Erkeklik Halleri Tartışıldı: Nasıl Oluşuyor, Nelere Sebep Oluyor?  

Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi (EEİİ) öncülüğünde düzenlenen 2. Uluslararası Erkekler ve Erkeklikler Sempozyumu’nda erkeklik halleri tüm yönleriyle mercek altına alındı. Erkeklikler: Zor Zamanlarda Güçlükler ve İmkânlar başlığıyla düzenlenen sempozyum, ataerkil ve otoriter anlayış bağlamında erkekliklerin nasıl inşa edildiğini ve inşa edilmiş bu erkeklik hallerinin toplumsal düzen, özellikle kadınlar üzerindeki etkileri üzerine 100’den fazla konuşmaya sahne oldu. 

Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi (EEİİ) önderliğinde, Şişli Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde 12-14 Eylül tarihleri arasında düzenlenen 2. Uluslararası Erkekler ve Erkeklikler Sempozyumu, 100’ü aşkın yerli ve yabancı konuşmacının katılımıyla başarıyla gerçekleşti. Sempozyumda ataerkil anlayıştan gelen ve genellikle kurban olarak kadını seçen her türlü baskı, engel ve şiddet davranışları, eleştirel erkeklik bakışı üzerinden ele alındı. Sempozumun düzenleme komitesinden Duygu Altınoluk, karşılama ekibinden Selin Altay ve konuşmacılardan Tolga Ulusoy ile eleştirel erkeklik çalışmaları üzerine konuştuk. 

Duygu Altınoluk: Kadın Çalışmalarıyla Eleştirel Erkeklik Çalışmalarını Ayrı Tutmak Mümkün Değil

Sempozyumun düzenleyici ekibinden Duygu Altınoluk, ekip olarak uluslararası bir sempozyum yapma gayesinde olduklarını, böylelikle çok fazla sayıda bakış açısına, İngilizce ve Türkçe hazırlanmış oturumlara ev sahipliği yapabildiklerini söylüyor. Altınoluk’a göre kadın çalışmalarının yanında eleştirel erkeklik incelemelerine de ihtiyacımız var. 

Zaten kendisi de doktora tezini akademide erkeklik üzerine yapmış. Aynı zamanda da akademide kadınların nasıl yer aldığı ya da neden yer alamadığı üzerine çalışmalar yürütüyor. Altınoluk kadın çalışmalarıyla eleştirel erkeklik çalışmalarını ayrı tutmanın pek de mümkün olmadığı görüşünde: “İki çalışma alanı da feminizm bağlamında ilerliyor. Kadına yönelik her türlü şiddetin öznesi, aktörü, faili erkekler. Bu nedenle sorunun çözümüne varabilmemiz için erkeklerin incelenmesi gerekiyor. Sempozyumumuza gelen bir sürü makale oldu. Bunların içerisinde içerisinde sosyal medyadan çocuklukta oynadığımız oyunlara, felsefedeki alanlardan akademinin kendisine kadar pek çok konu başlığı mevcut. Tüm bu başlıklar altında erkeklerin gelişimini incelememiz gerekiyor. Erkeklerin de içinde mağdurlar var elbette. Ama burada “mağdur” kelimesini tırnak içinde söylüyorum. Bir sürü erkeklikler var ve bu erkekliklerin niteliklerini, zorluklarını ve onların açabileceği eşitlikçi imkanları ortaya çıkararak ilerlememiz gerekiyor. Sempozyumda temamız da bu zaten; “Zor Zamanlarda Güçlükler ve İmkanlar”. Zor zamanlarda nasıl güçlüklerle karşılaşıyoruz ve bu güçlükleri nasıl imkanlandırabiliriz, bunun üzerine eğiliyoruz.”

“Türkiye Erkeklikleri Neden Konuşamıyor?”

Duygu Altınoluk’a göre Türkiye’de eleştirel erkeklik çalışmalarının az olması ya da genel olarak kadın çalışmalarından, kadın sorunlarını konuşmaktan erkekliklere fazla zaman ayrılamamasının sebepleri yine erkeklerin davranışlarında gizli. “Türkiye erkeklikleri neden konuşamıyor? Bu sorunun cevabını doktora çalışmam da olan akademisyen erkekler özeline alıp genelleyebilirim. Akademisyen erkeklerin neden cinsiyetçi olmayacağını var sayıyoruz? Eğitim seviyesi yükseldikçe bunların olmayacağını düşünüyoruz ama öyle olmuyor. Geçtiğimiz yılda hem araştırma görevlisi kadın arkadaşımızın cinayete kurban gitmesi hem de akademide taciz üzerine pek çok ses duyulması, bu konuda imza toplanması gündemdeydi. Taciz her yerde, akademi de bundan azade değil. Bunu söylediğimizde tepki doğuyor, erkekler sahip oldukları eril kültür içindeki tüm ayrıcalıkların konuşulmasına müsaade etmiyorlar. Bu düşünce yapısına, sosyal sınıfına, ideolojisine bakmaksızın pek çok erkekte böyle. Pek çok erkek kendi sahip olduğu eril alanı bırakmak istemiyor. Bu evin içinde de böyle, kurum içinde CEO’yken de böyle. Akademide de bölüm başkanlığını es kaza bir kadın arkadaşına devrettiğinde bile, sonrasını, mesela dekanlığı göremiyor kadın mesela. Önemli olan şey kadınların her yerde nitel olarak nasıl konumlandığı ya da konumlandırıldığı. Erkekle bu konular konuşulduğunda, hele soru sorulmaya başlandığında “siz bizi yok etmeye çalışıyorsunuz” diye savunmaya geçiyor. “Biz size bir sürü pozisyon açıyoruz, çalışın kazanın” gibi çok tepkisel bir sürece giriyorlar. Kısacası o konformist alanlarından çıkmak istemiyorlar. 

Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi, 10-11 Ağustos’ta sempozyumun ilk ayağı kabul edilebilecek bir çalıştay da yaptı. Ayrıca ekip, “Hegomanik Erkeklik” kitabını çevirip Türkiye literatürüne kazandırdı. 

Eleştirel Erkeklik İncelemeleri İnisiyatifi, aynı zamanda hakemli bir dergi olan Masculinities: A Journal of Identity and Culture’ı (Erkeklikler: Kimlik ve Kültür Dergisi) çıkarıyor. Sempozyumdaki kimi sunumların dergide yer alması düşünülüyor. Duygu Altınoluk, dergi için yazı beklediklerinin de duyurusunu yapıyor. 

Tolga Ulusoy: Ataerkil Rejimdeki Eşitsizliğin Çocuk Oyunlarına Nasıl Yansıdığı Önemli

Akademisyen Tolga Ulusoy, sempozyuma “Cinsiyetçi Sosyalleşmenin Bir Etmeni Olarak Çocuk Oyunları: Dokuz Aylık Oyunu Örneği” adlı konuşmasıyla katkı sundu. 

Sosyoloji ve Antropoloji eğitimlerinin ardından kadın çalışmaları alanında yüksek lisan yapan Ulusoy; “Aldığım eğitim sayesinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine kuramsal bir arka plan gelişti zihnimde” diyor. Çocukluk döneminde oynanan Dokuz Aylık isimli oyunun sembolik anlamı hakkında yıllardır düşünüyormuş: “Bu oyunda kaledeki kişi ebe oluyor, diğerleri ona gol atmaya çalışıyor. Her bir gol bir ay yerine geçiyor. Dokuz ay olunca da doğuruyor. Çok sembolik arka planı olan bir oyun. Tabii çocuklar oynarken bu kadar farkına varmıyorlar. Benim konuşmayı üzerine kurmaya çalıştığım nokta, kültürle çocuk oyunları arasındaki ilişki. Ataerkil rejimdeki eşitsizliğin çocuk oyunlarına nasıl yansıdığı üzerine bir konuşma yaptım. 

Ulusoy, erkeklik çalışmalarının neden kadın çalışmalarına göre daha az olduğunu şu sözlerle detaylandırıyor: Erkeklik çalışmaları toplumsal cinsiyet çalışmaları içerisinde de sonradan gelişmiş bir alan. Ataerkil yapıya karşı ilk isyan edenler doğal olarak kadınlar oldu. Çünkü kadınlar ataerkil pratikler ve söylemler tarafından daha çok eziliyorlar. Erkekler nispeten daha avantajlı. Bu nedenle kadın çalışmaları daha öne çıkıyor. Tabii radikal feminizmdeki özcü yaklaşımları, “tüm kötülüklerin kaynağı erkeklerdir” gibi genellemeleri irdelemek lazım. 60’lar ve 70’li yıllardaki radikal feminizmin, hem erkekliğe hem de kadınlığa nispeten özcü yaklaşımı biraz olumsuz. Bugün özellikle erkek hakları koruyucuları tarafından kadınlara karşı getirilen en önemli eleştirilerden biri erkekleri kötü olarak, kötülükle bağdaştırarak anlatmaları. 

“Üçüncü Dalga Feminizm Erkeklik Çalışmalarını Da Hızlandırıyor”

Ulusoy’a göre yine de her düşünceyi kendi bağlamında değerlendirmeli: “Bu özcü bir yaklaşım tabii ama her yaklaşımı kendi bağlamında değerlendirmek gerekiyor. Yani radikal feminizmin kendi çıktığı dönemi düşündüğümüzde binlerce yıllık ataerkil düzenin baskısına karşı isyan eden kadınların birazcık aşırıya kaçmış düşünceleri olarak yorumlayabiliriz. Sonra 80’li yıllarda üçüncü dalga feminizm başlıyor. Radikal feminizmin hem beyaz hem Avrupa, Amerika kökenli olması bakımından batılı olmayanlardan gelen eleştiriler, siyahilerin “beyaz feminizm” etiketi ve eleştirisi, eşcinsel ve trans kadınların yaptığı eleştiriler, “heteroseksüel feminizm” etiketi… Aslında Üçüncü dalga feminizm bize kadınların da tek bir birlik olmadığı, keşisimsel pek çok kimliğin odak noktasında oldukları vurgusunu öğretti. Bu dönemle beraber erkeklik çalışmalarının da yükselmeye başladığını görüyoruz. 80’lerin sonunda ortaya çıkıyor ama 90’lar ve 2000’li yıllarla beraber erkeklik çalışmaları bu eleştirileri de arkasına alarak yükseliyor. Radikal feminizmin özcü, yekpare hale getiren düşüncelerine karşı aslında hem erkeğin hem kadının gizli, bilinemeyen, söylemin ötesinde pratiklerde pek çok farklılıkları olduğu yönünde. 

Ulusoy erkeklik çalışmaları üzerine en önemli katkının R. W. Connell’den geldiğini söylüyor: Connell’in 1995 yılında yazdığı “Erkeklikler” kitabında erkekliğin aslında pek çok farklı yönünün olduğu ve her erkeğin mutlak olarak ezen olmadığı; madun erkeklerin, mağdur erkekliğin de olduğu yönünde önemli kuramsal müdahale var. Daha sonra da zaten erkeklik çalışmaları bunun hem üstüne kurulmuş hem de eleştirisini yaparak ilerlemiştir.”

Selin Altay: “Erkeklikleri Konuşmaya Daha Çok Vakit Ayırmalıyız”

Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden yeni mezun olan Selin Altay, sempozyumun karşılama komitesinde yer alıyor. Altay, aynı zamanda sempozyum keynote’larından birini sunan Deniz Kandiyoti’nin yazısını Türkçeye çevirmiş. 

Selin Altay, sempozyuma katılımın çok yüksek düzeyde olduğunu söylüyor: “Katılım çok yüksek düzeyde. 100’ün üzerinde sunumun yapılacağını öğrenince çok fazla katılım olacağını düşünmemiştim ama ne mutlu ki yanıldım. Dinleyicilerden biri Ürdün’den yeni gelmiş olmasına rağmen etkinliği görmüş ve koşarak buraya gelmiş. Çok mutluluk verici.”

Sempozyuma erkeklerin ilgisi de oldukça yüksek olmasını da ayrıca memnunluk verici olarak tanımlıyor. Kendisi de Bilkent Üniversitesi Kadın Çalışmaları Topluluğunda yer alan Altay,  kendi topluluklarında erkek katılımının az olduğunu söylüyor: “Üniversitemizde yaptığımız etkinliklere oranla buradaki katılımın çok daha iyi olduğunu söyleyebilirim.”

Altay’a göre erkeklik meselesi daha fazla konuşulmalı: “Biz özellikle kadın çalışmaları topluluğunda gerçekten erkeklik meselesine diğer meselelere oranla çok az değiniyoruz. Belki de genç bir kitle olduğumuzdandır bilmiyorum ama erkekleri konuşmayı atlıyoruz. Bu sempozyumda gördüğüm kadarıyla eleştirel erkeklik kadınlarla eşit oranda, hatta belki de daha bile fazla konuşulmalı. Her ne kadar akademik bir ortam da olsa üniversite öğrencilerine yöneldiğinizde genelde konuşulanlar kadın sorununa güncel meselelere değinmek oluyor. Bizim yaptığımız bana göre her zaman, her sene başından konuyu basit ele almak oluyor. Erkeklik meselesine gelmek biraz daha kompleks bir durum. Genelde sonuçları konuşuyoruz ama başlangıcı konuşamıyoruz. Her gün kadınlar öldürülüyor ve biz de ailen bunu konuşmamız gerekiyor. Sadece kadın boyutunu konuşurken erkeği atlıyoruz sanki. Kadın çalışmalarıyla birlikte erkeklik çalışmaları da konuşulursa çok daha sağlıklı ilerleyeceğimize inanıyorum.”