BİRARADA Derneği: “Başka Bir Akademi İhtiyacı Hep Vardı “

BİRARADA ile kuruluş sürecini, Anayasa Mahkemesinin kararını ve ‘alternatif akademinin’ geleceğini konuştuk. Grup, bir araya gelmelerini “Şiddet, yıkıcı olduğu kadar kurucudur” şeklinde ifade ediyor.

Dayanışma Akademileri (DA) yaklaşık üç yıl önce akademisyenlerin ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı bildirisinin ardından üniversitelerden ihraç edilmeleri sonucunda kuruldu. Farklı şehirlerdeki DA’lar sonrasında BİRARADA Dernek çatısı altında toplandı. 

BİRARADA Türkiye’de akademik ve bilimsel özgürlük her zaman tartışma konusuyken sivil toplumdan bir nevi alternatif bir cevabı bu süreçle birlikte örmeye başladı. Akademisyenlerin kurduğu dernekle kuruluş sürecini, Anayasa Mahkemesinin kararını ve ‘alternatif akademinin’ geleceğini konuştuk.

BİRARADA’nın Öncelikle “Formel” Olanla Derdi Var

Birarada bilimsel üretim ve paylaşımda nasıl bir yarar sağlıyor? Size katılmak isteyenler ne yapabilir? 

“Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisinin sonrasında yaşadığımız süreçle birlikte çok daha fazla görünür hale gelen üniversitelerdeki sorunları gerçekten ‘sorun etme’ ve alternatif entelektüel üretim ve ilişki biçimleri geliştirmeye koyulma ihtiyacımız var. “Yapılar” hatta belki ilkeler tarif etmekten de önce, belki bu derdi açıkça beyan etmek lazımdır – ki bütün katılımcılar, bu arayışın etkin özneleri olabilsinler, olabileceklerini düşünebilsinler. Bu anlamda, DA hareketinin ve BİRARADA’nın öncelikle “formel” olanla derdi var. Kurumsal akademinin, sadece Türkiye’deki güdük haliyle değil dünya ölçülerinde, birçok yönden sorunlu olduğunu biliyoruz. Ustalık ve tecrübeye gösterilecek doğal saygının ötesine geçen hiyerarşi; derinleşen genel prekarizasyonla çelişen, beri yandan “yükseldikçe” kimi imtiyaz mekanizmalarıyla tatmin edilen bir “elit”-olma bilinci; “performans” değerlendirmesinin gitgide nicelleşmesi; entelektüel faaliyetin metalaşması ve fetişleşmesi; sonuçta merakın ve derdin yerini, insanla-dünyayla-toplumla ilgili sorumluluk hissetmenin yerini teknikleşmiş bir rutinin alması, bu sorunların belli başlıları. Bu derdi paylaşan akademisyenlere her zaman açık bir yapıyız.  

Öğrencileri DayanışmaAkademilerinin Eşit Bileşenlerinden Biri Görüyoruz

Dayanışma Akademileri ortaya çıktığı koşullarda üniversitedeki işlerinden edilen akademisyenlerin öğrencileri tarafından ilgi ve destek gördü. Bunun boyutu ve anlamı sizin için neydi?

Öğrencileri dayanışma akademilerinin eşit bileşenlerinden biri olarak görüyoruz. Özlemimiz; birilerinin birilerine “ders vermesi” yerine, farklı bilgi ve deneyim kaynaklarının ve öznelerinin alış verişe girdiği… “müfredatlara” veya yıllanmış ders izlencelerine sıkışmadan, hep yeniden öğrenmeye açık… -sadece “not” değil- herhangi bir “başarı” ölçüsü yerine sahici merakın yönlendirdiği bir entelektüel ortamı geliştirmeye katkıda bulunmaktır. Bu anlamda öğrencilerin deneyimlerinden öğreneceğimiz çok şey olduğunu düşünüyoruz. 

Fakat içinde bulunduğumuz dönem itibariyle bunun sınırlılıklarına da değinmek gerekir. Dayanışma Akademileri, üniversitenin dört duvardan ve kurumsal ilişkilerden ibaret olmadığını ifade etmeye yönelik pratikler üretme iddiasında olup, aynı zamanda da işsizlik, haksız hukuksuz yargılanma ve daha pek çok sorunla başa çıkmaya çalışan insanların oluşturdukları yapılar. Bu açıdan bakıldığında üniversite öğrencilerinin özellikle de Türkiye’nin çok farklı şehirlerinden öbek öbek ihraç edildiğimiz dönemdeki manevi ve politik desteklerinin yarattığı hissiyatı ve gücü sözlere dökmek mümkün değil. 

Her ne kadar üniversiteler akademik özgürlüğün var olduğu alanlar olarak tanımlansa da fiili olarak bu şekilde olmadığı görülüyor. Birarada akademik özgürlüğün yaşanması bağlamında nasıl etkide bulunuyor? 

Bu emeği vermemizin en temel motivasyonu da kuşkusuz akademik özgürlüklere kavuşma ve üniversitelerin de bu doğrultuda değişmesi ihtiyacımızdır. Bu nedenle akademiye, eğitime, pedagojiye, tarihsel ve coğrafi farklara rağmen geliştirilen alternatif bilgi üretme biçimlerine yönelik zihinsel/düşünsel/eleştirel faaliyetler yürütüyoruz, imkanlarımız ölçüsünde. Şimdiye kadar Dayanışma Akademileri çalıştaylarında hep bu konular üzerine tartıştık ve bu tartışmalarımızı da hayata geçirmenin imkanlarını aradık. Bu sayede pek çok atölye çalışması, araştırma-okuma grupları, yaz kampları yapmış olduk. BİRARADA Derneği’nde ise Toplumsal Cinsiyet, Gezici Akademi ve Başka Bir Akademi çalışma grupları ile tüm bu faaliyetlerin devamını sağlayacak organizasyonlar üretmeye devam ediyoruz. 

Popüler bir ifade olacak ama bir anlamda yaşananlar ‘bir lütuf olarak’ değerlendirilecek olursak süreç dayanışma akademileri ve nihayetinde Birarada’yı meydana getirdi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Yaşadığımız sürecin adını doğru koymak gerekiyor. Üniversitelerden uzaklaştırılmış, işinden edilmiş, evleri basılmış, gazetelerde hedef gösterilmiş, ya da hala mobbing ile baş etmeye çalışan Barış Akademisyenleri, devlet şiddeti ile birçok biçimde karşı karşıya geldi. Şiddetin yıkıcı etkisini kişisel hayatlarımızda deneyimlemeye devam ediyoruz. Bu elbette tarihimizde ilk değildi, ve ne yazık ki son olmayacağını sanıyoruz. Ancak şunu aklımızda tutmayı ve birbirimize sürekli hatırlatmayı önemsiyoruz: Şiddet, yıkıcı olduğu kadar kurucudur da… Bu yüzden içinde bulunduğumuz “tarihsel an”ın yeni yapılara, yeni ilişki ve düşünme biçimlerine gebe olduğunu düşünüyoruz. Tam da bu çerçevede DA’ların ve BİRARADA’nın bu bağlamda “eski”ye bir müdahale olanağı yarattığını düşünüyoruz. 

AYM Kararı Geç Verilmiş bir Karar

AYM’nin Barış Akademisyenleri hakkında ki hak ihlali kararını değerlendirme imkanınız oldu mu?

Gerek etraflı değerlendirmelerde gerekse yan yana geldiğimiz platformlarda yaptığımız değerlendirmelerde öne çıkan en temel mesele kuşkusuz bunun oldukça gecikmiş bir karar olduğuydu. Başından beri açılan davalara karşı sürekli olarak dile getirdiğimiz hukuki gerçeklik de buydu zaten ve söz konusu hak ihlal(ler)ini kapsamlı bir şekilde anlattık, anlatmaya da devam ediyoruz. Neticede bu karar çıktığında iki arkadaşımız (Füsun Üstel ve Tuna Altınel) haksız yere hapiste kalmışlardı. Pek çok arkadaşımızın hayatını son derece olumsuz etkileyen duruşma-savunma-mahkeme kararı sarmalı, telafisi mümkün olmayan sorunlara yol açtı. O nedenle de değerlendirmelerimizde öne çıkan bir diğer vurgu, AYM kararının tek başına yeterli olmayıp, bu süreçlerin yarattığı tahribatın da onarılmasına yönelik adımların atılması gerektiğidir. Bu nedenle Barış Akademisyenleri davalarının “beraat” kararları ile sonuçlanmaya başlaması daha olumlu bir durum olarak görülebilir. 

Kararın ardından yerel mahkemelerin beraat kararları gelmeye devam ediyor? Akademisyenlerin üniversiteye geri dönüşü mümkün mü? 

Üniversitelerden ayrılırken bir gün geri döneceğimizi söyledik. Şimdi o güne çok yaklaştığımızı düşünüyoruz. Ancak tüm bu süreçte hepimizi zorlayan ve ciddi anlamda yoran esas durumun, neredeyse her bir kişiye göre değişen uygulamalar olduğunu vurgulamak gerekir. Örneğin, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine destek veren her bir kişiye, avukatlarımızın tüm çabalarına rağmen, ayrı ayrı davalar açılmış olması esasta oldukça politik bir karardı. Benzer biçimde aynı iddianameden yargılanan insanların mahkeme kararlarında 1 yıl 3 aydan 3 yıla kadar çeşitlenen ‘cezalar’ ile karşılaşmaları anlaşılması güç bir durum. Dolayısıyla benzer bir politika üniversitelere dönüş için de uygulanacaktır muhtemelen. Üniversitelerdeki parçalı, hiyerarşik ve güvencesizleştirilmiş çalışma koşullarının tüm olumsuz sonuçlarını geri dönüşler söz konusu olduğunda daha açık deneyimleyeceğiz. Belki bu noktada bilhassa ÖYP’li araştırma görevlilerini ve özel/vakıf üniversitesi çalışanlarını vurgulamak gerekir. Örneğin, ihraç edildiği dönemde doktorasını bitirmiş olan ÖYP’li bir araştırma görevlisi üniversiteye geri dönme hakkını kazandığında, 50/d statüsü dışında başka bir seçenek bırakılmadığı için, işine devam edip etmeyeceği noktasında çok ciddi sorun yaşayacak. Benzer bir biçimde özel/vakıf üniversitesi çalışanı olarak ihraç edilen arkadaşlarımızın üniversiteye geri dönme haklarını kazandıklarında ne gibi zorluklarla karşılaşacaklarını öngöremiyoruz. Üstelik mesleğine geri dönen kamu çalışanlarının tazminat hakları da yine KHK ile engellenmiş durumda. 

Yaşamını yitiren, yurt dışına çıkmak zorunda kalan, sosyal, ekonomik yaşamı olumsuz etkilenen, akademik çalışmaları sekteye uğrayan akademisyenlerin olduğu göz önüne alındığında akademide yaşanan tahribatın telafisi mümkün olacak mı? 

Akademide ve kişisel hayatlarımızda yaşanan tahribatın telafisi mümkün değil, ancak şimdi kolektif olarak daha güçlüyüz. Bu süreci, türlü baskılara rağmen imzamızı geri çekmemekte ısrar ve inat ederek, haklılığımızı erişebildiğimiz her platformda duyurarak, yeni kurumlar, ilişki biçimleri kurarak, birbirimizle dayanışmayı öğrenerek atlatmaya çalıştık, bu çabamıza hala devam ediyoruz. Dolayısıyla 3 yıl önce üniversitelerden uzaklaştırılan bizler ile çok yakında üniversitelere dönecek olan bizler aynı kişiler değiliz. 

Siyasal İktidar ve Piyasanın Dayatmaları Bizi Bir Araya Getirdi

AYM kararı ve yerel mahkemelerin beraat kararları ile birlikte Birarada ya da diğer akademisyen örgütlenmelerinin misyonu ve varlığı son bulur mu? 

Bizlerin aynı “masa” etrafında toplanmasını sağlayan koşulları iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Bunların başında barış bildirisi ve sonrasındaki baskı ortamının bir çıktısı olarak üniversitelerden uzaklaştırılmamız geliyordu. Fakat içinde bulunduğumuz koşulları söz konusu durumu aşan bir zeminden okumak gerekir. Türkiye’de siyasal iktidarın ve piyasanın uzun süredir, çeşitli araçlar ve stratejiler üzerinden doğrudan ya da dolaylı olarak üniversitelere dayattığı koşullar bizi bir araya getirdi ve işte bu koşullar entelektüel üretimi üniversite dışındaki mecralarda da var edebilmeyi zorunlu kıldı. Üniversitelere her müdahalede sıklıkla hatırladığımız ve sıklıkla unuttuğumuz “alternatif akademi”/“toplum ve doğa için akademi”/ “başka bir akademi” ihtiyacı hep vardı, sadece son dönem tanık olduklarımızla yeniden güncel hale geldi.