Yasaklarla, Ödüllerle Anadilde Yayıncılığın 25 Yılı: Avesta Yayınları

21 Şubat Dünya Anadili Günü'nde ikisi Kürtçe olmak üzere bugüne kadar 40 kitabı yasaklanan, Sur’daki deposu yakılan, çözüm sürecinin sona ermesinden sonra birçok kitap fuarına katılımda zorluk yaşayan Avesta Yayınları’nın Genel Yayın Yönetmeni Abdullah Keskin ile anadilde yayıncılık üzerine konuştuk. 

Avesta’nın kuruluş tarihine baktığımızda yasakların baskıların en çok yaşandığı 90’lı yıllar. O dönem Kürtçe yayıncılığa başlama fikri nasıl ortaya çıktı, Avesta nasıl yola başladı? 

95 yılının sonlarına doğru Avesta’yı kurduk. Aslında öncesinde birkaç yayınevinde yayın yönetmenliği ve gazetecilik yapmıştım. Ama içimde hep yayıncılık yapmak gibi bir duygu vardı. Gözüm kulağım o taraftaydı. Çünkü sahici değişimlerin kitapla olacağına inanıyordum. Başta Mehmed Uzun olmak üzere etrafımızdaki birçok insanın teşvikleriyle bir yerden başlamamız gerektiğini düşündük. Bir iş adamının gelip yatırım yapmasını ya da şartların oluşmasını bekleseydik Avesta muhtemelen bir 20 yıl daha kurulmamış olacaktı. Bütün eksikliklere, sorunlara, o yasaklara rağmen başladık. 95’te Kürtler’e ilişkin 3 kitap yayımlanmış ardından yasaklanmıştı. 91’de Kürtçe konuşma yasağının kaldırılmasıyla art arda yayımlanan kitaplar, dergiler, kasetler büyük bir heyecan yaratmıştı. Ama diğer taraftan çok iyi bir hazırlık ve ciddi bir emeğe dayanmayınca bu heyecan kısa sürede söndü. Biz de yeniden bu heyecanı bulmak için 4 Kürtçe kitapla yayına başladık. Bugün 680 civarında kitaba ulaştık. 25. yılın sonunda 700’ü aşacağımızı düşünüyorum. 

Yayına başladığınız Kürtçe konuşma yasağının yeni yeni kaldırıldığı dönemler olduğunu düşünürsek  o dönemde Kürtçe kaynak bulmak konusunda zorlanmadınız mı? 

Okur-yazar oranı neredeyse hiç yoktu. Son birkaç senedir birtakım üniversitelerde Kürdoloji bölümleri kuruldu. Oralardan mezun olanları saymazsak eğer şu ana kadar Kürtçe yazarıyla, yayıncısıyla, okuruyla hepsinin ümmi olduğu bir dil. Dünyada bunun başka bir örneği var mı bilmiyorum. Bu kadar kitap yayımladık ama ben bile Kürtçe alfabeyi ilk kez 20’li yaşlarımda gördüm. Büyük bir keşif yapmış, hazine bulmuş gibiydim. Birkaç Kürtçe kitap, bir iki hikaye kitabı ve bir alfabeyle bir – iki hafta eve kapanıp hepsini okumuştum. Elimizde hiçbir şey yoktu aslında. 80 öncesinde sayıları çok az olmakla birlikte birkaç dergi ve kitap yayımlanmıştı. Ama onları bile bulmak mümkün değildi. Biraz yurt dışından özellikle İsveç’ten yayımlanan kitaplar gelebiliyorsa, büyük zorluklarla postayla geliyordu ya da birileri gelirken o tehlikeleri göze alıp getiriyorsa ve siz de bunlara ulaşıp bir kopyasına ulaşabiliyorsanız o büyük bir ayrıcalıktı. Kopyalarla çoğalta çoğalta insanlar arasında kitaplar dağılmaya başlıyordu. 95’te az da olsa bir materyal oluşmuştu. 

Başta üzerinde düşündüğümüz şey şuydu; insanların anadili konuşma dili olarak bile yasaktı. Bu çok büyük bir tahribata sebep olmuştu. Herkes diline bir şekilde sahip çıkmak, konuşabilmek, günlük hayatında var kılmak istiyordu ama bu yetmiyordu. Kürtçe bir roman, araştırma kitabı, şiir veriyorsanız okura yazılan şey kadar nasıl yazıldığına da bakıyorduk. Çok hassas davranıyorduk. Önümüze çok metin geliyordu. Ama bunları çoğu problemliydi. Biz kendimiz çeviri yoluyla, Kürtçenin diğer lehçelerinden metinlere de yöneldik. Diğer taraftan tarih ve araştırma konularında çok ciddi bir açık vardı. Büyük bir ilgi vardı aslında. Eski seyahatnamelere, hatıralara, çağdaş araştırmalara el atıp orada da belli bir literatür yaratmaya çalıştık. 

Kürtçe kitap yasakları peki?

Ne içeride ne dışarıda ne Kürtler, ne Türkler, ne Avrupa’da kimse şunu algılayamıyordu. 20. Yüzyılın sonlarında bir dil sokakta, evde, çarşıda nasıl yasaklanır? O konuşma yasağı kalktığında herkes yayın yasağı kalkmış gibi davrandı. Peş peşe kitaplar, periyodik yayınlar, dergiler, kitaplar çıkmaya başladı. 2002 yılında AB ile görüşmeler başladığı zamana kadar 95-2002 arasında yayımladığımız Kürtçe kitapların tamamı yasaklanabilirdi. Devlet pek o alana girmedi o dönem. Bizim şu ana kadar 40 kitabımız yasaklandı. 2’sinin dışında hepsi Türkçe. O dönemler Kürtçe kitabı yasakladığınızda o kitabı yargılamanız da gerekiyor. Hâkim, savcı Kürtçeyi bilmiyor. Yeminli tercüman gerekiyor, bunun Türkçeye çevirisi gerekiyor. Böyle birkaç örnek oldu. Mesela İhsan Colemergi’nin ‘Cembeli’ diye destansı bir kitabı vardı. Bu ilk önce İsveç’te basıldı. Buraya geldiğinde polis el koydu, İzmir’de yargılandı. Mahkeme yazarından kitabı Türkçe’ye tercüme etmesini istedi. Sonra yargılama takipsizlikle sonuçlandı. Yani genelde devletin tarzı görmezden gelme üzerineydi. Çünkü Kürtçe kitabı yasakladığınızda ona uluslararası alanda bir meşruiyet de tanımış oluyorsunuz. Bu nedenle pek yapmadılar. 

Sizin ilk Türkçe kitabınız ne zaman yasaklandı? 

97 yılında ilk kitabımız yasaklandı. Yayımladığımız Türkçe kitaplar peş peşe yasaklanmaya başlandı. Emir Hasanpur’un ‘Kürt Diliyle İlgili Devlet Politikaları ve Dil Hakları’ kitabıydı. Aslında tam da bu meseleleri ele alan bir kitap. Mehmet Aktaş’ın Sesime Gel,  Celadet Ali Bedirhan’ın kitapları yasaklanmıştı. Genelde yasaklamaların ardından cezada ‘aynı suçu tekrar işlememek’ kaydıyla 3-5 yıl gibi bir erteleme kararı veriliyordu. Tabii hiçbir zaman o verilen sürenin sonu gelmeden aynı ‘suçu’ tekrar işliyorduk tekrar yasaklama ve yargılamalar başlıyordu. Bir kısır döngü şeklinde. En son 2007 yılına kadar sürdü. 2007 yılında bir kitabımız yasaklandığında itirazda bulunduk.  üzerine takipsizlik kararı verildi. 

Şu ana kadar 40 kitabınız yasaklanmış. Yayınlarınız açısından rahat olduğunuz bir dönem var mı?

2007 ile 2018 arasında 11 yılda hakkımızda hiçbir soruşturma açılmadı. 2018’de çok garip bir şekilde önce söylentiler dolaşmaya başladı. Kitapçılar ‘sizin kitaplarınız yasaklı, toplatılıyor’ diyorlardı. Ama bizim bir şeyden haberimiz yoktu. Yasaklama kararından birkaç ay sonra bize tebligat geldi. Şırnak’ın İdil ilçesinde başka bir sebeple yapılan ev baskınında birbirinden bağımsız farklı tarihlerde yayımlanmış içerik olarak birbirinden farklı 9 kitabımız yasaklandı. 2018 ile 2019 arasında cezaevlerinde, başka bir yerde üst aramasında bulunan bir kitabımız yasaklanıyordu. 1,5 yıl sürede toplam 14 kitabımız bu şekilde yasaklandı. En yoğun ve en anlamsız, hukukçuların bile anlamakta zorlandığı bir gerekçeyle yasaklanıyordu. Üstelik yaptığımız itirazlara bile doğru düzgün yanıt alamıyorduk. Çok belirsiz bir dönem. 

Yasakların bu kadar arttığı bir dönemde ara vermeyi düşündünüz mü?

Hadi yasaklar, ekonomi gibi nedenlerle bir süre ara verdik diyelim. Yine de değişen bir şey olmaz. Çünkü 20 yıl önce yayımlanan hatta yargılandığınız, ceza aldığınız, beraat ettiğiniz bir kitabınız bir anda bir evde bulununca yasaklanıyor. Nasıl bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anlamak konusunda zorluk çekiyoruz. Diğer taraftan basıma hazırlarken ‘Bu kesin yasaklanır’ dediğimiz kitaplar ise yasaklanmıyor. 

Peki, yeniden okura dönersek başladığınız dönemle kıyasla şu anda okur profiliniz nasıl? 

Bu 25 yıl içerisinde yayınevi kendi okurunu yarattı. Genelde üniversite okuyan kitaplara ilgi duyuyor. Öğrenciliği 5 yıl ile sınırlarsak Avesta’nın kuruluşundan bugüne 5 ayrı üniversite kuşağı geldi geçti. Bu sürede Kürtçenin durumu çok farklı dönemler yaşadı. Ama bu 25 yıl daha doğrusu Kürtçe konuşma yasağının kaldırıldığı 91’den bu güne bu dönem modern Kürt tarihinde istikrar açısından bir ilktir. Hawar, Ronahî, Kürdistan, Jîn’in tarihlerine baktığımızda çok daha kısa bir dönem geçirdi. DDKO döneminde 74’ten 80 darbesine kadar çok ciddi periyodik yayınlar çıkmış, kitaplar çıkmış. Ama 6 yıl sürmüş. Şimdi 91’den bu yana bizim tarihimiz açısında bir süreklilik var. Şu anda özellikle yayınevini yakından takip eden birçok okurumuz Avesta ile yaşıt. Üstelik dinamik ve genç bir okur profili. Bu gurur verici bir durum. Yaptıklarınızın boşa gitmediğini hissettiriyor. Fuarlarda, toplantılarda bunu çok net görebiliyoruz. Özellikle 2007 ile 2018 arasında hem kitap, hem okur açısından bir artış yaşandı. Yani 2016’da şehirlerde çatışmaların yaşandığı döneme kadar Kürtçe istikrarlı bir şekilde yükseliş dönemi yaşadı. 

Bu parlak dönemin dışında son birkaç yıldır özellikle fuarlara katılımda ‘Yer yok gibi’ yanıtlar aldığınız oldu. Bu okuyucuya ulaşmayı nasıl etkiliyor?

İki tür fuar var. Birincisi ticari fuarlar, TÜYAP gibi. TÜYAP’ta bu düzeyde sorunlarımız yok. Ancak TÜYAP’ta maliyetler o kadar arttı ki astarı yüzünden pahalı olmaya başladı. İkincisi daha çok sorunlu olan alan yerel yönetimlerin ve vilayetlerin organize ettiği fuarlar var. Siirt, Batman, Van, Urfa, Kadıköy gibi fuarlara katılımda çok ciddi sorunlar yaşıyoruz. Elbette her yerde fuara katılmak gibi bir sorunumuz yok. Ama belli bir okur profilimizin olduğu yerlere katılmaya çalışıyoruz. Kadıköy’de mesela belediye çok ilginç bir şekilde yanıt verdi. Çok ciddi bir okur potansiyelimiz olduğu halde Van’da ilk yıl haberimiz olmadı. İkinci yıl anlaşma yaptık, standımızı yaptırdığımız halde yerimiz küçültüldü. Bize haber verilmedi. Başka yayınevlerinden öğrendik bu durumu. Buna itiraz ettiğimizde ‘Size döneceğiz’ dediler. Sonra ‘Elimizden gelen bu’ dediler. Yani buralarda çok ciddi bir ayrımcılık var. Bu da Kürt diline ve okuyucusuna bir tahammülsüzlükten kaynaklanıyor. Üstelik bu sözünü ettiğimiz şehirlerde yayınevinin okur nezdinde bir karşılığı var. Buna rağmen bize ciddi bir sebep göstermeden sürekli dışlıyorlar. Hiçbir şey yapılmasa yerimiz küçültülüyor. Bu çok aşağılayıcı bir durum. 100 kitabı olan bir yayınevine koca bir ada verilirken yaklaşık 700 kitabı olan Avesta’ya küçük bir alan veriliyor. Çoğunlukla buna karşı çıkıyoruz. Okurumuz zarar görse de bu tür ikinci sınıf muamelesini kabul etmemeye çalışıyoruz. Bizim dışımızda hemen her Kürt yayınevi buna benzer sorunlar yaşıyor. Yer sorunlarının dışında okur açısından sorun yaşadığımız dönemler olabiliyor. Okur gelip Kürdistan kitabını görünce küfredebiliyor, taciz edebiliyor, saldırabiliyor. 

Bu ikinci sınıf muamelesi aslında Kürtçeye öyle değil mi?

Tabii ki belki ben ikinci sınıf dedim ama çok daha gerilerde bir durum. Devletin televizyonunun 24 saat yayın yaptığı yerde TBMM’de Kürtçe tutanaklara ‘anlaşılmayan bir dil’ olarak geçebiliyor. Bir dönem birtakım olumlu adımlar atılsa da bunun devamı gelmedi. Hatta geri adımlar atıldı… 

Dağıtım ağınızın sınırlı olmasının nedeni de Kürtçe mi?

Biz dağıtım ağımızın geniş olması için uğraştık. Uzun süre kendi ofislerimizde satış yapmadık. Herkes gidip kitapçılardan alsın diye. Ama Kürtçeye bakış, Kürt edebiyatı ve diline bakış bu ağı etkiliyor. Çok basit bir sorun olduğunda kitapçılar kitaplarımızı iade ediyor. Bazı yerlerde okuyucu gidip ‘bu kitabı satmayın’ dediği için kitaplarımızı iade ediyor. Yayıncı, kitapçı kitaplarımızı dağıtmak bile istemiyor. Üstelik ticari anlamda ödünler verdiğimiz halde Kürtçeyi özellikle dağıtmak istemiyorlar. Çok sorunlu bir alan ve bizim buna alternatif geliştirecek bir gücümüz ve potansiyelimiz de yok.