Mutfak Dostları Derneği Gastronominin İyileştirici Gücüne Güveniyor

Gastronominin toplumsal bir harekete dönüşerek güvenli bir gıda geleceğine imkân vermesini sağlayan “sosyal gastronomi” kavramını, süreci yakından izleyen Mutfak Dostları Derneği başkanı Zeynep Kakınç ile konuştuk. Kakınç MDD’nin kuruluş amacını; bilimsel araştırmalar yaparak veya yaptırarak mutfak zenginliklerimizi, yeme-içme ve sunma adabını bütün özellikleriyle ortaya çıkarmak, geliştirmek; yurt içinde ve yurtdışında tanıtılmasını sağlamak olarak belirtiyor.

Merhaba Zeynep Hanım, Mutfak Dostları Derneği ne zaman ve hangi amaçlar doğrultusunda kuruldu?

1991 yılında aralarında Tuğrul Şavkay gibi Türk gastronomisine büyük emekleri geçmiş önemli isimlerin arasında yer aldığı bir grup tarafından kurulan MDD, ülkemizin gastronomi alanındaki en eski sivil toplum örgütüdür. MDD’nin kuruluş amacı; bilimsel araştırmalar yaparak veya yaptırarak mutfak zenginliklerimizi, yeme-içme ve sunma adabını bütün özellikleriyle ortaya çıkarmak, geliştirmek; yurt içinde ve yurtdışında mutfağımızın tanıtılmasını sağlamak; bu alanda eğitim yapmak ve eğitim yapan kuruluşlara yardımcı olmak; yiyecek ve içeceğin insanın sağlıklı beslenmesindeki yerinin ve öneminin belirlenmesine bilimsel olarak katkıda bulunmak; yurt içinde ve yurt dışında yeme-içme konularıyla ilgili gelişmeleri izlemek; bu tür çalışmaları özendirmek, yaymak ve sevdirmektir.

En çok ses getiren projeniz hangisiydi?

Derneğimiz coğrafi işaretleme alanında seminerler, gastronomi destinasyonlarına yönelik konsept geziler gibi birçok farklı alanda faaliyet gösteriyor. En önemli projelerimiz arasında ise ESSEDRA projesi yer alıyor. MDD olarak 2012 – 2016 yılları arasında, sürdürülebilir kırsal kalkınma ve çevre konusunda faaliyet gösteren Balkan ülkelerinden diğer STK’lar tarafından ortaklaşa yürütülen ESSEDRA projesinde Slow Food’un Türkiye ortağı olduk.

Projenin ilk iki yılında, MDD, Türkiye’den nesli tükenmekte olan geleneksel ürünleri belirlemek için bunları Slow Food’ın Nuh’un Ambarı (Ark of Taste) listesine kaydetmek için bir saha araştırması yaptı. Başlangıçta, Türkiye’den sadece 4 Ark of Taste ürünü vardı. Bu alan araştırması sonucunda bu sayı 59 ürüne yükselmiştir. Proje boyunca, yeni pazar fırsatları yaratmak, ürünlerini doğru değerde satmalarını sağlamak ve yerel üreticilerin geleceğini korumak amacıyla küçük ölçekli zanaatkar üreticilerin kooperatif altında örgütlenmesini sağlayan “Presidia” faaliyetleri gerçekleştirildi.Dünyada, 249’u İtalya’dan olmak üzere toplam 442 Presidia ürünü bulunmaktadır. Şu anda Türkiye’den “Kastamonu İhsangazi Siyez Bulguru Presidia’sı” ve “Karaman Divle Obruk Peyniri Presidia’sı” ve “Kars Boğatepe Gravyeri Presida’sı” olmak üzere 3 adet Presidia ürünü bulunmaktadır. MDD’nin ESSEDRA projesi kapsamında gerçekleştirdiği faaliyetler sonucunda bu listeye “Karaman Divle Obruk Peyniri Presidia’sı” ve “Kars Boğatepe Gravyer Peyniri Presidası’sı” dahil edilmiştir. Projenin son iki yılında, faaliyetler peynir/süt ürünleri üzerine yoğunlaştırılmıştır ve bu faaliyetler, üreticilerin bu alanda yaşadıkları yasal zorluklarla ilgili ve diğer proje ortaklarıyla birlikte yürütülen savunuculuk kampanyasına katkıda bulunmuştur. Ayrıca, Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği, ürün kalitesini ve üretim kapasitesini arttırmak amacıyla çeşitli cihazların satın alınmasına yönelik Kars Boğatepe Gravyeri Presida’sı faaliyetleri kapsamında MDD tarafından finansal olarak desteklenmiştir. ESSEDRA projesinin bir başka uzantısı devam ettirilen Anadolu Lezzet Envanteri’nde (ALE), Anadolu’dan 59 tehlike altındaki geleneksel gıda ürünü listelenmiş ve bu sayının yakın gelecekte artması planlanmıştır. (Detaylı bilgi için bu linke tıklayabilirsiniz.)

Son dönemde “sosyal gastronomi” hareketi giderek yaygınlaşıyor. Siz bu hareketin neresinde duruyorsunuz?

“Gastronominin iyileştirici gücü”ne dikkat çeken sosyal gastronomi kavramı sivil topluma çok şey kazandıracak bir hareket. Gıdanın dönüştürücü gücünü en iyi şekilde insanımıza faydalı hale getirmenin yolu eğitimden geçiyor. Gelir düzeyi düşük insanlarımızın hayatlarında gastronominin iyileştirici gücü ile sürdürülebilir ekonomiler oluşturmak mümkün. Sosyal gastronominin gücü ile ihtiyaç sahibi kişiler hayata güvenle katılabiliyor. Biz de MDD olarak bu tarz girişimlerin daima arkasında duruyor ve destekliyoruz.

Türkiye’nin gastronomi turizmini iyileştirmek adına attığı adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gastronomi alanında ülkemizde yaşanan gelişmeler umut verici. Özellikle İstanbul bir dünya gastronomi kenti olma yolunda hızla ilerliyor. Kongre turizmi, kültür turizmi, is turizmine ek olarak özellikle Orta Doğu ülkelerinden yaşanan yabancı ziyaretçi akını, İstanbul’da her statüden kesime hitap edecek konaklama ve yeme-içme mekânlarının sayısını da arttırdı. Türkiye’nin en varlıklı alt sınıflarının yaşadığı İstanbul’da yüksek gelirli yerli-yabancı beyaz yakalı sınıfın Batılılaşan tüketim alışkanlıkları, yeme-içme mekânlarına olan talebe ayrı bir ivme kazandırdı. Son dönemde Mikla’nın dünyanın en iyi restoranları listesinde yer alması, dünyaca ünlü Massimo Bottura, Jamie Oliver gibi isimlerin işletmelerini İstanbul’a taşımaları, Gaziantep’in ve Hatay’ın UNESCO tarafından Gastronomi alanında Yaratıcı Şehirler Ağı’na dahil edilmesi, uluslararası yarışmalardan ödül alan Türk zeytinyağları, şarapları, Türkiye gastronomi değerlerine uluslararası önemi organizasyonlarda yer verilmesi gibi sayısız güzel gelişme yaşıyoruz. Öte yandan toplum da bilinçlendi; artık insanlar gittikleri restoranlarda yemeği, malzemeyi sorgular oldular. 

Gastronomi eğitimi veren üniversiteler ve eğitim kurumlarının çoğalması ve bu kurumlara talebin artmasıyla birlikte sektörü dünya standartlarına taşıyacak pırıl pırıl, donanımlı, hem yereli hem de dünyayı yakından takip eden bir nesil yetişiyor. Tüm bu gelişmeler gayet olumlu ancak gastronomimizin hak ettiği yere gelebilmesi için devlet ve yerel yönetimlerin de desteği ile STK’lar, şefler, üreticiler vb. tüm paydaşların bir arada oluşturduğu geniş ve kapsamlı bir stratejik planlamaya ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Tüm bunların kalıcı ve sürdürülebilir şekilde uygulanması için bu çalışmaların bir devlet stratejisi olarak belirli prensipler çerçevesinde planlanması; özel sektörün, küçük ölçekli üreticilerin, şeflerin, eğitim kurumlarının ve STK’ların işbirliğinde bir çalışma düzenine geçilmesi gerekli.

Dünyadaki İtalya, ABD, İspanya, Fransa gibi gastronomi sektörünün ciddi boyutlara ulaştığı örneklere baktığımızda bu konseptteki bir çalışmanın özel olarak kurulan enstitü, vakıf ya da dernek aracılığıyla yürütüldüğünü görüyoruz, biz de bu metodu örnek almalıyız. Ayrıca bu çalışmalar kültürü, doğal zenginlikleri ve gastronomiyi bir arada buluşturan festivaller ve etkinliklerle desteklenmeli, kimlikli kentler yaratılmalı. Böylelikle deniz, kum, güneş gibi sığ bir konseptle 3 ayla sınırlı kalmadan, gastronomi turizmi sayesinde ülkemizin sahip olduğu değerleri tüm yıla yayılan bir turizm talebi ile dünyaya açabiliriz diye düşünüyorum.

Söyleşimiz sona ererken, dikkat çekmek istediğiniz bir nokta var mı?

Anadolu’nun belki de dünyada çok az coğrafyada bulunan bu gastronomik zenginliğinin dünya pazarına açılması adına artizan gıda ürünlerimizin uluslararası prestijli gastronomi etkinliklerinde daha sık yer alması gerekli. Yerel değerlerimiz yozlaşmadan öne çıkarılmalı, mevcut geleneksel mutfak bilgimiz özü korunarak ancak günümüz şartlarına adapte edilerek geleceğe aktarılmalı. Tüm bunların kalıcı ve sürdürülebilir şekilde uygulanması için bu çalışmaların bir devlet stratejisi olarak belirli prensipler çerçevesinde planlanması; özel sektörün, küçük ölçekli üreticilerin, şeflerin, eğitim kurumlarının ve STK’ların işbirliğinde bir çalışma düzenine geçilmesi gerekli diye düşünüyorum.