye sorsalar bir kadın hareketiydi derdim.

28 Şubat aynı zaman da kendi kahramanlarını da yarattı. Fadime Şahin ekrana düştüğünün ertesi günü artık hepimiz potansiyel Fadime Şahin’dik. Arkamızdan öcü diye bağırılmasına alışmıştık ama Fadime Şahin diye dalga geçtiklerinde itiraf edeyim ağır geldi. Lakin Fadime Şahin’den daha çok aklımda o Atatürk posterli kız kaldı. “İmam hatipler kapatılamaz” yürüyüşü yapanlara koca bir Atatürk posteri açmış ve öylece dikilmişti. Ertesi gün Ali Kırca ekranda onu kahraman ilan etti. Nerede yaşadığı, ailesi, her şeyi haberdi. Kızı bugün görsem tanırım. O bermuda pantolonunu, hatta rengini bile hatırlıyorum.

Sanırım asıl darbeyi okul bitirememişler olarak sonradan aldık. Herhangi bir ortamda “Ne mezunusunuz” sorusuna: “Okuldan atıldım” diye cevap verince, o sıkı İslamcı abiler, ablalar: “Ya demek lise mezunusun. Aslında keşke meydanı solculara bırakmasaydın, yazık.” dediklerinde küçümseyen gözlerine kaç kez şahitlik ettim.

Fazilet’de defalarca lise mezunu olmam yüzüme tokat gibi vurulmuştur. “Bu konuda iyisin ama lise mezunu birini bu makama getiremeyiz”. Hatta oğullarına da layık olamadık. “Benim oğlum üniversite mezunu istiyor.”. Kaç tanemiz bu cümleyi duymuştur tahmin bile edemezsiniz.

Bir de çalışmak zorunda olan arkadaşlar. Hasbelkader mezun olmuş ama hala başörtülü. Onlar da İslamcı okul, hastane, kurumlarda işe girdiler. “Seni benden başka işe alan olmaz.” diye başına kaka kaka maaşın yarısını ancak hakedenler(!)…
Bir de akıl veren abiler illa olurdu. “Şurada peruk taksanız, yani siz de …”

Başörtüsü yasağının kabahati Kemalistlere kalsa da muhafazakar kesim de onlar kadar sorunlu ve sorumluydu. Sonra onlar bol bol ekmeğini yerken bizim payımıza hep ötekilik, bölücülük, hainlik düştü…